Taylan Doğan: Neden uluslararası finansal güç merkezleri ılımlı bir enflasyon oranından bile bu kadar korkuyorlar? Neden bu ülkelerin neredeyse tümünde merkez bankalarına ”enflasyon hedeflemesi” görevi verilmiş? Uluslararası finans çevreleri neden büyümeyi destekleyecek, kemer sıkma karşıtı politikaların eşlik ettiği bir ılımlı enflasyona karşılar?

Robin Hahnel: Eğer enflasyon beklenenin üstünde ise borç verenler reel olarak beklediklerinin altında bir getiri elde ederler, borç alanlarsa reel olarak ödemek zorunda olduklarını düşündükleri miktarın altında borç öderler. Genellikle de zenginler borç verir geriye kalan bizler de borç alırız. İste bu zenginlerin –yani uluslararası finans endüstrisinin hizmet ettiği müşterilerin- enflasyon oranlarının düşük tutulması için bizlerden daha fazla kaygılanmalarının birinci sebebi budur.

Ancak ikinci bir sebep daha var. Çoğumuz için temel amaç makul bir gelir elde etmektir. Dolayısıyla çoğumuz ekonominin tam kapasite üretim yapmasını böylece tam gelir elde etmeyi isteriz. Çoğumuzun ilk elde durgunluk dönemlerini engelleyecek ve bu dönemleri mümkün olduğunca kısaltacak politikalarda çıkarının olmasının sebebi budur. Çoğumuzun son seksen yılın en büyük küresel durgunluğu sırasında büyümeyi destekleyecek politikalarda büyük çıkarımızın olmasının sebebi budur.

Ancak zenginlerin temel amacı servetlerinin değerini korumak ve büyütmektir. Bu da ekonomi tarafından üretilen geliri maksimize etmek ile aynı şey değildir. Zenginler durgunluk dönemlerinde eğer gelirden aldıkları payı yeterince arttırabilirlerse tüm gelir düşse bile kendi gelirlerini arttırabilirler. Daha da önemlisi ekonomi tam kapasite ile üretiyor olsa da olmasa da mevcut gelir yeniden dağıtılabilir. Dolayısıyla zenginlerin mevcut zenginlikten daha büyük bir pay almalarına izin veren koşullar üretim açısından düşük bir ekonomik performansa tekabül ediyorsa zenginler –ve onları temsil eden uluslararası finans endüstrisi- ekonomik performansı arttırmak için bir aciliyet hissetmeyecektir.

Merkez bankalarının izlediği politikalar bu çıkar çatışmasının nasıl işlediğine mükemmel bir örnek teşkil eder. Enflasyon hedeflemesi zenginlerin çıkarına hizmet eder ve onlar adına finans endüstrisi tarafından talep edilir. İşsizliği hedef alan politikalar ise işçilerin çıkarına hizmet eder. ABD’de Federal Reserve Bank’ın [FED: ABD Merkez Bankası -ç.n.]enflasyonu ve işsizliği kontrol altında tutacak parasal politikalar geliştirme yükümlülüğü vardır. Ancak FED, yalnızca enflasyon hedeflemesi yaptığını ve işsizliğe de çok az önem verdiğini geçtiğimiz kırk yıl boyunca giderek artan bir ölçüde açıkça ortaya koymuştur.  Avrupa Merkez Bankası (ECB) ise yalnızca enflasyon hedeflemesi yapma yükümlülüğü altındadır –İspanya ve Yunanistan’da işsizlik ’leri aşarken yaptığı tam da budur. Pratikte çok az fark var. Ancak kâğıt üstünde görülebilecek bu fark, çoğunluğun lehine yalnızca zenginlerin çıkarlarını kollayan bir ekonomi olan neoliberalizmin yükselmesinin bir yansımasıdır. ECB’nin yükümlükleri neoliberalizmin çok daha güçlü olduğu yakın bir tarihte yazılmıştır. Diğer ülkelerde de merkez bankalarının yalnızca enflasyon hedeflemesi yapması ve medyanın da merkez bankaları için en sorumlu davranış buymuş gibi bir tavır alması neoliberalizmin küresel olarak artan gücünün başka bir göstergesidir.

TD: Neoliberalizm neden altyapıya yönelik kamu harcamalarına ve talebi arttırmak için kamu çalışanlarının maaşlarının yükseltilmesine düşmanca yaklaşıyor? Kamu harcamaları uluslararası finansal güç merkezleri için ne tehlike arz ediyor?

