Giriş:

2007-2010 yılları arasında yeni vesayet rejiminin kurulması sürecini incelediğimiz yazıda bu rejimin kurumsal vitrininde emniyet-yargı eksenli bir güç yoğunlaşması olduğunu, arka planda ise AKP-Cemaat-Ordu arasında bir uzlaşmaya ve güçler dengesine dayandığını belirtmiştik. Bu dönemde askeri vesayetin göreli olarak geriletildiğini ve bunun yerine yine otoriter, alabildiğine anti-demokratik, kişi hak ve özgürlüklerini hiçe sayan ve her türlü toplumsal muhalefeti bastırmak üzere kurgulanmış “yeni bir vesayet” rejimi kurulduğunu öne sürmüştük. Ayrıca çoğu kez dillendirildiği gibi ordunun iktidar ortağı olmaktan çıkmadığını, özellikle Kürt sorunu gibi rejimin “kırmızıçizgileri” söz konusu olduğunda karar alma süreçleri üzerindeki etkinliğini sürdürdüğüne işaret etmiştik. Bu dönemde Cemaat yargı ve emniyetteki ağırlığı sayesinde yeni vesayet rejiminin operasyon gücü olarak oldukça ön planda idi.

2011-2014 yılları arası, yeni vesayet rejiminin ortaklarından AKP ve Cemaat arasında baş gösteren güç mücadelelerine tanık olduk. Bu mücadeleler, bir iktidar odağı olarak Cemaat’in tasfiyesiyle sonuçlandı, ancak aynı zamanda ortaya dökülen kirli ilişkiler, yeni vesayet rejiminin klientalist, kleptokratik ve baskıcı karakterini de gözler önüne serdi.

Bu rejimin temel özelliklerinden birisi devlet işlerinin dar bir güvenlik bürokrasisi ile yürütülmesi idi. Nitekim Kürt sorunu gibi Türkiye’nin en yakıcı sorunun çözümü yolunda atılacak adımlar yasal bir zemin oluşturulmadan MİT denetiminde yürütülmeye çalışılıyordu. Bu durum da iktidar ortaklarından Cemaat’in AKP ile girdiği güç mücadelesinde milliyetçi tepkileri kaşımak üzere sansasyonel ifşaatlar yapmasını ve çözüm sürecini AKP aleyhine istismar ederek çözüm sürecini riske atacak adımlar atmasını mümkün kıldı. Gerçekte AKP hükümetlerinin çözüm sürecine yasal bir zemin oluşturmaktan kaçınması gerçek bir çözüm vizyonuna sahip olmadığının en büyük göstergesiydi.

Diğer yandan yeni vesayet rejimi, ekonomi cephesinde büyük inşaat projeleri üzerinden rant dağıtımına ve gelir paylaşımına dayalı klientalist bir ilişkiler ağına dayanıyordu. Bu rant dağıtımı dar bir müteahhit grubu ile hükümet arasında kirli ilişkiler üzerinde yükseliyor ve bu ilişkiler de AKP’nin yumuşak karnını oluşturuyordu.

AKP’nin bir diğer önemli zayıf noktası ise Suriye’de arka çıktığı ve desteklediği, lojistik destek sunduğu cihatçılar üzerinden bu ülkede yürüttüğü vekâlet savaşı idi.  AKP Döneminde Dış Politika yazımızda da belirtiğimiz gibi, Türkiye, Suriye’deki iç savaşa 2011’de CIA tarafından Libya üzerinden temin edilen silahların ülkeye transfer edilmesine yardım ederek ve topraklarında Suriyeli muhaliflere askeri ve lojistik üsler sağlayarak dahil oldu. Ancak kısa süre içinde ABD Suriye’de “ılımlı muhalifler” diye bir şeyin olmadığını ve transfer edilen silahların cihatçı grupların eline geçtiğini fark etti. Ancak MİT başka kanallardan silah transferlerine devam etti.

Bu üç konu, yani atılan adımlara yasal dayanak kazandırmaktan uzak durulması, AKP’nin inşaat tabanlı rant mekanizmaları içinde girdiği kirli ilişkiler ve Suriye’de süren iç savaşta cihatçılara verdiği destek, Cemaat tarafından AKP ile girdiği güç savaşında sonuna kadar kullanıldı.

Bu dönemde AKP’nin tehdit algısını yükselten bir diğer olay da 2013 Gezi protestolarıydı. Cemaatin Gezi protestoları sırasında herhangi bir müdahalesi olmasa da AKP açısından bu kitlesel ayaklanma, rant düzenine dayalı iktidarına karşı büyük bir tehdit olarak algılandı. Gezi protestoları kentsel alanların ve doğanın rant uğruna sömürülmesine karşı bir protesto olarak başlasa da seküler kesimlerin iktidarın İslamcı uygulamalarına ve hayat tarzlarına müdahalesine karşı hoşnutsuzluğunun beslediği büyük tepki ile kitleselleşti ve yaygınlaştı.

Cemaatin bu zaafları AKP ve Erdoğan’ı karşı kullanması, AKP’nin yeni vesayet rejimi üzerinde tam egemenlik kurması gerektiği fikrini pekiştirdi ve onu zorunlu olarak orduyla uzlaşmaya zorladı.. Bunun için Cemaat’in emniyet ve yargı içindeki operasyon kadrolarının tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bu süreç, AKP’nin Ordu ile yeniden uzlaşması ve emniyet ve yargıda ulusalcı ve milliyetçi kadrolarla ittifak yapması ile sonuçlanacaktı.

Şimdi yeni vesayet rejimindeki iç mücadeleler ile ilgili somut olguları tek tek ele almaya ve her birinin ne anlama geldiği üzerine bazı yorumlar geliştirmeye çalışacağız.

Yazının tamamı için tıklayınız...