60’lardan gelen aranjman geleneği ve 70’lerde başlayan Anadolu Pop ile birlikte popüler müzikte ciddi bir patlama yaşandığını biliyoruz. 80’de, Darbe’yle birlikte kesilen bir süreç var. Ancak, 80’lerin ikinci yarısından itibaren yine bir canlanma göze çarpıyor. 90’lara ise pop müzik damgasını vurdu, desek çok da abartmış olmayız. 90’lardaki bu patlamanın sebebi sizce neydi?

Aslında teknolojinin gelişimi. Çünkü 90’lardaki o patlamada asıl etkili olan şey teknoloji! ‘Drum machine’lerin, klavyeli çalgıların ve bilgisayarlarla yapılan müziğin bir şekilde ortama girmiş olması çok etkili oldu. O dönemki patlamaya baktığımızda, bu işi başlatan üç ya da dört isim görüyoruz. Sözleri Aysel Gürel yazıyor; Onno Tunç şarkıları besteliyor; Garo Mafyan düzenlemeleri yapıyor. Genel olarak böyle. Ya da Garo Mafyan, Buğra Uğur besteliyor, gibi şeyler. Ama düzenlemeleri ya Garo Mafyan yapıyor ya da Osman İşmen. 70’lerdeki o büyük pop patlaması 90’lardakinden çok daha büyüktür aslında. Beyaz Kelebekler’den Cici Kızlar’a, Ajda Pekkan’dan Sezen Aksu’ya, herkesin birden ortaya çıktığı 1975-76 yılları yani… Müzikteki bu patlama, 80’lere doğru Türkiye’nin içinde bulunduğu durum sebebiyle sönmeye başlamıştı ve 80’lerde pop denilen olay tamamen kesildi. Pop denilen şey Darbe sonrasında Atilla Atasoy, Coşkun Demir, Ersan Erdura gibi isimleri sürekli TRT’de izlediğimiz bir hale dönüştü. Çünkü onlar albüm yapmasalar da TRT’ye çıkabiliyorlardı. Ben çocukluğumda pop denilen şeyi böyle öğrendim. Küçüklüğümden beri Sezen Aksu’yu, Ajda Pekkan’ı biliyordum ama tam gelişme çağımda benim pop diye gördüğüm isimler bunlardı ve benim açımdan durum faciaydı. 90’larda pop patladı, sarıldık. Aslında 70’lerden gelen geleneğin bir şekilde yeniden ortaya çıkışı. 80’lerde MFÖ, Sezen Aksu ya da Zülfü Livaneli’nin “Ada”sı, Nur Yoldaş’ın “Sultan-ı Yegâh”ı, ki çok önemlidir, Erkin Koray’ın “İlla ki”si, Fikret Kızılok’un “Zaman Zaman”ı gibi münferit durumlar da vardı. Yani 80’lerin ilk yarısında böyle tek tek albümlerden bahsedebiliyoruz. 80’lerin ikinci yarısından itibaren yavaş yavaş pop yükselmeye başladı. 90’larda biraz da gençlerin işin içine katılmasıyla birlikte yeni bir hat doğdu. Mesela, ilk çıkan Hakan Peker’dir. Bir sonraki adım Yonca Evcimik’tir. Onun bir sonrası da Sezen Aksu, Nilüfer gibi büyük isimlerin bu hatta katılmasıdır.

Aşağı yukarı hangi yıllar?

’90-’91. Hakan Peker ve Yonca Evcimik  ’91’dir. Sezen Aksu’nun “Hadi Bakalım”ı da aynı dönemlerde. Nilüfer’in “Şov Yapma”sı ’92’de olmalı. Bunlarda artı eksi bir yıllık yanlışlarım olabilir. Ama aşağı yukarı böyle. Ama hiçbiri 1989 değil!

Bir öncesi de, aslında tam aynı dönemlerde, MFÖ’nün “Geldiler”i -ki “Ali Desidero“ vardır o albümde. Pop patlamasının habercisi bence “Ali Desidero”! Çünkü çok sevildi o şarkı. “Ali Desidero”, “Mecburen”, “Sude” o albümün sevilen şarkıları. Sezen Aksu “Gülümse”ye kadar ağır alaturkaya, arabeske yakın ama arabeske alternatif işler yaparken, bir anda “Gülümse” ile birlikte bambaşka bir hatta girdi. Sonrasında zaten herkes bu yoldan gitti.