Eğer neoliberalizmin kapitalizmi yalnızca zenginlerin çıkarları için çalıştırmak anlamına geldiğini kavrarsak neoliberalizmin zenginler yerine halkın çoğunluğunun yararına olacak herhangi bir şey için kamu harcamalarına neden karşı olduğunu da görürüz. Zenginler kamu çalışanlarının maaşlarının artmasını istemez, çünkü (a) kendileri kamu çalışanı değildir, (b) kamu çalışanlarına daha fazla maaş verilebilmesi için ödedikleri vergiler artacaktır, (c) eğer kamu çalışanları daha fazla maaş alırlarsa özel sektördeki işverenler –onlar da zengindir- de kendi çalışanlarına daha fazla maaş ödemek zorunda kalır. Altyapıya para harcamak daha karmaşıktır. Kamu harcamalarının önemli bir kısmı zaten şirketlerin refahı içindir ve hükümet ihalelerinden fayda sağlayan büyük şirketler bu gibi harcamalara itiraz etmezler. Şirketlerin refahı için yapılan en bariz kamu harcamaları askeri silah sistemlerine yapılan harcamalardır ki bu tür harcamalar neoliberal bütçe kesintilerinde hedef tahtasına pek de konmaz. Altyapı harcamaları da hükümet ihalelerini alanlara büyük kârlar sağlayabilir. Başka şirketlere de içinde daha kârlı işler görebilecekleri bir ortam sağlaması anlamında aslında bu şirketler için bir sübvansiyon işlevi görür. Dolayısıyla neoliberaller her durumda altyapı için kamu harcamalarına karşı düşmanca yaklaşmazlar. Bu türden harcamalara, istihdamı arttıracak bir programın parçası oldukları zaman karşı çıkarlar, çünkü gevşek bir emek piyasasını tercih ederler.

Mevcut durumda herhangi bir ülkede iktidara gelecek olan bir radikal sol partinin işsizliği azaltmak ve çoğunluğun yaşam standartlarını yükseltmek için genişlemeci parasal ve mali politikalar izleme konusunda ne kadar şansı var? Solcu bir hükümet halkın taleplerini karşılamak için hangi spesifik mekanizmaları kullanabilir? Solcu bir hükümetin yapabileceklerinin sınırı nerededir?

Bu soruyu daha spesifik hale getirebiliriz, şöyle ki: eğer Yunanistan’da SYRIZA, 17 Haziran’daki son seçimlerde %2 daha fazla oy alsaydı ne olurdu? Çünkü bu gerçekleşseydi, SYRIZA tam da sizin sorduğunuz türden politikaları hayata geçirmeyi vaat etmiş, gerçekten de radikal sol bir koalisyon hükümeti kurabilecekti.

İlk önce şunu söylememe izin verin: Hepimiz SYRIZA’nın seçimi kazanamamış olmasına üzülmeliyiz. Hepimiz Yunanistan’da radikal sol bir hükümetin iktidara gelip de Yunanlıların çoğunun içinde yaşadığı çok kötü koşulları değiştirmek için gerekli politikaları hayata geçirememiş olmasına üzülmeliyiz. Pek çok solcu SYRIZA türünden seçim girişimlerini desteklemekte çekince gösterirler. Bazıları hükümetin çoğunluğun koşullarını iyileştirmesini istemez, çünkü eğer koşullar daha da kötüleşirse insanların daha radikal bir sistem değişikliğini destekleyecekleri ve bunun sonucunda oluşan kaosun çoğunluk desteğinden yoksun politik grupları –yani kendilerini- iktidara getireceği hayalini kurarlar. Bazıları ise hükümetin halkın koşullarını iyileştirmeye çaba göstermesini istemez, çünkü sözünü ettiğiniz “kısıtlar” nedeniyle bunu yapmakta başarısız kalacağından korkarlar. SYRIZA türünden bir hükümetin iktidara gelmesi için gerekli koşulları yaratmak üzere çaba göstermemek için öne sürülen her iki bahane de fena halde yoldan çıkmıştır. Solun kenarda durup da insanların daha da sefalete batmasını alkışlayarak sıradan insanların desteğini kazanamayacağını öğrenmesi gerekir. Solun insanlara faydası olacak politikaları hayata geçirmesini engelleyen başarısızlık korkusunu yenmesi lazım.

Öyleyse SYRIZA ne yapacaktı? Ödenemeyen ulusal borcu reddedecekti. Bankaları millileştirecekti ve daha fazla sermayenin yurtdışına kaçışını engelleyecekti. Kamu çalışanları için ücretleri ve emekli maaşlarını ve toplumsal refah programlarını eski düzeyine getirecekti. Vergi kaçakçısı zenginlerin peşine düşecek ve zenginler üzerindeki vergileri arttıracaktı. Gemicilik sanayiindeki şirketlere vergi muafiyeti getiren yasaları kaldıracaktı. Ancak Avro bölgesinden gönüllü olarak ayrılmayacaktı.

