Bgst Tiyatro olarak yürüttüğümüz kolektif oyunlaştırma çalışmasında, yakın Türkiye tarihi bağlamında, yargının siyasallaşması, akademik özgürlük, entelektüel sorumluluk, medya ve ifade özgürlüğüne müdahaleler çalışmamızın temel araştırma başlıkları olarak belirlenmişti. Bu bağlamda yapılan okuma ve araştırmaların yanı sıra, zaman zaman bazı profesyonellerle bazen kayıt dışı bazen yayınlanmak üzere söyleşiler gerçekleştiriyoruz. Daha evvel yargının siyasallaşması meselesini ele alan Yargının Siyasallaşması Meselesinde AKP İktidarı Tecrübesi adlı yazıyı paylaşmıştık.  Bundan sonra da oyunlaştırma süreci boyunca bu tür yazı, söyleşi notlarını aktarmaya çalışacağız. Bu bağlamda Bgst Tiyatro üyesi Hilal Balın, Cumhuriyet Gazetesi ekonomi haberleri müdür yardımcısı Şehriban Kıraç ile gerçekleştirdiği söyleşiyi aktarıyoruz. (Söyleşi tarihi: 28 Ekim Çarşamba / Hilal Balın)

Hilal Balın: Merhaba, ben ve arkadaşlarım BGST bünyesinde tiyatro çalışması yürütüyoruz. Önümüzdeki dönem için hazırlamakta olduğumuz oyunumuzda medya ile ilgili bir bölüm olacak. Bu nedenle medya çalışanlarıyla görüşme ihtiyacı duyduk. Bugün sizinle bu mülakatı yapma nedenim de bu. Sizin katkılarınızla oyun da şekillenecektir.

Şehriban Kıraç: Umarım katkı sunarım. Buyurun başlayalım.

HB: Gazetecilerin oto sansür uygulamalarının nedenleri nelerdir?

ŞK: Kendinize ait bir görüşünüz olsa dahi çalışırken temsil ettiğiniz basın kuruluşunun düşünce tarzını benimsemek durumunda kalıyorsunuz. Siz inandığınız ve doğruluğundan emin olduğunuz haberi yapsanız da haberiniz çalıştığınız mecrada yer almayınca, zamanla siz de kurumunuzun yayınlamayacağı haberleri yapmıyorsunuz. Toplantılarda soracağınız sorular da gerçeklerin üzerine gitmek için değil. Çoğu zaman sorularımız, bağlı bulunduğunuz basın kuruluşunun düşünce tarzına uyan soruların ötesine gitmiyor. Bu noktada doğal olarak otosansür başlıyor. İşsiz kalma korkusu otosansürün diğer bir boyutu. Ama son yıllarda özellikle basın emekçileri üzerindeki baskılar da otosansürü daha vahim boyutlara taşıdı. Basın emekçileri çoğu zaman sosyal medya hesabından bile haberlerle ilgili yorum yapamıyor.

HB: Peki işsiz kalma korkusunun bu kadar fazla olmasının nedenleri neler?

ŞK: Bunlardan ilki: çalışma alanlarının dar olması, ikinci olarak: sektörde bir tekel olması, mesela: Doğan Grubuna ait bir gazetede çalışıyorsanız diyelim ki, Hürriyet'te işten çıkarıldığınızda Doğan Grubu'nun diğer yayın organlarında iş bulma şansınız olamıyor. Mesela Posta'ya işe giremiyorsunuz. Ya da Havuz medyası diye tabir ettiğimiz hükümete yakın gazetelerin birinden mesela Star'dan işten çıkarıldığınızda Akşam'da işe girmeniz çok zor.

Diğer bir etken ise gazetecilerin çoğunun az para kazanması ve sigortasız çalıştırılması. Sektörde çalışan birçok kişi 2-3 yıl kadrosuz çalıştırılır. Birçok gazeteci asgari ücretin de altında maaşlarla çalışmaya mecbur bırakılır. İşsiz kalmanın en önemli nedenlerinden biri de sektördeki örgütlenme eksikliği. Şu anda sendikalı gazeteci sayısı toplamda 3 bin kişiyi geçmez. Bunların yarısı da Hükümete yakın sendikalarda örgütlüdür. Ki oradakilere örgütlü demek tartışılır.

HB: İktidarın sendikalı gazeteciler üzerinde baskısı oluyor mu?