Teknolojinin gelişmesi dışında, 90’larda iki büyük etken daha var. Birincisi müzik kanalı denilen şeylerin açılması, özel televizyonların devreye girmesi. TRT Denetim Kurulu’na ağır bir darbe bu.  Bahsetmiştim, TRT’ye hep aynı isimler çıkıyordu. Birtakım isimler TRT’ye kesinlikle çıkamıyordu. Mesela İlhan İrem TRT’ye çıkamıyordu, çünkü küpesi vardı. Ama küpe dışında bin tane gerekçe uyduruyorlardı. Mesela, “Bir bulanık suda kirli yosun gibi, görünmüyorsun. Temizle kalbini.” gibi sözlere takılıyorlardı. “Bulanık suda yosun zaten görülmez, kirli olduğunu nereden anlıyoruz?” gibi bahanelerle TRT’ye çıkartmıyorlardı.  Ama tek sebep küpesinin olmasıydı. “Erkek adam küpe takar mı?” düşüncesiydi.  Seyyal Taner’in TRT’de çıkmamasının sebebi, bir gün boynuna taktığı bir fularda Arapçaya benzer şekillerin olması!  Birisi “Kur’an ayetini boynuna takmış!” diyor ve Seyyal Taner 80’lerin ikinci yarısından itibaren TRT’ye çıkamıyor. Tâ ki 90’lara, özel kanallar açılıncaya kadar. Özel televizyonlar açılınca bütün bu yasaklar ortadan kalkıyor. Bu yasaklar çeşitlendirilebilir. 80’lerde popun aşağıda kalmasının ya da ortaya çıkamamasının sebeplerinden birisi o tek kanallı televizyonda hiçbir zaman popçuların görülemiyor olması. 90’larda ilk olarak (’90’da) Magic Box, (’91’de) Star adıyla, resmi olarak yayına başlıyor. Bir anda bütün yasaklar kalkıyor ve herkes bütün şarkıları söyleyebiliyor. ’95 ya da ’96’da Kral TV açılıyor. Öncesinde, Show TV’de ya da başka özel kanallarda müzik programları var. Şafak Karaman birtakım müzik programları yapıyor o dönemde. İzzet Öz, 90’larda özel radyoların açılmasıyla birlikte yeniden sahalara dönmüş. Bu kişiler bazı isimleri de destekliyorlar. Örneğin, Şafak Karaman’ın programında Ebru Gündeş lanse edildi. O programı iyi hatırlıyorum. Ebru Gündeş’in adı anılmadan onun şarkıları çalındı. Programda albümün hangi gün piyasaya çıkacağı açıklandı. Şafak Karaman haftada birkaç gün Süper FM’de program yapıyordu. Bu programların kayıtları var bende. O dönem habire kasetlere kaydederdim ben bunları. “Albüm çıkıp adı anılınca biz bu hanım sanatçımızı programa çağıracağız.” şeklinde sunuldu.  Radyonun ve televizyonun gücünü keşfetti yapımcılar. Dahası, yapım şirketleri arttı ve kolay üretim başladı. Yani bir anda Unkapanı’nda stüdyolarda hazırlanan albümler piyasaya verilebiliyordu. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama o dönemde bir şeyler yapmak çok daha kolaydı. 90’ların başında her türlü şey çok hızlı piyasaya çıkabiliyordu. Daha da önemlisi, Raks firması yapımcı olarak piyasaya girdi. Öncesinde de Süper FM’i destekliyordu Raks. Mesela Şafak Karaman’ın programının adı “Raksotek”ti. Bu programda, Raks’ın yapımlarını çalıyordu sadece. Raks çok büyük bir atılımla girdi piyasaya. Çok kişiyi kendi bünyesine kattı. Sonradan da D&R ve Doğan’la bir ortaklık kurdu. Bugün Doğan’da olan neredeyse herkes o gün Raks’taydı. Ajda Pekkan’ından MFÖ’süne kadar herkesin albümlerini yapıyorlardı. Özetle; teknolojinin gelişimi, üretimin biraz daha hızlı yapılabiliyor olması, büyük şirketlerin piyasaya girmesi ve bunların özel radyo ve televizyon kanallarını çok iyi kullanması, 90’larda “pop”un patlamasına vesile oldu.

Biz de “90’lar pop”unun başlangıcını, özel radyo ve televizyonların açılışına bağlamıştık. Çok da yanılmamışız o halde.

Evet doğru. O dönemde bir sürü müzik dergisi de çıkıyordu bir taraftan. Şimdi baktığınızda bir tek Blue Jean var. 

O dönem açılıp kapanan dergiler de var bildiğimiz kadarıyla.

Evet. Raks’ın kendi dergisi vardı zaten. Raks’ın hem radyo programı vardı hem televizyondaki birtakım programları destekliyordu hem de dergisini yayımlıyordu. Ayrıca, kendi mağazaları (mağazalar zinciri) olan Raksotek’lerde bunları ücretsiz olarak dağıtıyorlardı. Raksotek Doğan’la ortak olunca D&R’a dönüştü. Kendi kasetlerini üretiyor, özel paketler yapıyorlardı. Mesela, o dönemin on tane meşhur pop kasetini (Hakan Peker, Yonca Evcimik, İzel-Çelik-Ercan gibi) yan yana koyup iki kaset fiyatına piyasaya sürüyorlardı. Dolayısıyla, herkes kasete ulaşabiliyordu. CD’ler yeni yeni çıkmaya başlamıştı. Türkiye’de ilk CD ’87’de yayınlanmıştı. ’89-’90 gibi, CD denilen şey yeni bir format olarak piyasayı kaplamaya başlamıştı.

Dergiler 90’larda promosyonlarla tanıtıma ciddi bir katkı sağlıyorlardı yani.

Tabii. Top Pop diye bir dergi vardı mesela. Kayahan ay yıldızlı bir kolye takmıştı; iki hafta okuyucularına “Kayaha’ın kolyesi” diye dağıtmıştı. Kenan Doğulu, ikinci albümünde güneş kolyesi takıyordu. Top Pop bunu da dağıttı okuyucularına. Top Pop değilse de Number One vermişti. Free diye bir dergi vardı. Her ay kaset veriyordu. Ama o kaset sahiden son ayların öne çıkan kaseti oluyordu. Mesela, Fatih Erkoç’un kaseti bir ay önce çıkmıştı, bir ay geçmeden onu dağıttı. Geçmişte kalmış kasetler değil yani kesinlikle. O kadar kolay ulaşılıyordu ki kasetlere... Kaset ucuz muydu, hiç hatırlamıyorum. Alım gücü de herhalde bugüne göre yüksekti. Herkes kaset alıyordu. Benim en solcu dönemlerimdir. Ankara’da üniversiteye başlamışım, öğrenci derneğinin kuruluşuna katılmışım, deli gibi Grup Yorum dinliyorum... Ben bile merak edip alıyordum. Yani hiç dinlemeyeceğim bir sürü kaset aldım o dönemde. Hâlâ evde duruyorlar. Öğrenci halimizle bile para yetiştiriyorduk demek ki.

Müzik piyasasındaki patlamanın gündelik hayatla çok da ilişkilendiğini görmüyoruz. 90’lar Türkiye için çok kaotik bir dönem. Bir yanda Aleviler katlediliyor Sivas’ta; diğer yanda devletin Kürtlerle yürüttüğü bir iç savaş var; faili meçhuller var; Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi var... Ama bunların pop müzikteki karşılığına bakarsak çok da örnek yok. Tek tük birkaç şarkı var sadece: Cumartesi Anneleri için Sezen Aksu’unun yazdığı şarkı gibi mesela...

O kaseti Aktüel dergisi vermişti. Piyasaya dağıtılmadı o kaset. Çok ilginçtir mesela bu durum.

Mahsun Kırmızıgül’ün yaptığı “Hepimiz Kardeşiz” var; Rafet El Roman mesela “Gençliğin Gözyaşları” diye şarkı yapmış. Bu şarkıları nasıl değerlendiriyorsunuz.?

