*Bizi gömmek istiyorlardı, ama bizlerin birer tohum olduğunu bilmiyorlardı.

İspanya'da bir şeyler oluyor. Sadece bir yıl önce, tamamıyla sol görüşlü bir programla kurulmuş bir parti olan Podemos şimdi bir seçim yapılsa İspanya Meclisi'nde çoğunluğu elde edebilir. 25 Ocak'ta yapılan Yunanistan seçimlerinde elde edilen Syriza zaferi sonrasında, Podemos'un gelecek yıl İspanya milletvekili genel seçimlerinde benzer bir başarı kazanıp kazanmayacağı ile ilgili spekülasyonlar artmış durumda. Peki partinin başarısını fitilleyecek şey ne?

Podemos'a verilen destek, liderliğini Mariano Rajoy'un yaptığı muhafazakâr Halk Partisi'nin izlediği politikalarla karmaşık bir bağlantı içinde. Bu politikalar, 1978 yılında demokrasinin İspanya'da tesis edilmesinden bu yana kamu sosyal harcamalarındaki en büyük kesintileri kapsadı ve zaten yetersiz kaynak ayrılan İspanyol refah devletini ortadan kaldırmayı amaçladı. Aynı dönemde Halk Partisi tarafından işgücü piyasası koşullarını ciddi anlamda kötüleştiren, çalışanlarla ilgili şimdiye kadarki en katı reform politikası izlendi. Ücretler, 2007'de Büyük Durgunluğun başlamasından bu yana yüzde 10 oranında düştü ve işsizlik oranı tüm zamanların rekorunu kırarak (genç nüfus arasında yüzde 52 olmak üzere) yüzde 26'ya ulaştı. Geçici ve güvencesiz çalışma oranı arttı; öyle ki işgücü piyasasındaki yeni sözleşmelerin çoğunluğu bu koşulları taşıyan işler üzerinden yapılıyor (bir başka deyişle, tüm sözleşmelerin yüzde 52'sinden fazlası geçici ve güvencesiz çalışma koşullarını kapsıyor). İşsizlerin yüzde 66'sının işsizlik sigortası yok ve herhangi bir sosyal almıyorlar.

Bu önlemler, uzun vadeli durgunluğun temel sebebi olan iç talep eksikliği açısından büyük bir sorun teşkil etti. Öncelikle petrol fiyatlarındaki düşüş, Euro'nun değer kaybetmesi ve Avrupa Merkez Bankası'nın (AMB) kamu tahvilleri satın alma taahhüdünden dolayı ancak son zamanlarda, o da çok sınırlı bir büyüme görüyoruz. İspanyol Hükümeti bu kısa süreli toparlanmanın kendi politikalarının sonucu olduğunda ısrarcı olsa da, bu politikaların hiçbirini hayata geçiren hükümet olmadı.

Söz konusu politikalar, Avrupa Konseyi, Avrupa Komisyonu, (AMB) aracılığıyla Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından teşvik edildi. Aynı politikalar İspanya'da, finans sermayesi, büyük şirketler ve onların politik aracı olan Halk Partisi'nin desteği ve teşvikiyle uygulandı. İspanyol sağı ise, ücretlerin düşürülmesini ve refah devletinin giderek ortadan kaldırılmasıyla birlikte sosyal korumanın zayıflamasını sağlayarak her zaman gerçekleşmesini istediği şeyi elde etmiş oldu. Söz konusu sağ politikalar, Avustralya'da gerçekleştirilen son G-20 toplantısının katılımcıları tarafından tüm ülkelerin izlemesi gereken bir strateji olarak sunuldu ve İspanya model ülke olarak övüldü.

Kesintiler neden yapıldı?

