1970’lerden itibaren antropoloji, psikoloji ve sosyoloji alanında yapılmaya başlanan eleştirel çalışmalarla, adı geçen alanlarda önceden yapılmış çalışmalara ve öne sürülen tezlere karşı ciddi bir karşı çıkış yaşanmaktadır. Toplumsal cinsiyet, cinsiyet, cinsellik ve kimlik ile ilgili tezler on yıllar içinde çoğalmış, birbirini değillemeye ve farklı tezler öne sürülmeye başlanmıştır. Feminist hareketin dünya üzerinde yaygınlaşması ve daha önce çokça susturulan ve deneyimleri göz ardı edilen bir kesimin bu alanlarda araştırma nesnesi olma halinden çıkıp özne haline gelmesiyle “kadın olmak” ve “kadın cinselliği”; üzerine hayli hararetli tartışmaların yapıldığı bir alan haline gelmiştir. Bu yazıda, belki yüzyıllardır kadınlara atfedilen iki toplumsal rol ve toplumsal kategori olan “bakire” ve “fahişe” olma durumunun sanatta nasıl ele alındığını iki eser özelinde analiz edeceğim. Bu analizi yaparken Petipa&Ivanov’un koreograflığını yaptığı, Tchaikovsky’nin müziklerini bestelediği “Kuğu Gölü Balesi”nden ve Darren Aronofsky’nin “Siyah Kuğu” adlı filminden yararlanacağım.

“Bakire” ve “fahişe” kelimeleri, Türkçe’de hem isim hem de sıfat olarak yer almaktadır. Bir isim olarak, bir varlığın olma\oluş durumunu bildirirlerken bir sıfat olarak da bir var olma durumunun vurgulanmak istenen bir niteliğini bildirirler. Ancak bir isim olarak da bir sıfat olarak da toplumsal olarak cinsiyetlendirilmiştirler. Bakire ve fahişe genellikle bir kadına atfedilerek kullanılır. Ve bu atfedişte toplumsal olarak cinsiyetlendirildikleri kadar toplumsal olarak kategorilendirilmişlerdir. Bakire, bir kadın için söylediğinde ardında saflık, güzellik, ahlaklıklık gibi toplumsal düzenin sürdürülebilmesi için olmazsa olmaz birçok iyi anlamı beraberinde getirir. Fahişe ise kimi zaman bir küfrün yerini tutar, ahlaksızlık, kötülük, çirkinlik (daha çok ruhsal bir çirkinlik ve bozulmuşluk) gibi birini aşağılamak için kullanılan bir konum halini almıştır. Bir kişinin performe ettiği birçok kimlik içinde bakirelik ya da fahişelik varsa bunların diğerlerine nazaran altı çizilir ve kişinin temsiliyetinde öne çıkarılan özellikler halini alır.

Rushing’e göre antik tanrıçalar bakire ve fahişeliğe atfedilen özellikleri bir arada barındırma özelliğine sahiplerken tek tanrılı dinlerin ve bu dinlerin ataerkil yapılarıyla beraber antik tanrıçalardaki özellikler iki uç olarak ayrılmış ve hiyerarşik olarak kategorilendirilmiştir. Bakirelik, saflık ve temizlik kabul edilebilir yer üstü özellikler olarak; fahişelik, ahlaksızlık, kötülük aşağılanan ve kontrol edilemez yer altına ait özellikler olarak atfedilmiştir. Bu kategorizasyonda erkeklerin bakış açısı, erkeklerin ihtiyaçları ve istekleri temel alınmıştır. Millet, hooks, James gibi birçok feminist araştırmacı da bu ayrımı özel alan\kamusal alan ayrımına; hangi alanda cinselliğin meşru olup olmadığına; kadın kimliği deneyiminin çoğulluğunu bastıran bir ikilik daha icat ederek kadınların kendilerini özne haline getirme çabasına karşı bir yaratılmış bir kategorizayona bağlayabilir. LGBTT insanları ise fahişeliğin bir meslek, modernleşmeyle toplumsal meşruluğu daha da artmış bir meslek; bakireliğin ise bir meslek olmadığını söyleyerek bu karşılaştırmada zaten epistemolojik bir hata olduğunu yüksek sesle savunulabilir. Ancak ne açıdan bakarsak bakalım; bakire-fahişe ikiliği hem bir ikilik olması dolayısıyla, hem de erkek bakış açısından yaratılması nedeniyle oldukça sorunludur.