ŞK: Evet. Bundan 3 yıl önce basın emekçilerinin en fazla örgütlü olduğu sendika Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) idi. 3 yıl önce sendikanın genel merkezinde eğitim sekreteriydim. O dönem hükümet, sendikalara inanılmaz bir baskı uyguladı. Bizim toplu sözleşme yaptığımız en büyük basın kuruluşu Anadolu Ajansıydı (AA)  3 yıl önce AA'da TGS üyesi yüzlerce arkadaşımız zorla TGS'den istifaya zorlandı. İstifa etmeyenler tehdit edildi. Mesela Anadolu Ajansında insanlar sendika değiştirip iktidar yanlısı sendikaya HAK-İŞ'e bağlı (Medya İş’e) üye olsunlar diye teker teker odalara çağrılıp “Medya İş’e üye ol, yoksa seni Somali’ye 3 aylığına yollarım” diye tehdit edildiler. Hatta bu şekilde tam o savaş dönemlerinde Irak’a yollananlar oldu. Medya sahipleri bu keyfi uygulamayı da çalışma sözleşmelerindeki “gerekirse geçici görevlendirme yapabilirim” maddesini kullanarak yaptılar. Bu baskılar sonunda biz AA'daki üyelerimizin büyük bölümünü kaybettik. Sendikamızdan istifa etmeyen ve kazanılmış haklarını kaybetmek istemeyen 100'e yakın basın emekçisi işten çıkarıldı. Şu anda AA'da TGS'ye üye kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Şu anda AA'dan geçen haberlerin neredeyse tamamının hükümet yanlısı olmasının nedenlerinden biri de buradaki örgütsüzleştirme operasyonu ve muhalif gazetecilerin işine son verilmesidir.

HB: Peki gelelim sansür olaylarına. Bir gazetede yazısı yayınlanmak istenmeyen bir gazeteci sırasıyla neler yaşıyor?

ŞK: Her basın kuruluşunda sansürün boyutu farklı olabiliyor. Son dönemlerde sıkça yaşadığımız tepeden, devlet kanadından bu haberi yapmayacaksın tehditleriyle başlıyor. Muhabirseniz önce yazınız bağlı bulunduğunuz birimin şefine ya da müdürüne gider. Eğer yazı bağlı olduğunuz gazetenin çıkarlarıyla, (Mesela İlan gelirleriyle) çelişiyorsa yayınlamak için iki üç kere düşünülür. Ya da haber bağlı bulunduğunuz basın kurumunun siyasi bakışına uymuyordur. İktidar yanlısı bir gazete iseniz muhalefeti öven bir haberin yayınlanma şansı yoktur.

Bir haberin sansürlenmesi dediğim gibi tepeden gelen direktiflerle olabiliyor. 17-25 Aralık Yolsuzluk soruşturması döneminde bunu sıkça yaşadık. 'Alo Fatih' olayı sansürün tipik bir örneğiydi.

Bir basın yayın kuruluşunda bir yazının sansürleneceğine çoğu zaman yazı işleri müdürleri ve genel yayın yönetmenleri ile ilgili birimin müdürleri karar veriyor. Ya da patron gazetelerinde direkt patron bu yazıyı girmeyeceksiniz derse o yazının gazetede yer alma şansı olamıyor maalesef. Bazı durumlarda şu bile yaşanabiliyor; Gazetelerin taşra baskıları çoğu zaman erken basılır. Taşra baskısına giden bir haber Şehir baskısından çıkarılabilir. Bu da sansürün başka bir örneğidir. Gerçi internet geliştiği için taşraya giden bir haberi şehir baskılarında çıkarılsa bile internetten okuma şansımız olabiliyor.

HB: Genel yayın yönetmeni ve patrona rağmen yazıların konulduğu durumlar olabiliyor mu?

ŞK: Bu durum neredeyse imkânsızdır. Haberiniz yüzde 100 doğru olsa dahi patronun ya da genel yayın yönetmeninin istemediği yazıyı koyamazsınız.

HB: Diyelim ki tüm bunlara rağmen siz bir şekilde yazıyı sayfalara koydunuz ve gözden kaçtı, böyle bir durumda işten atma söz konusu mu?

ŞK: Büyük olasılıkla işinizden olursunuz. Basın yayın kuruluşlarında son sözü söyleme muhabirde ya da editörde değildir. Ya direkt işten çıkarılırsınız ya da çalıştığınız süre uzunsa yüksek tazminat ödememek için istifaya zorlama da olabilir.

HB: Neden kovmak yerine istifaya zorlama oluyor?

ŞK: Haklı bir neden bulup işten atması gerekiyor. Aksi takdirde dediğim gibi yüksek tazminat ödemek durumunda kalabiliyor. Kovulan gazeteci işe iade davası açabilir. İş yeri mahkeme süreçleriyle ilgilenmeyi istemeyebilir. Kovulan işçi eğer sendikalıysa iş yeri uğraşmak istemeyebilir. Ayrıca sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla neden işten kovulduğu basına yansıyabiliyor. Basın kuruluşu bundan da çekinebilir. O yüzden en iyisi istifaya zorlamak olabiliyor.