Kamu harcamalarındaki kesintiler kadar ücretlerin düşürülmesi ve ücret alanların sayısının azaltılması da iç talepte ve bunun sonucu olarak ekonomik büyümede muazzam bir düşüşe sebep oldu. Ücretlerin azalması demek, ailelerin, küçük ve orta ölçekli işletmelerin yüksek oranlarda borçlanması demektir. Borç aşırı derecede artmış durumda. Bu, aynı zamanda, bankacılığın aşırı derecede büyümüş olduğu anlamına geliyor (İspanya, Avrupa'daki en büyük bankacılık sektörüne sahip ülkelerden biridir; orantısal olarak düşünüldüğünde İspanya'da bankacılık, ABD'dekinin üç katı oranında bir büyüklüğe tekabül ediyor). Ne var ki üretim ekonomisinin düşük kârlılığı, spekülasyon amaçlı bankacılık yatırımlarında büyük bir artış anlamına geldi ve bu spekülatif yatırımlar, içlerinde en önemlisi konut balonu olmak üzere, devasa balonların ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.

José Luis R. Zapatero bile böyle bir büyümenin yaşandığı dönemde, vergilerin azaltılması gerektiğini belirtmişti. O dönemdeki sloganı, "vergilerin azaltılması solun görevi olmalıdır" olmuştu. Zapatero, öncelikle sermaye gelirleri ve yüksek gelirler üzerinden alınan vergileri ciddi oranda indirdi. Bu sloganı 2005 yılında duyurdu ve 2006'da da vergi indirimlerini kapsayan Vergi Reform Yasası'nı meclisten geçirdi. 2007 yılına gelindiğinde ise balon patladı ve devlet gelirlerinde 27 milyar Euroluk muazzam bir açık meydana geldi. Maliye Bakanlığı istatistik dairesindeki ekonomistlerine göre, bu açığın yüzde 70'i vergi indirimlerinden kaynaklanırken sadece yüzde 30'u Büyük Resesyon'un başında ekonomik faaliyetlerin azalmasından kaynaklandı.

Kamu harcamalarındaki kısıntılar işte böyle başladı: Çok fazla harcama yapıldığı için ülkenin tasarruf tedbirlerine gitmesi gerektiği şeklindeki sahte argümanın desteğiyle. Aslında kriz baş gösterdiğinde İspanya devletinin kamu bütçesi fazla veriyordu. Hatta gerçek şu ki İspanya'nın kamu harcamaları çok düşüktür: Ekonomik kalkınma seviyesinin gerektirdiğinden çok daha düşüktür. Dolayısıyla kamu harcamalarındaki kesintiler, bu müdahalelerin politik niteliğini açıklıyor.

Zapatero, 1,5 milyar Euro tasarruf etmek için kamuda çalışanlara ödenen emeklilik maaşlarını dondurdu. Oysa veraset vergisindeki indirimi geri alarak (2,3 milyar) ya da yılda 120.000 Euro kazanan bireylerin gelir vergisindeki indirimi geri alarak (2,2 milyar) ve kaldırmış olduğu emlak vergisini yeniden getirerek 2,5 milyar Euro elde edebilirdi. Bu kesintiler, daha sonra Ulusal Sağlık Hizmetleri'nden 6 milyar Euro kesinti yapan Rajoy tarafından daha da kapsamlı hale getirildi. Rajoy da, Zapatero gibi, "başka seçenek yoktu" diye vurgulamıştı; resmi beyanlarda en sık kullanılan cümle.

Tabii ki başka seçenekler vardı. Rajoy kendisinin onayladığı, büyük şirketlere yapılan sermaye gelir vergisi indiriminden vazgeçebilir, böylelikle 5.5 milyar Euro elde edebilirdi. Zaten bu konu hakkında Juan Torres ve Alberto Garzón'la beraber "Başka Seçenek Var" adında bir kitap yazdım ("Başka Seçenek Var: İspanya'da İstihdam ve Müreffeh Bir Toplum Yaratma Önerileri"). Bu kitap net ve inandırıcı rakamlarla aslında izlenilen politikaların dışında başka seçenekler olduğunu gösteriyordu. İspanya'da en çok satanlar arasında girdi ve Indignados hareketi ("Haksızlığa Karşı Olanlar") kitaptan geniş ölçüde faydalandı.