Bakirelik ve fahişelik üzerinden literatürde daha birçok görüş bulunabilir; çünkü, bu basit bir ikilik olarak görülse de kadın var oluşuna, kadın cinselliğine, kadına atfedilen toplumsal rollere ve kadının kendini algılayış biçimine dair birçok tartışmayı içinde barındırır. 1895 yapımı Kuğu Gölü Balesi’ni bu başlıklar üzerinden analiz ettiğimde, bu eserin bu ikiliği yeniden ürettiğini düşünmekteyim. Balenin 1900’lü yıllara gelirken icra edildiği bağlama ve temsiliyet şekline baktığımızda balede kadına atfedilen rolün zaten saflık, güzellik, incelik, şeffaflık gibi özelliklerin vücuda gelmiş hali olduğunu görmekteyiz. Kuğu imgesi dahi zaten bu bağlamın iyi bir metaforu olarak değerlendirilebilir. Kuğu Gölü Balesi’nde Beyaz Kuğu ve Siyah Kuğu’nun bakire ve fahişe kategorilerinin somutlandığı roller olduğu düşünüyorum. Beyaz Kuğu, bir büyüye kurban gitmiş, inanılmaz güzellikte ve zerafette, aldatıldığını öğrendiğinde kendi canına kıyabilecek kadar ahlaklı bir tipken; Siyah Kuğu, kötü, baştan çıkaran ve karanlık bir tip olarak çizilmiştir. Bu iki karakterden biri bir erkek karakterin kurbanıdır, diğeri ise aynı erkek karakter tarafından kullanılan ve dolayısıyla onun istekleri ve amacı doğrultusunda “kurban” olmuştur. Dolayısıyla iki kadın karakter de erkek bakış açısından konumlandırılmış ve bir erkeğe bağlı olarak tanımlanmış, kişileştirilmiştir. Kuğu Prenses’in insan haline dönüşmesi dahi bir erkek tarafından sevilmesine bağlıdır, ki burada bakirelik meselesi önem kazanmaktadır. Kadının bakireliğini vurgulamak amacıyla onu “kurtaracak” erkek karakterin de bakire olması gerekmektedir. Belki de bu şart bakire erkeğin bulunmasının zorluğunu vurgulamak için konulmuştur. Fahişe, özü itibariyle kötü, baştan çıkarıcı olmalıdır. Bakire Beyaz Kuğu’nun Prensle kurduğu ilişkiye baktığımızda, kurtulmak için biriyle aşk yaşaması gerekirken dahi Prensle kurduğu ilişki oldukça naif ya da baştan çıkarıcı olmaktan uzaktır. İsteyen ama bekleyen konumdadır. İsteklerinin peşinde koşan, çabalayan kadın figürü saf olmaktan uzaktır ve daha çok baştan çıkarıcılığa atfedilir ve fahişe olarak konumlandırılır. Bu eserde, fahişe rolü Siyah Kuğu’dadır ve o da prensi elde etmek için elinden geleni yapmıştır.


Aronofsky’nin Siyah Kuğusu’nun da bakire-fahişe ikiliğinin etrafından tartışabileceğimiz birçok konuyu iyi tartıştığını düşünmekteyim, daha doğru bir ifade ile bu konuların tartışılabileceği bir alan yarattığını…. Nina karakterinin kendisine dayatılan ve belki kendisinin de kimi zaman isteyerek performe ettiği roller arasında sıkışma hikayesinin etraflıca işlendiğini düşünüyorum. Öncelikle karakterin kişisel, bedensel ve artistik dönüşümünün bir arada işlenildiği bir izlek yaratılması olan olayları anlamdırmada, bağlamı oturtmada seyirciye alan sağlıyor. Nina’ya artistik olduğu kadar gündelik hayatında da performe edilmesi için sunulan iki seçenek ve bu seçeneklerin hangi özneler tarafından nasıl empoze edildiği iyi bir şekilde işlenmiştir. Nina hem annesinin “tatlı kız”ı hem de sanat yönetmeninin “küçük prenses”i olmaya zorlanmaktadır. Annesi ile çalıştığı kurumunun ve bu kurumlardaki ilişkilerin arasında sıkışmıştır. Ancak, bu sıkışmışlıkta, dayatılan baskılara karşı verdiği tepkilerdeki iradesini görememekteyim. Özellikle hangi sahnenin gerçek hangi sahnenin halüsinasyon olduğunun zaman zaman karışması da bu konudaki netleşmeyi zorlaştırıyor. Yaşanılan baskıları ve bağlamı çizerken, bunları yaşayan öznenin davranışlarına, bu davranışları besleyen iç dinamikleri göremediğimde yönetmenin kadın kimliğini konumlandırışına dair soru işaretlerim artıyor.