HB: Bu uygulamalara örnek verebilir misiniz?

ŞK: Tabii birçok örnek var. Bazıları:

-         Gazetecinin önceden ayarladığı bir toplantıya ya da röportaja önce tamam denip daha sonra, saati gelince herhangi bir bahaneyle (başka iş çıkarma vb.) yollanmama durumu. Bu durum habercinin haber kaynaklarını kaybetmesine neden oluyor.

-         Gazeteciyi istemediği toplantılara ya da haberlere yollama.

-         Gazetecinin yaptığı haber içeriklerine müdahale etme.

-         Gazetecinin yaptığı haberleri hiç yayınlamama ya da ufak yer verme.

-         Çalışma ve izin günlerine müdahale ederek keyfi çalışma saatleri uygulama.

-         Gazeteciyi arkadaşları yanında azarlama küçük düşürme ya da muhatap almama durumları da olabiliyor.

HB: Bir muhabir maaşı ne kadar yaklaşık?

ŞK: Çalışılan kurumlara gazetelere göre değişebiliyor. Asgari ücretin altında telifli çalışmaya bile razı olan gazeteciler var. 500 liradan başlayıp 3.500 TL'ye kadar çıkabiliyor.

HB: Haber sansürlemeleri sebepleri nelerdir?

ŞK: Çok çeşitli nedenleri olabiliyor. Artık devlet sırrı denilerek birçok habere sansür konuluyor. Yolsuzluk soruşturmalarının üstü örtülüyor. Bunların basın yayın organlarında yer almasına kati olarak izin verilmiyor.

Birçok basın yayın organının patronu aynı zamanda başka sektörlerde de faaliyet gösteriyor. Örneğin Habertürk'ün patronu Turgay Ciner aynı zamanda Ciner Holdingin sahibidir. Enerji işleri vardır. Doğan Grubu'nun patronu Aydın Doğan'ın Petrol Ofisi ve diğer alanlara yayılan birçok şirketi vardır. Akşam'ın patronu Ethem Sancak'ın yine medya dışında işleri vardır. Diğer alanlardaki yatırımları tehlikeye girmesin diye işine gelmeyen habere sansür koyabilir. Ekonomik çıkarıyla çelişen haberleri koymaz.

İlan alınan şirketler aleyhine yapılan haberler sansürün diğer bir nedenidir.

HB: Bildiğiniz bir sansüre uğrama hikâyesi var mı?

ŞK: Çok fazla örnek var. Çok iyi bir röportaj yaparsınız fakat bu birilerinin hoşuna gitmiyorsa, o röportaj girmez. Yapılan birçok haber sırf bir patronu ya da iktidarı eleştiriyor birilerinin çıkarına zarar veriyor diye arşivlerde çürümeye bırakılmıştır.

2011 yılında meydana gelen Afşin-Elbistan B-Santralindeki göçük olayını hatırlarsanız. O faciada 9 kişi ölmüş ama sadece bir tanesinin cesedi çıkarılmıştı. 8 kişinin cesedi ise ulaşılmayacak kadar derin bir yerde olduğu için çıkarılamamıştı. Bu olayla ilgili ulusal basında neredeyse haber çıkmadı. Aradan geçen 5 yıla rağmen sorumlular cezalandırılmadı, ilan bağlantıları ve patron talimatları nedeniyle bu olayın üzerine gidilemedi.

HB: Medyanın iş dünyasıyla bağlantısı meydanda. Peki, iş dünyasına iktidar baskısı medyaya nasıl yansıyor?

ŞK: Haber kaynaklarımız olan iş insanları, baskı altında oldukları için röportaj vermekten çekiniyorlar. İşlerini kaybetmek istemeyen iş adamları hükümet aleyhine tek kelime bile etmekten çekiniyorlar. Bilgi verenler ise isimlerinin gizli kalması koşulu ile veriyorlar. Mesela gezi sürecinde bakan ve valinin de katıldığı bir toplantıda konuşan bir iş adamı gezi dönemine değinip hükümeti eleştirdiğini anlatmıştı. Konuşmadan sonra bakan ve validen küfre varan tepkiler aldığını ifade etmişti. Muhalif olan ya da hükümetle aynı çizgide olmayan iş adamlarının başına ne geldiğini biliyoruz. Gezi Direnişi döneminde Koç Holding Divan otelini eylemcilere açtı diye hükümetin hedefi haline gelmişti. TÜPRAŞ’a sırf bu yüzden cezalar kesilmişti. Cem Boyner bu nedenle hükümet tarafından eleştiri yağmuruna tutulmuştu. Sivil Toplum örgütleri hedefe konulmuştu. Dönemin TÜSİAD Başkanı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından vatan hainliğiyle suçlanmıştı.

HB: Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.

ŞK: Rica ederim.