‘96-‘97 yıllarında bir milliyetçilik patlaması var. Bu ciddi bir patlama. Yani, “Hepimiz Kardeşiz” tadında şarkılar da var (Orhan Gencebay’ınki, Mahsun Kırmızıgül’ünki, Rafet El Roman’ınki gibi birkaç tane daha örnek verilebilir); tam tersi, Ercan Saatçi’nin albümündeki gibi, “Biz buradayız, gitmeyiz, ülkemizi bekleriz, karşı çıkan olursa... (üç el silah sesi)” gibi şarkılar da. Altı kişilik bir grup Kuşadası’nda bir araya gelip söylemişti. “Ya sev ya terk et”in çıktığı dönemlerdi bunlar.  Kenan Doğulu mesela, “10.Yıl Marşı”nı söyledi. Bunun gibi bir milliyetçilik ve Atatürkçülük hali vardı. Mesela Çelik’in o arka arkaya yaptığı Atatürkçü şarkılar var, “Atam sen kalk da ben yatam” tadında. Mustafa Sandal bir televizyon programında bir hayalini anlatıyordu: Anıtkabir’in bahçesinde konser vermek! “Düşünün!” diyor, “Arkamda Atam yatıyor. Ben onun için şarkılarımı söylüyorum. Binlerce insan hep bir ağızdan eşlik ediyor.”  Bunun gibi bir sürü örnek vardı. Kısaca, iki hat vardı: barış şarkıları ve savaş şarkıları. O dönemki olayların müziğe tek yansıması buydu aslında: ’95-’96 gibi milliyetçiliği hortlatması! Herkes Türk Bayrağı’yla sahneye çıkıyordu ve bir şekilde o “ya sev ya terk et”ler müziğe sirayet ediyordu.

Aslında var olan koşullarda barışa doğru söylemler içeren şarkılar bekliyoruz. Ama ortama tepki olarak Atatürkçü şarkılar çıkıyor.

“Hepimiz Atatürk yolunda, Cumhuriyet yolunda birleşelim.” idi tema. 10.Yıl Marşı’nın söylenmesi de aynı şeyin göstergesi.

Kadınların müziğine bakalım bir de. Nereye baksak altından Sezen Aksu’nun, Aysel Gürel’in çıktığını görüyoruz. 80’lerden itibaren yükselen kadın hareketi 90’larda da kurumsallaşarak devam ediyor. Sizce bunun kadınların müziğine yansıması mıydı bu durum, yoksa bir popülerleşme derdi miydi? Piyasa baskısının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde yapılmış bu şarkıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nazan Öncel örneği için, “kendi duruşu böyleydi” diyebilirim. Hem kendisini tanıdığım hem de şarkılarını nasıl yazdığını bildiğim için. Hiçbir zaman şarkılarını popüler olmak için yapmadı. Popüler olduktan sonra da başkalarına sattı şarkılarını ama onlarda da bir duruş vardır. Sezen Aksu’da şarkılar iki hatta gidiyor: Kendisinin söylediği ya da kadınlara söylettiği şarkılar kadın ağzı yazılıyor, erkeklerin söylediği şarkılar erkek ağzı. Tarkan’a verdiği “Hepsi Senin mi” mesela. Erkek yazdığında büyük cinsiyetçilik yapıyor dediğimiz şarkının altında söz olarak Sezen Aksu’nun imzası var.

“Çakkıdı Çakkıdı” gibi...

“Çakkıdı” bile bazı şarkılara göre çok masum. Çok da dertli sözler yok diye hatırlıyorum. “Hepsi Senin mi” yeter zaten ya da Levent Yüksel’in söylediği birtakım şarkılar. Yani bir şekilde ikili oynuyor Sezen Aksu ama onun da derdi piyasayı bir şekilde beslemek. Popüler olma kaygısı tabii ki yok, çünkü zaten 70’lerin 80’lerin en popüler ismi. Ne popüler olma ne de tahtını kaybetme kaygısı var bence. Bir şekilde herkesin istediği şarkıyı yazıyor. Aysel Gürel’de daha “kadın” sözler var, çok erkek sözler yok gibi.  Ama zorlarsak çıkabilir tabii ki. Bütün o tekerlemeye rağmen daha şiire yakın, daha duygusal, daha kadın dertlerini anlatmaya açık sözler var. Fakat o da, “Ünzile” gibi şarkıları saymazsak kadın sorunu yazan şarkılardan ziyade daha pop şarkılar yazıyor. Yani, tekerleme gibi söylenen şarkılar. Ercan Saatçi’nin, Hakan Peker’in Rafet El Roman’ın kendi yazdığı şarkıları hiç saymıyorum. Onlar gayet erkek ağzı yazılmış şarkılar aslında. Kadınlara en fazla, çiçek verilen mahlûklar olarak bakılıyor. “Mahlûk” sözcüğü gerçekten o şarkıların içerisinde gizli. Yani, “Biz çiçek veriyoruz onlara ama kadın işte...” söylemi var.

Gördüğümüz kadarıyla piyasada bir tekelleşme var. Bu insanlar dışında, karşımıza Leyla Tuna, Şehrazat gibi isimler çıkıyor.

Leyla Tuna aslında alaturka şarkılara söz yazıyor bildiğim kadarıyla. Ebru Gündeş’te falan daha çok rastlarsınız. Yani o dönemin en güzel tarafı kendi sözünü ve müziğini söyleyen kadınların ortaya çıkması. Yani Sezen Aksu’nun karşısına Nazan Öncel gibi çok ciddi bir rakip dikiliyor. Hemen ardından Şebnem Ferah, Özlem Tekin gibi isimler çıkıyor. Protest müzik denilen, yani o dönemde özgün müzik olarak adlandırılan şeylerde de kendi sözünü-müziğini yazan kadınlar var ama maalesef onlar kayboluyor. Aysun, soyadını şu anda hatırlayamıyorum, diye bir kadın vardı. Gülbeniz Şentay vardı, Sibel Sezal vardı. Sonay Tanrısever vardı. Son üçü Fikret Kızılok’un ve Bülent Ortaçgil’in desteklediği kadınlardı. O dönemde Çekirdek Sanat Evi vardı ve birlikte çalışmalar yapıyorlardı. 1980’lerin sonu, 90’ların başında albümlerini de yaptılar bu isimlerin. Aysun’un, soyadını kullanmadan Ada müzikten, daha sonra 90’ların ikinci yarısında soyadını kullanarak Kalan’dan birer albümü çıktı. Ama şu anda soyadını hatırlayamıyorum. Mesela, o bir madenci şarkısı yapmıştı. Esin Afşar onu Ruhi Su’ya Türkü albümünde okumuştu. Yani o dönemde, erkekler bir kenarda dururken, kadınlar bir taraftan sosyal meselelere dönük şarkılar yapıyorlardı. Hüveyda Evis vardı mesela, Mustafa Budan’ın şarkılarını söylerdi. Sahnede de izlemiştim mesela birtakım dayanışma konserlerinde. O da enteresan bir kadındı. Popa alternatif olarak bunları dinlerdik. Selda Bağcan mesela... “Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek” albümü ikinci çıkışıdır. 12 Eylül’ü en iyi anlatan şarkılardan birisini söylemişti orada: “Tahliye Olanın Ardından”. Ahmet Kaya’nın kadın tarafı gibiydi yaptığı şarkılar itibariyle. 90’larda hep gündeme yönelik şarkılar yaptı. “Ziller ve İpler” mesela büyük bir pop şarkısıdır. Her yerde çaldı ve her yerde söylendi. O bile içinde bir sürü göndermenin olduğu bir şarkıdır. Uğur Mumcu için yaptığı şarkıyı saymıyorum bile.

