İnsan, Paris’teki saldırıya dair bir kaçınılmazlık hissi duyuyor.

Saldırganların İslamcı fanatikler olması, gazetecilerin ve polisin katledilmesinin Irak ve Suriye’de yürütülen acımasız dini savaşın şimdi nasıl bütün dünyayı etkilediğini gösteriyor. Charlie Hebdo’ya saldıranların Ortadoğu’daki savaşla doğrudan bir bağlantısı olsun ya da olmasın, savaş İslamcı fanatizm için ideal bir fidelik işlevi görüyor.

Şimdi dördüncü yılına giren Irak-Suriye iç savaşından çıkan kıvılcımların şiddeti Batı Avrupa’ya yaymayacağını hayal etmek suçluluk kertesinde naif bir yaklaşımdı. Binlerce genç Sünni Müslümanın İŞİD’le savaşmak üzere zorlu bir yolculukla Suriye ve Irak’a gittiği hatırlanırsa, içlerinden bazılarının ülkelerinde İslam karşıtı olarak değerlendirdiği hedeflere saldırıp dini inançlarını göstermeyi seçmesi her zaman ihtimal dahilindeydi.  

El Kaide tarzındaki hareketlerin ne kadar hızlı yayıldığını, geçen haftaki intihar bombası eylemlerine bakarak ölçebiliriz. Bunlardan birkaçı Charlie Hebdo’dan daha fazla can kaybına neden oldu. Örneğin bugün Yemen’in başkenti Sana’da patlayıcı dolu bir minibüs kullanan bir intihar bombacısı 33 polis akademisi öğrencisini öldürdü.  Salı günü başka bir intihar bombacısı, Bağdat’ın kuzeybatısındaki Anbar eyaletinde bir kasabada 23 Irak askerini ve hükümet yanlısı Sünni aşiret üyesini öldürdü.   

Önceki gün ise Suudi Arabistan Irak sınırında, Suudi Arabistan sınır muhafız kuvveti komutanı ve iki asker ateş açılarak ve bir intihar bombası eylemiyle öldürüldü. Geçen hafta 30 Aralık’ta bir intihar bombası saldırısıyla, uluslararası platformda cihatçı karşıtı olarak tanınan Libya Hükümeti’nin Tobruk’taki binası havaya uçuruldu. 

Bu giderek genişleyen şiddet denizinde, Paris’teki katliamı kim yapmış olursa olsun, Batı Avrupa ülkelerinin etkilenmeden kalması şaşırtıcı olurdu. Modern cihatçı hareketin özelliklerinden biri, hem bir gözdağı ve sindirme yöntemi hem de eylemcilerin dini inançlarına bağlılıklarını sergileme aracı olarak kamuoyunu etkileyecek zalimlikler gerçekleştirmektir. 

Söz konusu özelliği 11 Eylül’de, Irak, Suriye ve Afganistan’daki intihar bombası eylemlerinde ve gazetecilerle yardım görevlilerinin bir ritüel eşliğinde kameraya çekilerek öldürülmesinde gözlemledik. Cihatçılar hükümeti davalarının yayılmasına hizmet edecek şekilde aşırı bir tepki göstermeye sevk edebilirlerse, onların bakış açısından bu ilave bir fayda olacaktı.

İşte George Bush ve Tony Blair 11 Eylül’e, ordularını Afganistan’a göndererek cevap verirken doğduran El Kaide’nin elini güçlendirmiş oldular. Ebu Garip’in gardiyanları, mahpuslara kötü muamele ederken ve CIA onlara işkence yaparken askere alma şubeleri gibi hareket ettiler. 11 Eylül’den 14 yıl sonra El Kaide tarzındaki cihatçı hareketlerin büyümesi, bu stratejinin ne kadar aksi sonuçlar yarattığını gösteriyor.

İslamcı fanatikliğin yayılma eğilimini tersine çevirmek için bir şey yapılamaz mı? Charlie Hebdo katliamının faillerini yakalayıp cezalandırmak, şahadeti inançlarının asli bir unsuru olarak gören insanları caydıramayacaktır. Fakat Suriye’deki savaşa son vermek, hatta şiddetini azaltmak bile şiddete başvuran cihatçılığın boy attığı bulanık suları kurutmaya başlayacaktır.

Savaşın şiddetini azaltmak, ABD, Britanya, Fransa ve müttefiklerinin Başer Esad’ı deviremeyeceklerini kabul etmeleri ve Esad’ın da bütün Suriye’yi geri kazanamayacağını kabul etmesi demek. Suriye Hükümeti’yle cihatçı olmayan isyancılar arasında ateşkes sağlanmalı. Böylece Suriye’de iktidar paylaşılmış olacak ve ilk kez Şam, Bağdat ve Paris’teki hükümetler şiddete başvuran Sünni cihatçılığa karşı birleşebilecek.