Bu çeviri AlternatifSiyaset.Net sitesinden alınmıştır. 

Yaşanan olay korkunçtu. Olay dünyanın birçok yerinde, en çok da karikatüristler tarafından ifade edilebilecek en keskin dille kınandı. Bu vahşeti planlayanlar hedeflerini de gayet özenle belirlemişlerdi. Bu tür bir eylemin muazzam bir dehşet yaratacağını elbette biliyorlardı. Onlar için önemli olan şey öldürdükleri kişi sayısı değil sağladıkları üstünlüktü. Olayın ardından kendilerine gösterilen tepki onları şaşırtmayacak ya da kızdırmayacaktı. 'Kâfirlerin' dünyası onların umurunda bile değildi. Bunu gerçekleştirenlerin Sorbonne'un Ortaçağ engizitörlerinin tersine, kitapçılara ya da yayınevlerini taciz edecek, kitapları yasaklayacak ve yazarlara işkence yapacak yasal ya da dini bir yetkileri yoktu. Bu yüzden de biraz daha ileri giderek katliam yapılmasını emrettiler.

Peki ya nefer durumu? Genç kadın ve erkekleri bu tür grupların ağına düşüren şey, atalarının topraklarının uzun süreden beri sömürgecilikle yönetilmesinin sonucunda var olan ve kendilerinin de yaşamlarını sürdürdükleri Batı dünyasının yaratımlarıdır. Irak savaşının görüntülerini, özellikle Ebu Garip'te yapılan işkenceleri ve Felluce'de Irak vatandaşlarının soğukkanlılıkla öldürülmelerini görene kadar Parisli kardeşler Şerif ve Said Kouachi'yi sadece uzun saçlı, esrar ve başka maddelere bağımlı keşler olarak tanıyorduk.

Buradan sonra teselliyi camilerde aradılar. Burada hem İslam dünyasında hem de son zamanlarda daha çok Avrupa ile Kuzey Amerika'daki gettolarda yaşayan genç nüfusu birer nefer yapmak ve kendi egemenlikleri altında tutmak için Batının terörle savaşını kendileri için altın bir fırsat olarak gören yobazlar tarafından radikalleştirildiler. İlk olarak Amerikalıları öldürmek için Irak'a yollandılar; daha yakın zamanda ise Esad'ı devirmek için Suriye'ye (Fransız Devleti'nin de görmezden gelmesiyle). Bunlar gibi genç erkeklere silahları etkili bir şekilde nasıl kullanacakları öğretildi. Eve geri dönüklerinde ise bu bilgiyi zor zamanlarda kendilerine zulmettiklerine inandıkları kişilere karşı kullanmak için artık hazırdılar. Onlar zulme uğramışlardı. Charlie Hebdo ise onlara zulmedenlerin vücut bulmuş haliydi. Yaşanan bu dehşet bizi gerçeği görme konusunda körleştirmemelidir.