Indignados (Haksızlığa Karşı Olanlar) Hareketi

İlk olarak Sosyalist Hükümet (PSOE) ve daha sonra da Muhafazakâr Hükümet (PP) tarafından uygulanan kamu sosyal harcamalarındaki kesintiler ve işgücü piyasasına dönük üç reform paketi çok sayıda vatandaşı kızdırdı; zira alınan önlemlerden hiçbiri halk nezdinde sahici bir meşruiyete sahip değildi. Hükümeti kuran partilerin seçim programında bu politikalardan hiç birinden söz edilmiyordu. Bunun üzerine Indignados hareketi ortaya çıktı ve çok hızlı şekilde ülkenin her tarafına yayıldı. Hareketin, "Onlar, siyasi sınıf, bizi temsil etmiyor" şiarı çok popüler oldu. Sonuç olarak devlet kurumları meşruiyetini kaybetmeye başlarken devlet hareketi bastırma yoluyla karşılık verdi. Yine de bu önlem Indignados hareketini durdurmadı: liderlerinin çoğu genç insanlardı ve bundan dolayı krizden bir hayli etkilenmişlerdi.

Indignados hareketi, yeni bir demokratik düzenin kurulması ve 1978 rejimine son verilmesi (diktatörlük sona erdiğinde 1978 yılında kurulan siyasal sistem) çağrısında bulunan ikinci bir geçiş talep etti. Bunun nedenini, mevcut temsili kurumların yerine yeni kurumların oluşturulması ve yeni kurumların referandumlar ve/veya halk meclisleri gibi diğer demokratik katılım biçimleriyle tamamlanması ihtiyacı olarak açıkladı. Amaç, referandumlar gibi doğrudan yurttaş katılımı biçimleri ve ayrıca temsili demokrasi gibi dolaylı katılım biçimleriyle sahici bir demokratik sistem kurmaktı. Bu sistem, siyasi partilerin şimdi olduklarından çok daha daha demokratik olmasını sağlayacaktı.

Hareket, "Başka seçenek yok" sloganına bir karşı çıkışı başlangıç noktası haline getirerek inanılmaz bir etki yarattı. Hatta Indignados hareketi liderleri, bir gösteriyi kontrol etmeye çalışan polisin önünde "Başka Seçenek Var" adlı kitabımızı gösterdi. Kitabı gösteren binlerce insanın fotoğrafı hareket içerisinde geniş ölçüde dağıtıldı ve basında da yer aldı. Liderlerin asıl amacı, gerçekte başka seçenekler olduğunun altını çizmek ve halk desteğinden yoksun politikaları zorla kabul ettirmeye çalışan devletin meşruiyetini sorgulamaktı.

Yeni bir siyasi parti olarak Podemos

Indignados, protestoların yanı sıra siyasi arenaya da müdahale etmek zorunda olduğunun farkına vardı ve Podemos'un çıkış noktası esasında bu oldu. Podemos liderleri, hareket içerisinde öncü rol oynayanlar arasından seçildi. Bu liderlerden bazıları İspanya'nın en büyük devlet üniversitelerinden biri olan Complutense'de Siyasi ve Sosyal Bilimler Bölümü'nde genç öğretim üyeleriydi. Çoğu, İspanyol Komünist Partisi'nin gençlik hareketi içerisinde yer almıştı.

Nereden gelirlerse gelsinler hepsi, sorunun kökeninde, devletin, iki büyük partiden –liberal-muhafazakâr parti (PP) ve sosyalist parti (PSOE)– bir politikacı sınıf tarafından kontrol edilmesinin yattığının farkındaydılar. Bu iki büyük parti, devlet kurumlarını çürüten başlıca finans ve bankacılık kuruluşlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıydı. Bu yüzden de "bankacıların değil halkın Avrupa'sı" şiarıyla demokratik bir devlet ve demokratik bir Avrupa'nın tesisi çağrısında bulundular.

2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılıp umduklarından çok daha fazla oy aldılar. Daha önemlisi kamuoyu araştırmaları desteğin muazzam şekilde büyüdüğünü gösteriyordu, öyle ki 2014 yılının sonunda İspanya'nın iktidar partisi bile olabilirdi. Bu kadar kısa sürede gerçekleşmesine ihtimal vermedikleri bir durumdu bu. Parti'nin "Oyunuzu kast sistemine karşı kullanın: Hepsini bulundukları yerden aşağıya indirin" mesajı seçmenler arasında derin yankı uyandırdı. İnsanların büyük çoğunluğunun siyasi kurumlar ve medya kurumlarından bıktığı ve yeni bir alternatif için yüzünü Podemos'a çevirdiği gün gibi ortada.

