Erkeklerin maç seyrederkenki tepkilerini düşününce o çocuk gibi sevinmelerden birbirinin üzerinde tepinen hallere geçişleriyle, ağlamaları, bağırmaları çağırmalarıyla bir duygu seli izleriz adeta. Peki erkekler arasındaki temasın ve duygudaşlığın sonsuz olduğu bu alan nasıl oluyor da bir yandan da heteroseksist ve homofobik bir alan olarak kuruluyor?

Hayatın tüm alanları gibi spor da cinsiyet ayrımları üzerinden şekilleniyor. Bazı sporlar kadın sporu, bazıları ise erkek sporu olarak nitelendirilirken bu sporların içerdiği bedensel performanslar üzerinden kadınlık ve erkeklik kimlikleri de her an yeniden kuruluyor. Fakat bu bedensel pratiklerin kurucu etkisini sorgulamayan spor kurumları tüm bu ayrımları kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik olduğu varsayılan ayrımlara dayandırıyor. Dolayısıyla spor pratiklerinin var olan cinsiyet rollerini sorgulatan bir yere evrilmemesi için sporcu bedenleri ve pratikleri de sıkı bir kontrol altında tutuluyor. Radikal'deki bir yazısında Canan Koca [[dipnot1]] kadın sporcuların sporcu kimliği ve kadın kimliği arasında yaşadıkları paradoks yüzünden nasıl bedeni aşırı antrenman ile zorlama, aşırı ilaç kullanımı ya da yeme bozuklukları gibi hayati tehlikeler içerebilecek pratiklere yönelebildiğini anlatmış, kadın sporcuların ne çok kadın ne de çok sporcu olmamaları gerektiği üzerinden kurulan baskıyı eleştirmişti. Spor kurumlarının toplumsal cinsiyet bekçiliğinin belki de en ayyuka çıktığı tartışma ise Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin "çift cinsiyetli" kadın sporcuların durumuna dair getirdiği düzenleme ile ilgiliydi. Londra Yaz Oyunları öncesinde gündeme getirilen düzenleme özellikle kadın sporcuları hedef alıyordu ve hiperandrojenizm teşhisi koyulan kadın sporcuların hemcinsleri ile birlikte yarışması engelleniyordu. Olay son kertede kadın sporcuların bedenleri üzerinden yapılacak bir dizi test sonucu ortaya çıkarılan bilimsel verilere dayandırılsa da tüm bu testlerin çıkış noktası oldukça toplumsaldı. Zira tüm bu süreç kadın sporcunun başarısının, görünümünün ve performansının o kadar da "kadınca" bulunmayıp denetlenmesiyle başlıyordu [[dipnot2]].

Futbol erkeklikle en çok özdeşleştirilen spor dalı

Spor faaliyetleri arasında futbol hem hatırı sayılır bir popülerliğe sahip hem de belki de erkeklikle en çok özdeşleştirilen spor dalı. Futbolun erkeklikle bu yakın ilişkisi pek çok alanda aynı anda kuruluyor. Anaakım futbol takımları erkek takımlarından oluşuyor. Kadın futbol fanları her geçen gün artsa da stadyumlar ağırlıkla erkek izleyicilerden oluşuyor. Futbol hakkında yorum yapması makbul ekran yüzleri arasında da kadınları görmek pek mümkün olmuyor. Oyuncusuyla, seyircisiyle, uzmanıyla futbol tarihsel olarak bir erkeklik alanı olarak kuruluyor.

Futbol maçları en güzel stadyumda yoksa maçları satın alan bir kanalla anlaşmış kamusal mekanlarda, en kötü ihtimalle evde izlenir. Maç evde izlenecekse evin "hanımı" tercihen başka yere oturmaya gönderilir, olmuyorsa itinayla ateşli maç izleyicilerine çerez ve meyve getirip götüren, varlığını belli etmeden tüm ihtiyaçları takip eden bir garsona dönüştürülür. 90 dakikalık maçtan sonra maç yorumları ve pozisyon tekrarları mutlaka izlenir. Futbol erkek kardeşliğini pekiştirir, tartışmalı durumlarda tarafları ayrıştırır, safları sıklaştırır. Bizler onlar birbirinden ayrılır, bir pozisyonun farklı yorumu nice arkadaşlıkları bitirir nicelerini başlatır. Bu yüzden de bu alanı onlardan almak da öyle kolay değildir. Zira, oğlan çocukları yürümeye başladıkları an önlerine koyulan topa vurmaları istenir. Erkeklerin futbolla tanışmaları ta o emeklemeden yürümeye geçiş anına tekabül eder ki kadınlar için arayı kapatmak hatırı sayılır bir emek işidir.