Charlie Hebdo, Muhammed'i hedef göstererek inançlı Müslümanları tahrik etmeye devam edeceği konusunda niyetini açıkça dile getirmişti. Müslümanların çoğu buna fena halde kızdı, ancak bu hakareti görmezden geldiler. Dergi, Danimarka gazetesi Jyllands-Posten'nin 2005 yılında bastığı, Muhammed'in Pakistanlı bir göçmen olarak betimlendiği karikatürleri yeniden yayımladı. Danimarka gazetesi, Musa ya da İsa'yı benzer şekilde betimleyen herhangi bir karikatürü asla basmayacaklarını itiraf etti (belki de böyle bir şeyi önceden yapmışlardı: Örneğin Nazi Almanya'sını destekleyen makaleleri kesinlikle yayımlamıştı). Fakat Charlie Hebdo, tüm inançlara karşı cumhuriyetçi laik değerleri savunma misyonu üstlenmişti. Katolik kilisesine saldırdığı zamanlar da oldu, ancak Yahudiliğe hiç bulaşmadı (hem de İsrail'in Filistinlilere defalarca saldırması bunun için eline bir sürü koz verdiği halde); mizahını İslam üzerine kullanmaya odaklandı. Bugün Fransız laikliği, İslami olmadığı sürece her şeyi kapsayabilir. Son zamanlarda İslam'ın kötü görülen taraflarını alenen göstermek, Fransa'da aralıksız devam eden bir olguya dönüştü. Michel Houellebecq'in yeni romanı Soumission da (İslam sözcüğü 'teslimiyet', 'itaat' anlamına gelir) bu alandaki son salvoydu. Kitap ülkenin, Müslüman Kardeşliği diye isimlendirdiği bir topluluğun seçtiği bir başkan tarafından yönetildiği öngörüsünde bulunuyor. Charlie Hebdo'nun, saldırıya uğradığı gün Houellebecq'i yerdiği bir kapak yayınladığını unutmamamız gerekir. Sonuçlarını ne olursa olsun bir şeyi yayınlama hakkını savunmak ayrı bir konu. Ancak her tarafa yayılmış olan İslamofobinin mağdurları olan kişileri sistematik şekilde hedef gösteren hicivsel bir yayın organını kutsallaştırmak, kendisine karşı düzenlenen terör eylemini haklı göstermek kadar aptalcadır. Biri, diğerini besliyor.

Fransız yasaları, kargaşa veya şiddet tehlikesi olduğu takdirde özgürlüklerin askıya alınmasına imkân tanır. Şimdiye kadar bu hükme (anti-Semitik esprileriyle tanınan) komedyen Dieudonné'nin halka açık gösteriler yapmasının ve Filistin yanlısı gösterilerin yasaklanması için başvuruldu. Fransa böyle bir şey yapan tek Batılı ülkeydi. Bu tür olayların Fransız halkının çoğunluğu için sorun teşkil etmediği ayan beyan ortadadır. Sadece Fransa da değildir söz konusu olan: Müslüman tutukluların (cesur Polonyalılar ve İşçi Partisi'nin yönetimindeki Birleşik Krallık başta olmak üzere) birçok AB ülkesi tarafından ABD'ye teslim edildiği ve CIA tarafından işkence edildiği ortaya çıktığında Avrupa'nın hiçbir yerinde gece meşaleli nöbetler ya da kitlesel yürüyüşleri görmedik. Bu örnekte hicivden biraz daha fazlası söz konusu.

Özgürlüğü ölümüne savunduklarını söyleyen kendini beğenmiş laik liberallerin, tüm olanların İslam'la hiçbir ilişkisi olmadığı konusunda alabildiğine saçmalayan liberal Müslümanlardan aşağı kalır bir yanı yok. İslam'ın değişik çeşitleri var (Irak'ın işgali İŞİD'in ortaya çıkmasını sağlayan Suni-Şii savaşını tırmandırmak üzere bilinçli olarak kullanıldı). Bu durumda 'gerçek' İslam adına konuştuğunu iddia etmek oldukça anlamsız. İslam tarihi en başından beri hizip mücadeleleriyle doludur. Dış istilalar kadar İslam içerisindeki fundamantalist akımlar da geç Ortaçağ dönemindeki kültürel ve bilimsel ilerlemeleri yok etmekten sorumludur. Bu tür farklılıklar mevcudiyetini korumaya devam ediyor.

Tam da bu sırada Hollande ve Sarkozy ulusal birlik yürüyüşüne önderlik edeceklerini açıkladılar (Cameron da aynı yürüyüşe katılıyor). Fransız bir dostumun bana yazdığı gibi, 'Charlie Hebdo'nun "kutsal bir birliğe" neden olacağı fikri, en sinik 68-sonrası özgürlükçü yerleşik düzen karşıtlarını bile kuşku içinde soluksuz bırakacak tarihi ironilerden biri olmalı.'