Buna rağmen gelinen noktada parti henüz açıkça tanımlanmış bir yapıya sahip değil. Bu durum, liderlik tarafından geliştirilecek bir çerçeve içerisinde meclis modeline dayalı bir parti örgütlenmesi oluşturmayı acil bir ihtiyaç haline getirdi. Parti programı hazırlamak için, seçilmesi halinde Podemos hükümetinin yürürlüğe sokacağı ekonomik programın taslağının formüle edilmesini benden ve Juan Torres'den ("Başka Seçenek Var" kitabının eş yazarı) istediler. Bu taslak, Parti bünyesindeki tüm tartışmaların dayanacağı zemini teşkil edecekti. "Krizi Sona Erdirmek ve Adalet, Refah ve Yaşam Kalitesini Arttırmak için Ekonomiyi Demokratikleştirme İhtiyacı: İspanyol Ekonomisinin Sorunlarını Çözmek İçin bir Tartışma Başlatma Önerisi" başlığı, söz konusu çalışmanın amacını açıklıyor. Bu belge, Halk için Ekonomi Projesi başlığıyla Podemos tarafından yaygın şekilde dağıtıldı ve şu ana kadar yarattığı etki muazzam boyutta.

Podemos sözcüsü Pablo Iglesias'ın, teklifin yazarları olarak bizimle beraber yaptığı sunum, İspanya'da ana gündem oldu. Başlıca iktidar partilerinin (PP ve PSOE) fikir adamları ve sözcüleri kadar ana-akım ve ekonomi medyasının husumeti, bu belgeye karşı –ve aslında yazarlarına karşı– çok hafife alınmayacak bazı saldırılara sebebiyet verdi. Avrupa'da ise Bundesbank Başkanı, bu belgede öne sürülen tekliflerin İspanya ve Avrupa ekonomisi için sakıncalı olacağını belirtti. Ancak tüm bu eşi görülmemiş olumsuz tepkilerin yanı sıra belgenin sunumunun, İspanya sokaklarında dikkate değer olumlu bir yansıması da oldu; hâkim ideolojiyi sorgulayarak ekonomiyle ilgili tartışmaların niteliğini değiştirmeye de büyük katkı sağladı.

Hazırladığımız bu belge, gelecekteki Podemos hükümeti için bir bütçe olmaktan çok izlenecek stratejik hatları gösteriyor. Krizin sebeplerinin analizi; finansal, ekonomik ve siyasi krizin sorumlusu olan eşitsizliğin müthiş büyümesine odaklanıyor. Bu analizin odak noktası, emeğe karşı sermaye (finans sermayesinin hegemonyası altındaki sermaye) çatışmasıdır. Bu çatışma, ücretlerin düşmesi, işsizlik oranındaki artış ve kamunun sosyal harcamalarındaki kesintilerin sonucunda iç talepte büyük bir düşüşe yol açtı. Bundan dolayı teklifler, iç talebi arttırarak (ücretlerin artması ve istihdamın büyümesi yolu ile) ve kamu harcamaları ve yatırımlarını genişleterek (özellikle de sosyal altyapı) eşitsizliğin büyümesini tersine çevirmeyi hedefliyor.

Hazırladığımız belge, küçük ve orta ölçekli şirketlere ve ailelere kredi sağlamanın bir yolu olarak kamu bankacılığının genişletmek gerekliliğini de vurguluyor. Podemos, PP ve PSOE tarafından onaylanan politikaları tersine çevirerek haftalık mesaiyi 35 saate ve emeklilik yaşını da 67'den 65'e düşürmeyi teklif ediyor. Söz konusu programın etkisi, sermaye aleyhine emeği güçlendirmek olacak. Üstelik istihdamı arttırmanın bir yolu olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini düzeltme ihtiyacını da gayet açık şekilde gösteriyor. Ayrıca ülkenin maliye politikası ve vergilerin indirilmesi yolsuzluğuyla ilgili geniş çaplı değişiklikler talep ederek tüm önerilerin nasıl finanse edileceğini de ortaya koyuyor.

Podemos'un bu başarısının izahı nedir?