Aslında bizim de kafamızın karıştığı bir noktaya değindiniz. Siz isimler üzerinden adlandırma yapıyorsunuz. Mesela Yıldız Tilbe de 90’lar için önemli bir isim. Onun bir şarkısını konserimizde çalıyoruz. Ama sürekli şöyle bir his oluşuyor: “Evet, şarkının tarzında pop da var ama tam da pop değil!”. Çizgiyi çizmek çok zor aslında.

Pop Dedik’te 90’ları anlatan bölümün başlığı “Bir Keşmekeşin Öyküsü”. O dönem pop olan şeyleri tarif etmek çok zor. Yıldız Tilbe türkücü mü, arabeskçi mi,  popçu mu? Tam tersi İbrahim Tatlıses için geçerli. Aynı albümde Sezen Aksu şarkısı da söylüyor, çok ağır bir arabesk şarkı da söylüyor, Kayahan da söylüyor, türkü de söylüyor. Zaten 90’larda böyle bir karışım hali var. 90’ların ortasında pop, ortalarında ‘rock’ patlıyor. Sonu 5 ile biten yıllarda, her 10 yılda bir ‘rock’ patlar Türkiye’de. 90’lardaki patlama çok etkili oldu. O elektronik altyapıların altına bir de elektrogitar girdi. Yani en olmadık yerden cayır cayır elektrogitar çıkıyordu o dönemde ve Tarkan Gözübüyük gibi isimler çalıyordu elektrogitarları albümlerde. Çok şaşırtıcı geliyordu bana o zamanlar. Şimdi bakıyorum, gayet alışmış durumdayız. İbrahim Tatlıses bir Kayahan şarkısı söylüyor. Arada öyle bir elektrogitar solosu var ki cayır cayır gidiyor. Onda yoksa “Akdeniz Akşamları”nda var. Sonradan eski şarkılarını yorumladığı bir albüm vardı 90’ların ortasında, İbrahim Tatlıses Klasikleri galiba... “Mavi Mavi”, “Bir Kulunu Çok Sevdim”, “Mutlu Ol Yeter” gibi şarkıları yeniden söylediği albüm... Oradaki ‘sound’ inanılmazdır mesela. Düzenlemesi Osman İşmen’e aittir. Osman İşmen aynı dönemde Muazzez Ersoy’un da düzenlemelerini yapıyordu. Yine aynı şekilde elektrogitar sololarını kullanıyordu.  O Nostalji Serisi’nin bütün düzenlemeleri onundur. Ahmet Kaya albümlerini de düzenliyordu. “Acılara Tutunmak”’taki o ağlak elektrogitarı saymazsak, Ahmet Kaya albümlerine ‘distortion’ gitarın girmesi Osman İşmen’le oldu. Yani pop ve ‘rock’ yan yana gidiyor ama her şey birbirine karışıyor işte. O dönem maalesef bir keşmekeş hali. Ama bu durum sizin çerçeveyi genişletebilmenize imkan tanıyor aslında bir taraftan. O dönemin arabeskine de bakın bence.

Peki piyasa baskısı ve piyasanın koşulları sanatçılar üzerinde nasıl bir etki oluşturuyordu?

Bir tane büyük firma var. O firmanın başında bir prodüktör var. Yanlarda bir sürü küçük firma var. Sonradan onlar büyüyor Prestij Müzik’te olduğu gibi.

Prestij Müzik 90’ların ortasında, ikinci yarısında bayağı etkiliydi. “Prestij Müzik Ailesi” diye bir şey vardı.

Kral TV’de klipleri yayınlanıyordu.

Tabii. İçinde Özcan Deniz de vardı, Mahsun Kırmızıgül de. Tuhaf bir şekilde, Edip Akbayram da vardı. Her yere birlikte gidiyorlardı. Böyle birtakım müzik şirketleri vardı, ki dönem dönem parlayıp sönen şirketlerdi bunlar. Ama asıl Raks ve Doğan vardı. Yani Raks’tan Doğan’a geçiş. Unkapanı’ndaki asıl büyük şirket oydu. Piyasayı belirleyen şirket de oydu. Yani o dönemde Raks, bugünse Doğan. Ada çok güzel şeyler yapıyordu. Çekirdek kendi çapında şeyler üretiyordu. Nepa vardı mesela, enteresan işler yapıyordu. Nepa’dan Kalan doğdu. Çünkü Nepa’nın prodüktörü Hasan Saltık’tı. O dönem Ruhi Su’ları yayınladı, arkasından Kalan doğdu. Ada’dan bazı albümlerin haklarını satın alarak piyasaya sürdü. Ardından kendi albümlerini yaptı. Bunlar yeni bir açılım sağladı ama hiçbiri pop işine girmedi o dönemde. Hasan Saltık’ın en pop işi Kardeş Türküler’dir -Fikret Kızılok’u ve eski Tülay German albümlerini saymıyorum. Yani popa hiç bulaşmadı. Şimdi yeni yeni ‘rock’ albümler yapmaya başladı. O dönemde Işığın Yansıması’nı yapmıştı. Ada da Zuhal Olcay’ı çıkartıyordu. Onun öncesinde Zuhal Olcay’ı Göksoy çıkartıyordu. Göksoy tuhaf bir şirketti. Zülfü Livaneli’leri de yayımlıyordu, Zuhal Olcay’ı da. Bülent Ortaçgil’i de onlar basmıştı mesela, Oyuna Devam’ı. Göksoy, alternatif bir şirket olarak çıkmıştı piyasaya. Sonra bir anda çöktü.