ECB, AB, IMF ve sermaye piyasaları ne tepki verecekti? Sınırlar hakkındaki sorunuzla aslında bunu soruyorsunuz. SRYIZA’nın başını çektiği hükümet mevcut kemer sıkma anlaşmasını iptal eder etmez ve ödenemeyen borcu ödemek gibi bir niyeti olmadığını belli eder etmez dış güçler bir seçim yapmak zorunda kalacaktı: Ya Yunanistan’ın çok daha yararına olan ve Avro bölgesinde kalırken yaşadığı ekonomik krizden büyüyerek çıkmasına olanak sağlayacak yepyeni bir anlaşma için pazarlığa oturacaklardı ya da Yunanistan’ı Avro bölgesinden çıkaracaklardı. İnanıyorum ki ikinci seçeneğe yöneleceklerdi, hem de süratle. Bu durumda SYRIZA önderliğindeki hükümetin Drahmi’ye dönmekten başka şansı kalmayacaktı. Drahmi de başlangıçta P’den fazla değer kaybedecekti –bu da Yunan ihraç mallarına talebi arttıracak ve istihdama büyük bir katkı sağlayacaktı. Bir yıl kadar sonra da Yunanistan’ın haritadan silinemeyeceği ve ihracattan iyi kazanç elde ettiği belli olduğunda Drahmi bir miktar değer kazanacak ve sonunda kabaca 0 civarında bir devalüasyonda karar kılacaktı. SYRIZA önderliğindeki hükümet ülkeden çekilen tüm uluslararası özel yatırımların yerine kamu yatırımlarını ve kamu istihdamını koymak zorunda kalacaktı. SYRIZA önderliğindeki hükümet denetim altına aldığı kredi sistemini kullanarak istihdam yaratmak için işçilerin mülkiyetindeki yüz binlerce işyerine başlangıç kredisi desteği sağlayacaktı.

Zengin Yunanlılar CIA, NATO ve Yunan ordusundaki sağ görüşlü subaylar ile böylesi bir hükümeti devirmek için işbirliği yapacaklar mıydı? Tabii ki. Başarılı olacaklar mıydı? Kesin değil. Venezüella’da Hugo Chavez’i devirmek için benzer çabalar başarısızlığa uğradı. Bankaları millileştirmek, özel yatırımların yerine kamu yatırımlarını geçirmek ve iş imkânları yaratmak için işçilerin mülkiyetindeki yüz binlerce kooperatif yaratmak SYRIZA önderliğindeki koalisyonda daha ılımlı sosyal demokrat unsurları korkutacak mıydı?  Elbette. Saf değiştirmeler hükümeti devirmek için yeterli düzeye ulaşacak mıydı? Kesin değil, çünkü uyguladıkları programlar Yunanlıların çoğunluğu için gerçek faydalar ve rahatlamalar sağlayacağından –Venezüella’da olduğu gibi- hükümet yeni destekçiler edinecekti. Bu destekçiler arasında 17 Haziran seçimlerine aktif bir katılım göstermeyen daha soldaki gruplar da olacaktı.

SYRIZA önderliğindeki hükümetin başarıya ulaşmasının anahtarı şu konularda adım atmaya istekli olmasına bağlı olacaktı: hemen finansal sektörü tırpanlamak ve sermaye kaçışını engellemek, ücretleri ve emekli maaşlarını eski düzeyine getirmek için fon yaratmak üzere zengin Yunanlıları ve şirketleri vergilendirmek, özel sektör istihdamı düşerken kamu sektöründe yeni işler ve işçilerin mülkiyetinde kooperatifler yaratmak, Yunan ordusunda kendilerine destek veren unsurlara arka çıkmak ve darbe girişimlerinin daha tomurcuklanma aşamasındayken önünü kesmek, herhangi bir isyana karşı kitlesel direniş örgütlemek ve hatta hükümetin solunda kalan ve şimdi onu ortak düşmanlarından korumaya istekli olan grupları silahlandırmak.

Kitlesel anti-kapitalist hareketler, kemer sıkma yanlısı bir iklimle kıyaslandığında, büyüme yanlısı bir iklimden ne fayda sağlarlar? Büyüme yanlısı bir iklim anti-kapitalist hareketlerin daha büyük ve daha güçlü hale gelmesine nasıl yardım eder?

Sorunuzu yukarıda Yunanistan’da neler meydana gelebileceğini tarif ederken yanıtladım –bunlar ileriki bir tarihte hala meydana gelebilir. Yunanistan’da son seçilen hükümet kadar yozlaşmış, itibardan düşmüş ve durumu daha da kötüleştirecek politikalara bu kadar kendini adamış bir hükümet olamaz. Ancak sorunuza verilecek yanıt şu olmalı: Sol, seçim sisteminin ve koşulların sol bir hükümeti olanaklı kıldığı ülkelerde seçim çabalarını desteklemelidir çünkü (a) böyle bir hükümetin izleyeceği politikalar kitlesel bir destek bulabilir, (b) daha önce tasvir ettiğim türden bir radikalizasyona yol açma olasılığı çok yüksektir.