Her ne kadar topa vuran bütün çocuklardan "adam gibi vurmaları" yani topa sert vurmaları beklense de futbol aslında oldukça homo-erotik bir alandır. Erkeklerin maç seyrederkenki tepkilerini düşününce o çocuk gibi sevinmelerden birbirinin üzerinde tepinen hallere geçişleriyle, ağlamaları, bağırmaları çağırmalarıyla bir duygu seli izleriz adeta. Kadınlara duygusallık ve irrasyonellik atfedilmesinin ne kadar ironik olduğu bir kez daha ortaya dökülür sanki. Peki erkekler arasındaki temasın ve duygudaşlığın sonsuz olduğu bu alan nasıl oluyor da bir yandan da heteroseksist ve homofobik bir alan olarak kuruluyor? Futbolun bu çetrefilli halini çözmenin yolu belki de içindeki çelişkileri mümkün olduğunca görünür kılmaktan ve başka bir futbol mümkün mü sorusunu sormaktan geçiyor.

Hakem Halil İbrahim Dinçdağ'ın hikayesini merkezine alan Erkeklik Ofsayta Düşünce tam da bu soruyu soruyor ve bu soruyu sorarken aynı zamanda da Dinçdağ'ın hakemlik hikayesi üzerinden eşcinsellerin meslek hayatlarında yaşadıkları ayrımcılıklara dikkat çekiyor. Kitap Yasemin İnceoglu'nun bilgilendirici önsözü ile açılıyor. Türkiye'de eşcinsel hareketin dönüm noktalarını anlatan önsözde LGBT hakları mücadelesine dair detaylı bilgi bulmak mümkün. Yasemin İnceoğlu LGBT'lere karşı her türlü şiddetin nefret suçları kapsamına alınmasının Türkiye'de LGBT hak mücadelesi açısından kritik bir öneme sahip olduğunu özellikle vurguluyor.

Kitabın ikinci bölümünde Bawer Çakır eşcinsel bir birey olarak futbolla imtihanını incelikli bir ironiyle anlatıyor. Yazarın otobiyografisi futbol kültürünün gündelik yaşama ne şekillerde tezahür ettiğini, bu tezahür etme biçimlerinin erkekliğin kuruluşundaki kritik rolünü açıkça gözler önüne sererken, futbolun ve taraftarlığın içerdiği demokratik potansiyele dair bir sürü ipucu veriyor.

Dindarlık mı, dini darlık mı?

Burcu Karakaş'ın Halil İbrahim Dinçdağ ile yaptığı söyleşi ise bir sözlü tarih çalışması şeklinde ilerliyor. Dinçdağ'ın hikayesi futbolda cinsiyetçiliğin ve homofobinin kurumlarını deşifre ediyor. Heteroseksizmin ve erkek egemenliğinin köşe başlarını tutan bu iktidar ilişkilerinin nasıl hakem kurullarından medyaya ve oradan sokak mafyalarına uzanan bir ağda korunduğunu gözler önüne seriyor. Dinçdağ ile yapılan söyleşinin bir diğer önemli yanı ise dindar insanlara dair kurulan birçok önyargıyı boşa çıkarması. Trabzonlu dindar bir ailenin çocuğu olan Dinçdağ bu süreçte ailesinin desteği ile ayakta duruyor. Söyleşide Halil İbrahim'in dindarlık ve dini darlık arasında yaptığı ayrım topluma dayatılan ikiliklerden oldukça farklı bir perspektif sunuyor.

Erkeklik Ofsayta Düşünce kitabı tam da Gezi sürecinde yoğun bir şekilde tartışılan futbolun muhalif potansiyeline dair önemli soruları gündeme getiriyor. Halil İbrahim Dinçdağ'ın verdiği mücadele hem LGBT hak mücadelesi açısından ilham verici hem de futbolun erkek egemenliği ile kurduğu ilişkileri sorgulatması açısından kritik. Kitap okuyucuyu Dinçdağ'ın mücadelesine destek olmaya ve Türkiye'deki kurumsallaşmış homofobiye karşı çıkmaya çağırıyor. Hiçbir şey için geç değil. Ne de olsa top yuvarlak, maç da doksan dakika.