Sizce bu pop patlaması, 80’lerin durgunluğundan beslenmiş olanların patlaması mı?

Aslında bir kanal açıldı ve insanlar buradan gitti. Popun satan ve para eden bir şey olduğunu gördü insanlar. Yani 80’lerde bir durgunluk vardı. Piyasada da bir durgunluk vardı. Plâktan kasete geçiş döneminde, kimse ne yapacağını bilemiyordu ve “korsan kaset” denilen şey ortalığı sarmıştı. Plâklardan kasetlere kayıt yapan birtakım stüdyolar vardı ve olay, bunun üzerinden dönüyordu. Piyasaya sürülen ürünler de bunlardı. Yani, bütün albümlerin korsanı yayınlanıyordu o dönemde. Orijinal olanla korsan ayırt edilemiyordu. Sonra Bandrol Yasası geldi. Korsan yavaş yavaş ortadan kaldırıldı. 90’larla birlikte, müziğin para eder bir şey olduğu ortaya çıktı. İnsanlar müzikten sahiden para kazandı. Bu nasıl oldu bilmiyorum: Gerçekten sattığı için mi, yoksa şirketler büyük oynadığı için mi? Ama Yonca Evcimik, Hakan Peker, Kenan Doğulu, İzel-Çelik-Ercan üçlüsü, Mustafa Sandal -ki söz ve müzik yazarak başlamıştı işe-, Rafet El Roman, Candan Erçetin... O dönem sahiden çok para kazandılar. Bunların bir kısmı hâlâ çok kazanıyor. Tarkan’ı hiç saymıyorum ama Tarkan oradaki en büyük isim aslında. Dolayısıyla insanlar müziğe yöneldiler ve herkes şansını denedi. O kadar çok insan çıktı ki şimdi kaybolan... Sibel Alaş’ından Oya-Bora’sına kadar, bir sürü insan var o dönem piyasada. Şimdi bambaşka yerlerde görüyoruz onları.

90’larda medyayla birlikte müzik piyasasını en çok etkileyen şeylerden biri de klip piyasası. Neredeyse, “klibiniz yoksa piyasada tutunamıyorsunuz” diyebiliriz. İnsanlar sizi kliplerinizden tanıyor. Kral TV en izlenen kanallardan birisiydi o dönemde.

Kral TV uzunca bir süre tek kanaldı. Sonra muadilleri çıktı ama Kral hep “kral” kaldı.

Milyon dolarlık bütçelerle klipler yapıldı. Ancak bu kliplerin sadece bir kısmı yayınlanıyordu. Kliplerden enteresan birtakım okumalar yapabiliyoruz. Emel’in kliplerinde ciddi bir eşcinsellik vurgusu olduğunu görüyoruz mesela. “Korkuyorum “şarkısının klibi bu sebeple bir dönem yasaklanıyor. Bendeniz’in kliplerinin alt metninde benzer öğeler var. Sizin bu klip piyasası ve klip yorumları hakkındaki değerlendirmeleriniz nedir?

İnsanlar anlatamadıkları şeyleri kliplerde gözle görülür bir şekilde anlatmayı seviyorlardı o dönemde. Ama bu şarkıcının kendi tercihi miydi, yönetmenin yorumu muydu, yoksa başka bir yorum mu, bilemiyorum. Tek tek sormak gerekir. Klip piyasası önemli bir piyasa. İnternet yokken insanlar sevdikleri şarkıcıları televizyondan izliyorlardı. Eskiden Pazar günleri müzik programı olurdu. Bu müzik programına bazı şarkıcılar çıkıp şarkılarını söylerlerdi. Bunun bir başka çeşidi “Bir Başka Gece”ydi. TRT’de yayınlanırdı. Sonra Star ilk açıldığında bu programlar devam etti ama yavaş yavaş klip piyasası canlanmaya başlayınca klip programlarına döndü olay. Sonrasında, klip kanallarının ortaya çıkmasıyla her şey klip üzerinden piyasaya sunulmaya başladı. Mesela Mirkelam klip üzerinden patlatıldı. Mirkelam’ın klibi bütün kanallarda aynı anda yayınlandı. Bir ya da iki hafta sonra albüm yayınlandı ve çok sattı. Klip üzerinden bir sürü pazarlama yapıldı o dönemde. Klip çok önemliydi, çünkü insanlar izliyorlardı sahiden. Ben de müzik kanalı açar izlerdim. Başta, eski TRT tadında klipler vardı. 90’ların ilk yarısında çekilen kliplere bakarsanız, senaryonun olmadığını görürsünüz. Bir göl kıyısında, bir evin önünde, şöminenin başında şarkısını söyler, değişik açılardan çekilir, onlar birbirine montajlanırdı. Sonra yavaş yavaş senaryo işi devreye girmeye başladı. Orada bir sürü başka şey çıktı. Bu, Nazan Öncel’in kliplerinde de vardır, Sezen Aksu’nunkilerde de, Tarkan’ın kliplerinde de. Bir dönem, erotizm çok yoğundu kliplerde. Çıplak göğsün gösterildiği klipler vardı. 90’ların ikinci yarısıdır bu galiba. Tarkan’ın “Kış Güneşi”nin çıktığı dönemler (’96-’97 olmalı). Kadının böyle sunulduğu klipler de vardı ama çıplak erkek de kullanılıyordu. Şimdi hatırlamıyorum ama tek isimli şarkıcılar vardı. Düşük belli pantolon ve oradan görülen külot, üstü çıplak vücutlarını sergileyerek şarkılarını söylerlerdi. Tarkan da yaptı bunu. “Hepsi Senin mi” klibinde gömlek açıktır, çıplaktır. Kliplerde de bir şey anlatma derdi, piyasanın canlanmasıyla oldu. Aslında şarkılarda da başta tekerlemeler varken, sonra bir şey anlatan, hikâyesi olan şeylere dönüştü olay. Bunda, Nazan Öncel’in, Şebnem Ferah’ın çok önemli payı vardır. 90’ların ikinci yarısında ‘rock’ patlayınca, bir taraftan ‘distortion’ gitarlar düzenlemelere girdi, bir taraftan da oradaki kadın ağırlığı arttı. Şebnem Ferah ve Özlem Tekin ciddi bir kanal açtı. Bu kadınlar kendi dertlerini anlattılar. Bir taraftan da “Ben özgür kadınım ama gelinlik giymeden öleceğim.” tadında şarkılar yaptılar. Çok da matah olmayan... Sonrasında Nil Karaibrahimgil’in çıkışı, “özgür kız” imgesiyle oldu. Ardından Turkcell tarafından Ben Özgürüm albümü yayınlandı. Bedava dağıtıldı. Ve devamında da kendi albümünü yaptı. Albümde bir şekilde muzip, güçlü kadın imgesi vardı. Nazan Öncel’in tam tersi aslında. Nazan Öncel “Hıııı!” der,  Nil Karaibrahimgil “Hey hey hey...”. Oradan itibaren büyük bir dönüşüm yaşanıyor aslında. Kadınlar daha muzip şeyler söylemeye başlıyorlar. Candan Erçetin’de de rastlıyoruz buna. Başta feleğin tokadını yemiş kadınken (“Yalan”da olduğu gibi), sonrasında, “Ben özlemedim seni, kedi özledi...” gibi şarkılar yapabiliyor mesela.