Nasıl hem işsizlik krizini çözmek ve çoğunluğun yaşam standartlarını yükseltmek için büyümeden yana, hem de büyüme karşıtı olabiliriz? Çünkü ekonomik büyüme çevre üzerinde daha fazla baskı yaratıyor ve potansiyel olarak felakete yol açabilecek iklim değişikliğine sebep oluyor.

Bunun yanıtı Yeşil Yeni Düzen’de. Şu şekilde açıklayayım:

Fosil yakıtları yenilenebilir kaynaklarla ikame ettiğimizde, yalnızca ulaşımı değil, sanayi ve tarımı da enerji verimliliği daha yüksek bir hale getirdiğimizde ve tüm kentsel çevreyi, enerjiyi daha fazla koruyacak şekilde yeniden inşa ettiğimizde bu muazzam, tarihsel bir girişim olacaktır. Kabul edilemez düzeyde iklim değişimini engellemek için ihtiyaç duyduğumuz şey ekonomi tarihindeki en büyük teknolojik “kapat-aç” hareketidir.

Bir yıldan kısa bir süre önce 2008 finansal krizi ile ortaya çıkan Büyük Buhran, yalnızca ABD’de 11 milyon kişiyi işinden etti. Şu anda, durgunluk güya sona erdikten iki yıl sonra bile altı Amerikalı işçiden birisi ya işsizdir, ya da daha yetersiz düzeyde istihdam edilmektedir. Bu 27 milyon kişiye tekabül etmektedir. Buna bir de her yıl eğitim sisteminden mezun olan ve bir iş bulmak ihtiyacında olan bir milyon genç insan daha ekleyin. Avrupa Birliği’nde şimdi işsizlik ABD’den daha yüksektir ve Yunanistan, İspanya gibi ülkelerde gençler arasında işsizlik oranı P’nin üzerindedir.

Avrupa ve Kuzey Amerika’da önümüzdeki yıllarda yüz milyonlarca insanı Fosil-yakıt-istan’dan Yenilenebilir-korur-istan’a doğru büyük dönüşüm için işe koymazsak önümüzdeki yüzyılda bir noktada kendimizi tam anlamıyla kızartarak öldüreceğiz. Eğer Fosil-yakıt-istan’ı Yenilenebilir-korur-istan’a çevirmek için her yıl milyonlarca yeni iş yaratmazsak Büyük Buhran sonsuza dek sürecektir. İki soruna tek bir çözüm var. Muazzam bir Yeşil Yeni Düzen. Şimdi sorunuzun yanıtına geliyorum: Yeşil Yeni Düzen’de “büyümeye karşı çevre” ikileminin nasıl ortadan kalktığına bakın.

Ekonomik büyüme yavaşladığında işçi hareketi –haklı olarak- insanlara işlerini geri kazandıracak teşvikler için çağrıda bulunur. Ancak ne zaman ekonomi büyürse çevre hareketi –yine anlaşılır bir biçimde- daha fazla üretimin çevre üzerine daha fazla baskı oluşturduğundan ve sürdürülemez olduğundan şikâyet eder. Ancak her şey ne ürettiğimize bağlıdır.

Eğer %1’lik kesim için daha çok malikâne inşa ediyorsanız ve her garaja da daha fazla araba koyuyorsanız üretimi arttırarak daha fazla istihdam yaratırsınız, ancak çevre üzerine süründürülemez bir baskı oluşturursunuz. Ancak bunun yerine binaları ve evleri enerji verimlilikleri daha iyi olacak şekilde tadilata alırsanız işten çıkarılan inşaat işçileri için daha fazla iş yaratırsınız. Mümkün olan her yerde, elektrik şebekesini yüz milyonlarca çatıda üretilen elektriği kullanarak uzaktaki merkezi üreteçlerin yerine yerel kaynakları geçirecek merkezileşmemiş bir elektrik şebekesi haline dönüştürecek ve bunu işletecek yeni nesilleri yetiştirmek için daha fazla eğitimci kadrosu yaratırsınız. İşten çıkarılan kömür madencilerini rüzgâr türbinleri ve çatılara güneş panelleri monte etmek için işe alabilirsiniz. Böylece yeni işler, çevreyi yok eden yoğun tüketim malları üretmek için değil çevreyi kurtarmak için çok ihtiyaç duyduğumuz şeyleri üretmek için yaratılırlar.