Bu soruya cevap vermek basit. Podemos'un "la casta", yani kast sistemi dediği şeye karşı büyük bir öfke var. Bu öfke, ülkenin siyasal ve medya kurumlarına hâkim olan başlıca finansal ve finans-dışı şirketlerle sıkı bir suç ortaklığı geliştirmiş olan siyasi yapıdaki yönetici seçkinleri de kapsıyor. "Hepsini oldukları yerden aşağıya indirin" çağrısı, İspanyol halkının çoğunluğu arasında genel bir desteğin doğmasını sağlıyor.

Üstelik Podemos, sınıf mücadelesini en yukarıdakilerle halk arasındaki çatışma şeklinde yeniden tanımlayarak insanların sempati duyduğu bir dil kullanıyor; çeşitlilik içeren bir destek tabanını harekete geçiren bir anlatı. Kaldı ki Podemos demokrasi çağrısını stratejisinin merkezine koyuyor; referandumlar ("karar verme hakkı" olarak tanımlanıyor) ve dolaylı ya da temsili demokrasi gibi farklı katılım modellerini bünyesinde barındıracak şekilde demokrasiyi yeniden tanımlıyor. Podemos'un İspanya'nın üniter-ulus devlet görüşünden koparak İspanya'da yaşayan farklı uluslar için kendi kaderini tayin hakkını kabul etmesi, demokrasiye sıkı sıkıya bağlılığının bir sonucudur.

İspanya'nın bu şekilde "çokuluslu" bir devlet olarak anlaşılması, geçmişten beri tüm sol görüşlü partilerin (PSOE dahil) talebi olmuştur; ancak sosyalist parti, demokrasiye geçiş sürecinde (Franco tarafından atanan) Kral ve ordu yüzünden bu talepten vazgeçmiştir. Katalan nüfusunun kendi kaderini tayin etme hakkıyla ilgili halk nezdinde muazzam destek bulan talebi (bu talep, bağımsızlık çağrısı ile karıştırılmamalıdır; Katalanların % 82’si ilkini, % 33’ü ise ikincisini destekliyor) merkezi hükümet içerisinde büyük bir gerilime neden oldu ve bugünlerde pek rağbet görmüyor.

Podemos’un başarısı, İspanya (ve Avrupa) yerleşik düzeni için büyük bir tehdit haline geldi. Bugün baskıyı daha da güçlendiren yasaları meclisten geçiren İspanya’daki finansal, ekonomik, siyasi kurumlar ve medya kurumları savunma durumunda ve panik içerisinde. Özellikle İspanya’daki büyük bankaların başkanları oldukça huzursuz. Geçen yıl Eylül ayında ölen İspanyol bankacılık grubu Santander’in yönetim kurulu başkanı ölmeden kısa süre önce çok kaygılıydı; Podemos ve Katalonya’nın İspanya için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekmişti. Tabii ki sözünü ettiği şey onun İspanya’sıydı. Ve haklıydı da. Gelecek pek çok şeye gebe. Gramsci’nin bir zamanlar söylediği gibi, bir sonraki aşamanın ne olacağını açık şekilde göremediğimiz bir sürecin sonuna geldik Avrupa, İspanya ve Katalonya bir çağın sonuna geliyor. Bu açık. Bilmediğimiz şey ise bu çağın yerini neyin alacağı.

Vicente Navarro – Pompeu Fabra Üniversitesi Katalonya 

Vicente (Katalanca’da Vicenç olarak telaffuz edilir) Navarro, ABD’de bulunan The John Hopkins Üniversitesinde ve İspanya’daki Pompeu Fabra Üniversitesinde Kamu Politikası ve Sosyal Politika profesörüdür. Navarro, aynı zamanda Barselona’da bulunan Kamu Politikası Merkezinin müdürü olarak görev yapmaktadır. Çoğunlukla Avrupa ve İspanya ile ilgili yazılar yazar. Azalan Refah, Yarım Kalan Demokrasi: Ülkemizde Ne Olup Bittiği ile ilgili Bilmediklerimiz Üzerine adlı kitabı (İspanya’da Pulitzer ödülüne eşdeğer bir ödül olan)Anagrama ödülüne layık görüldü.

Bu yazı AlternatifSiyaset.Net sitesinden alınmıştır.