“Kapıma Dayanma Sakın” gibi güçlü şarkıları da var Candan Erçetin’in.

İlk albümü. O şarkı da “Bambaşka Biri”, “Sana Ne Kime Ne” gibi Ajda Pekkan şarkılarının sembolize ettiği “güçlü kadınım ben!” hattının bir devamıdır. Ama 2000’lere Nil Karaibrahimgil damgasını vurdu. Nazan Öncel’in söylediği şarkılar da sonranın pop ve rock’ını değiştirdi.

Biz baktığımızda bazı köşe taşı isimler görüyoruz ama piyasada o dönemde  o kadar çok isim var ki, gözden kaçan birileri kesin oluyordur. Sizce 90’lar kadın pop ve ‘rock’ müziğinin olmazsa olmazları kimlerdi?

Bence Sibel Alaş’tan Demet’e, bir “hakkı yenen yorumcular” grubu var. Birisi Kayahan’ın vokalisti, birisi kendi söz ve müziğini yazmasına rağmen geri plânda kalmayı tercih eden, kalan ya da buna itilen kadınlardı. Çünkü o dönem o büyük yapımcıların desteğini almamışlardı. Kendi çabalarıyla ya da Kayahan’ın, Sezen Aksu’nun çabalarıyla ayakta duruyorlardı. Aşkın Nur Yengi de aklıma gelen ilk isimlerden biri. Aşkın Nur Yengi pop patlamasının çok önemli ateşleyicilerindendir. Sevgiliye albümü çıktığında ortalığı sallamıştı. Hesap Ver ikinci albümdür; oradaki şarkılar daha da popüler olmuştur. Sertab Erener çok önemli o dönemde -ama söz, müzik yazarı olarak değil, yorumcu olarak. Sertab’ın “Haydi Gidelim Parka, O, Ye” ve Aylin Livaneli’nin tam o dönemde söylediği  “Bana Müsaade, Sana Rast Gelsin...” hemen hemen aynı sözleri içerir: “Siz asık suratlısınız, bizim eğlenmemize izin vermiyorsunuz. Ama bakın, gidiyoruz biz eğlenmeye.” alt metnine sahip şarkılardı. Sonradan Emel’in “Hovarda”sından, “Evlenilecek Kızlar Eğlenilecek Kızlar”a (bir Sezen Aksu şarkısıdır, çok erkekmiş gibi gözükür sözler ama Sezen Aksu’nundur) uzanan bir hat var.

Aslında erkek ya da kadın sözü olması biraz yorumculukla ilgili gibi de görünüyor. 90'ları konuşuyorsak, Tarkan'sız 90'ları anlatmak çok zor. Konserimizin çerçevesi, “90’lar kadın pop ve ‘rock’ müziği” olsa da, 90’ları sırf kadınlar üzerinden anlatıp belli ayakları eksik bırakmak istemiyoruz. O yüzden sizin dediğiniz gibi, erkekler ne söylemiş kadınlar için, biraz ona da bakıyoruz. Mesela “Kız Hepsi Senin mi”yi çalmak istiyoruz ama “yorumlayarak”...

Ama onun tam tersi de “Seni Yerler” ya. Erkek kadına; “Kız hepsi senin mi?” diye laf atarken, kız da ona; “Seni yerler.”diyor.

Sezen Aksu “Kız Hepsi Senin mi” diyememiş, Tarkan'a dedirtmiş de olabilir.

Tabii tabii kesinlikle. Sezen Aksu'nun iki “erkekler” şarkısı vardır; birisi kendi albümünde, Düğün ve Cenaze’de söylediği. Diğeri İbrahim Tatlıses'in söylediği “Erkekler”. Bir diğeri de “Nankör Kedi”li albümde ya da bir sonraki albümdedir. Ona da bakın mesela, o da Sezen Aksu şarkısıdır, o da tersten bakar. “Erkekler”in tam tersidir oradaki sözler.

Peki bunların dışında, Bendeniz’i nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bendeniz enteresan! O kendi şarkılarını söylüyordu galiba yanlış hatırlamıyorsam. Böyle bir çıktı ortalığa, Harun Kolçak'la birlikte bir şeyler yaptı, falan... Onu o dönemde çok fazla izlemedim mesela, ama şimdi dönüp baktığımda aslında çok güzel bir sürü şarkı söylemiş olduğunu görüyorum. Bendeniz, o dönemin önemli pop şarkıcıları arasında sayılabilir. 90'lar çalarken kendi playlist’imde Bendeniz yer alıyor mesela, “Ya Sen Ya Hiç” gibi şarkıları.

Seden Gürel var, Sibel Tüzün var. “Kaçın Kurası” var mesela...

O da Sezen Aksu! “Hepsi Senin mi”nin tersi “Kaçın Kurası”. "Hepsi senin mi, boyuna posuna kurban" tadında sözleri vardı onun. Onun bir önceki albümünde “Kaçın Kurası”nın olduğu albümde değil de Ah Biz Kızlar albümünde de enteresan şeyler vardır mesela. 1970'lerde bi’ “ah kızlar” modası vardı. “Ah kızlar, hep mini etek giyersiniz, ortalıkta dolanırsınız, oranızı burasını açarsınız, bizim canımızı okursunuz, sizin peşinizden koşarız, bizi süründürürsünüz” tadında bir Sezen Cumhur Önal şarkısı vardı. Ya da Fecri Ebcioğlu'nun yazdığı öyle şarkılar. O dönemki “kadın” da “Çapkın Kız”dır mesela Gönül Yazar’ın söylediği (onun da sözleri Sezen Cumhur Önal, Fecri Ebcioğlu falandır yine), onun muadilidir mesela. Az önce söylediğim Sertab Erener'in “O, Ye”si ya da Aylin Livaneli'nin “Bana Müsaade”si ona benzer bir albümdür. Sibel Tüzün’ün ilk albümü Ah Biz Kızlar’da, kızların şakacı yönünü ortaya çıkartan; “Biz erkeklerle dalgamızı geçiyoruz, hey!” tadında bir şeyler vardır.

Seden Gürel’in “Çalkala” şarkısını repertuarımıza alıp icra etmeye başladığımızda, sözlerin aslında çok politik olduğunu fark ettik. Ama klibine baktığımızda gördük ki, çıkıp gecelikle şarkı söyleyen bir kadın var.

Klip yönetmeni öyle istemiştir muhtemelen. O da Aykut Gürel şarkısı büyük ihtimalle. Şarkının ne anlattığı değil, imaj önemli. Seden Gürel’de de önce şapka, arkasından o gecelik, falan... İmaj denilen şey işte! Yonca Evcimik'le birlikte öne çıkarılan şey de danslar, falan filan... “Türk Madonna’sı” diye bahsedilir Yonca Evcimik'ten. Sonrasında o imaj olayı öyle öne çıkarıldı ki... Bendeniz de imajla ortaya çıktı işte.

Peki Yonca Evcimik'i nasıl değerlendirebiliriz? Bir sürü kaynağa baktık; “pop patladı” denilen dönemin çağrıştırdığı ilk şarkı “Abone”.

Hakan Peker ondan bir önce ama o kadar etkili değil. 90’lar popu asıl “Abone”yle patlıyor.

Naim Dilmener kitabında Ajda Pekkan'ın ‘90’da çıkardığı “Yaz Yaz Yaz”ın patlayan ilk pop şarkısı olduğunu söylüyor.

“Hadi Bakalım”,  “Yaz Yaz Yaz”,  “Şov Yapma” ilk şarkılar... Ama onlar zaten var olan büyük isimler tarafından üretildiği için, gençlere fırsat tanınmasına sebep olan şarkı olarak “Abone”yi öne çıkarabiliriz. Yonca Evcimik enteresan! Aslında bir taraftan Mustafa Sandal şarkıları söylüyor, bir taraftan Aysel Gürel şarkıları. “Bandıra Bandıra Ye Beni”, bayağı ciddi tartışmalara sebep oldu o dönem. Sözler Mustafa Sandal’ın olmalı. Katıldığı Siyaset Meydanı programında, onun bir çocuk şarkısı olduğunu iddia etmişti Yonca Evcimik. Pop müziğin tartışıldığı meşhur, uzun Siyaset Meydanı’nda (Zülfü Livaneli'yle Fikret Kızılok’un birbirine girdiği bir programdır). Orada; “Bu bir çocuk şarkısı!” diye iddia etmişti; “Erotizm yok! Bandıra Bandıra başka bi’ şey. Orada dondurmayı bandırmaktan bahsediyor.” demişti.

Klipler önemli diyoruz ama Pop Dedik’te Rober Hatemo’yu örnek veriyorsunuz: “TV’ye çok çıkıyorlar, o kadar klipleri dönmesine rağmen şöhret olamıyorlar.” diye.

A evet, Akın'ı da örnek vermiştim. Cep telefonunu bile attı adam, paraladı kendini. İkinci dönem fakat bunlar. İlk dönemde çok etkiliydi klipler, fakat bir sonraki dönemde klipler de görünmez oldu. Yani bir sürü isim vardı, fakat köşe başları tutulmuştu. Tarkan'ından, şu ana kadar saydığımız bütün erkekler, ikinci yarıdan itibaren görünmez olabilirler. Kasetler de öyle (piyasaya çıkan albümler de, CD'ler de, kaset  demeyelim artık).

Pop müzik için; “Abone”yle başlayabiliriz 90’lar pop sürecine, diyoruz. Peki, bitimini ne olarak adlandırabiliriz? Bir şarkı var mıdır? Sonuçta 90’ların ve 2000’lerin pop müziği duyuş olarak farklı.

Bitimi var mı ki? Dönüşüm, Nil Karaibrahimgil bence ama 90'ları bitiren bir şarkı yok. Bence... 2000'lerde de onun etkisi devam etti.

Mesela Yonca Evcimik’in ortaya çıkardığı Çıtır Kızlar, Birkaç İyi Adam; onlar da enteresandır. Çıtır Kızlar kadınlar tarafını, Birkaç İyi Adam erkekler tarafını temsil ediyor. Birer single'la çıkmışlardı. Biri popüler oldu.

Birlikte klip çekmişlerdi, değil mi?

Tabii tabii. Ya da aynı anda sahneye çıkıyorlardı. Yonca Evcimik'in sahnesini paylaşıyorlardı, falan. Onun bir sonraki, 2000’lerdeki adımı Hepsi mesela. Aslında dönüşüm onlarla oluyor. Hepsi, bambaşka bir adım.

90'larla birlikte bir ‘riot grrrl’ akımı var dünyada. Biraz onların etkisi gibi bu örnekler.

Backstreet Boys'un falan Türkiye versiyonu. Bugünse One Direction! Britney Spears’tan Lady Gaga'ya uzanan o hattın Türkiye versiyonu var mı, emin değilim.... Hadise belki.

Biz 90’larda pop patlamasını hazırlayan süreci anlatmak için, benzer bir köşe taşı dönüşümle konseri bitirmeyi düşünüyoruz. Mesela, 80 Darbesi’nin 70’ler Pop’una etkisi gibi... Müzikal olarak aslında pop tadı 90’lara göre çok değişti; ancak bu değişim muhtemelen çok yumuşak oldu. Net bir olay ya da olgudan bahsetmek çok zor. Dolayısıyla, bir dönüşüm noktası arayışımız devam ediyor.

Bir milat zor… Ama müzik kanallarının özelleşmesi; işin, parayı verip klip yayınlatma haline dönüşmesi de bir milat olabilir mesela. Dönüşümün simgesi olabilir. Şimdi zaten iyice tatsızlaştı her şey. Yani klipler de manâsız, saçma sapan şeyler oldu.

Genel olarak 2000'ler sonrasını müzikal anlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem müzik piyasası bağlamında hem de müzikal anlamda.

Piyasa bitti bir kere. Piyasadan söz etmek mümkün değil. Candan Erçetin bile son albümüne; “Bu benim son albümüm.” diye yazdı. Dijital olarak piyasaya sürecek. Belli ki ona döndü CD denilen şey. Neyse ki plâkların dönüşü, yeniden basılabilir olması iyi oldu; fakat artık albümlerin CD'si çıkmıyor. Ya dijital olarak satılıyor ya da plâk olarak. Böyle bir şeye döndü piyasa. Hâlâ CD konusunda ısrar edenler var ama yavaş yavaş çökecek bu da. Myspace’ten Soundcloud’a uzanan yolda, insanların internet üzerinden müzik yayınlayabilir ve dinleyicilere o şekilde ulaşabilir hale gelmesi, bir anda başka bir şeyi ortaya çıkarttı: Alternatifleri. Bir sürü grup, şarkıcı, internet üzerinden tanındı. Mabel Matiz’inden, Ceylan Ertem'ine kadar, şimdinin çok meşhurları internet üzerinden duyurdu sesini. Mabel, Myspace'e kendi şarkılarını koydu, çok sevildi... Ceylan da aynı şekilde. Zaten Anima'dan tanınıyordu. (Anima da önemlidir. Onlar da Şebnem-Özlem hattını zenginleştiren gruplar. 90'ların ikinci yarısı, 2000'lerin başındadır aslında Anima galiba. Onda da bir kısım kadın şarkıları vardır. Bir sürü ‘rock’ grubu da var. ‘Rock’ gruplarına baktığımızda, popun biraz dışına çıktığımızda Mor ve Ötesi’nden Duman’ına, kadına başka türlü bakışlara da rastlıyorsunuz.) İnternet müziği beslemeye başlayınca bambaşka bir şeye dönüştü olay. Bugün artık Youtube üzerinden dönüyor. Youtube kanalıyla meşhur olan insanlar var. Hiç sevmiyorum. İrem Derici ya da flamenkocu çocuklar (Öykü ve Berk). Yazık, bak adamın ismi unutuldu. Kız, Yavuz Bingöl'ün kanatları altında.

Peki ‘rock’ grupları için nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?

Çok sağlam. Özellikle 90'ların ikinci yarısında çıkan bir sürü grup -ki Mor ve Ötesi ve Duman aslında bugünün rock’ını da oluşturan ekipler. Bugün rock’ın alınıp satılabilir bir hale gelmesinin sebebi, Mor ve Ötesi ile Duman'ın o dönemde yaptığı işlerdir. Mor ve Ötesi'nin ilk albümleri ’93 ya da ’95-’96’dadır. Yavaş yavaş yükselip ’99-2000 gibi patlamıştır. Duman’ın da ilk albümü ’99'daydı galiba. 2001-2002 büyük patlamanın olduğu dönem.

Şebnem Ferah'ı bunun içine sokmaz mısınız mesela?

Tabii tabii. Şebnem Ferah bir öncesi bunların ama. Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Teoman...

Bir de Kıraç ve Funda Arar hattı var.

Funda Arar, Burcu Tatlıses'in yazdığı şarkıları besteledi mesela. Kendi şarkıları. Arabesk yaptı. Bir arabeskçi furyası başladı tuhaf bir şekilde. Şevval Sam'dan Işın Karaca'ya, herkes böyle tuhaf tuhaf albümler yaptı o dönem. O enteresan. Mesela 80'lerdeki kadınları yeniden keşfettiler. Ceylan Ertem, Bergen kılığında şarkı söylüyor. Funda Arar Bergen şarkısı söylüyorsa, Tüdanya'dan bahsediyorsa konserlerde, bu da başka bir keşif dönemi demektir. 80'lerde kadınlar  aslında arabeskle kendini var ediyordu ve seslerini o şekilde duyuruyorlardı. Evet, “Acıların Kadınıyım” tadında sözler vardı, fakat ezilmişliklerini haykıran sözlerdi bir taraftan da. 80'leri 90'lara hazırlayan şeylere baktığımızda, kadın şarkılarında poptan ziyade arabeskin etkili olduğunu görürüz. Sonra 90’lar da bunlar üzerine kuruluyor zaten. “Pop” denilen şey, Aysel Gürel'in şarkılarıyla ilerliyor. Arabeske alternatif olarak yaratılan “Firuze”nin sözleri de Aysel Gürel'in. Şarkı arabesk zaten çok net bir şekilde. Arabeske alternatif yaratıyoruz deyip yeni bir arabesk yaratıyorlar. Selda, Nükhet Duru... Hatırlıyorsanız, Aysel Gürel'in ekibi. Örnekler tabii ki çoğaltılabilir.

Hiç bahsetmediğimiz bir isim var daha var: Umay Umay…

Umay Umay da enteresan mesela! 90'larda Nazan Öncel'in açtığı o hattı genişleten, geliştiren biri. Hem kitaplarıyla, şiirleriyle hem de şarkılarıyla. O da o dönemde çok az insanın dinlediği ama kemik bir dinleyici kitlesi oluşturan ve hâlâ o dinleyici kitlesini tutan biri. Çok uzun aralıklarla albüm yapmasına, sahneye çıkmamasına rağmen bir şekilde hayatını sürdüren, hayran kitlesini koruyan biri.

Bir kaset kapağında; “Bu albümü sokak çocuklarına ve Kürtlere armağan ediyorum” diyor. Umay Umay’ın politik bir duruşu da var ama; “Benim derdim politik olmak değil. Ben buyum” diyor.

Nazan Öncel'in hattını genişleten oydu. Nazan hiçbir zaman bu kadar açık sözlü olmadı. Oldu evet, “Sokarım Politikana”dan, “Kız Bebek”e kadar bir kısım şarkılarında... Demir Leblebi. Hep aynı albüm işte. “Kız Bebek” de oradaydı. Bunlarda biraz daha ileri gitti ama Umay Umay daha açık durdu her seferinde. Bunu Nazan'ı kötülemek için söylemiyorum. Zaten bence Nazan Öncel 90'lar ve 2000'ler için hâlâ çok önemli köşe taşı. “Sokak Kızı” da bence çok iyi bir kadın şarkısı. Kadın şarkısı arıyorsan, Nazan Öncel’e bakacaksın Sezen Aksu'dan önce. Onun şarkılarının hepsinde bir gönderme var ki, bazıları gerçekten çok sert!