Nina; annesine göre tam bir Beyaz Kuğu’dur ve kendisi de bunu performe eder halden memnun görünmektedir. Beyaz Kuğu olmak kadar bunu devam ettirebilmekte önemlidir, dolayısıyla Nina özellikle filmin başlarında annesinin sözünden çıkmayan, profesyonel olarak hırslı- bu yüzden evde dahi çalışan ve yemeğine çok dikkat eden- bir karakter olarak çizilmektedir. Beyaz Kuğu’dur ve bunu kusursuz icra etmelidir. Thomas karakteri ise ondan Siyah Kuğu olmasını istemektedir. Nina belki de her zaman takdir edildiği Beyaz Kuğu özellikleri nedeniyle Thomas tarafından eleştirilmekte hatta zaman zaman aşağılanmaktadır. Kusursuz bir Siyah Kuğu olmak için Thomas tarafından hem cinsel olarak hem psikolojik olarak taciz edilmektedir. Thomas’a göre, Nina Siyah Kuğu olmak için Beyaz Kuğu özellikleri-güzellik, naiflik, incelik- bir kenara bırakılmalıdır. Annesine göre ise zaten hiçbir şekilde Siyah Kuğu özellikleri taşınmamalıdır. Dolayısıyla Nina annesinin yanında başına buyruk olamayacak, eve sarhoş gelemeyecek ve dışarı rahat rahat çıkamayacaktır. Yönetmeninin yanında ise zarif, nazik oldukça onun tarafından eleştirilecektir. Bu iki uç, yaptığı eylemleri ne kadar isteyerek yaptığı konusunu bulandırmıştır. Nina bu iki beklenti arasından sıkışmış ama fazla iradesiz çizilmiştir. Mastürbasyon ve lezbiyen sevişme sahneleri bunu kıracak potansiyele sahiptir; ancak, burada da halüsinasyon görüp görmediği belli değildir.

Nina’nın bedensel mükemmelliğe önem verirken bir yandan ellerine, tenine zarar vermesi bir yandan halüsinasyonlar görmesi içinde yaşadığı çelişkileri gösteriyor. Siyah Kuğu olmaya çabalarken teninden çıkan siyah tüyler ile alkol ve hap alarak provaya ve gösteriye geç kalması gibi durumların eşleşmesi, seyirciye “zaten siyah kuğudan da bu beklenir” dedirtme tehlikesine sahip ve bu durum ikiliği yeniden üreten bir yerde durmaktadır. Başka bir okumayla da Nina’nın içinde yaşadığı sıkışmışlık ile daha önce çok yapmadığı şeyleri yapması ya da bedenine daha zarar verir hale gelmesi, daha çok halüsinasyon görmesi bağlantılandırılabilir. Bu; kadının mağduriyetini ortaya çıkarması itibariyle değerli ancak Nina’yı kurban konumuna taşıma potansiyeli nedeniyle de dikkatli olunması gereken bir nokta halini alabiliyor.


Film üzerine yazılanları okurken yapılan bir yoruma katılmaktayım: Nina’nın annesi Erica’nın, eski balerina Beth’in ve Nina’nın gerçek hayattaki Siyah Kuğu karşılığı olan Lily’nın Nina karakterinin farklı yansımaları olduğu… Bu karakterlerin hepsi Nina’nın, gelecekte onlara dönüşme potansiyeli olan ya da olmak istediği karakterler olduğu yorumu, aslından Nina’nın içine sığ(dırıl)maya çalıştığı iki karakterin dışında; içinde barındırdığı çok kimlikliliğe işaret ediyor olabilir. Yaşadığı halüsinasyonlarda bu karakterlerin yüzünde kendi yüzünü görmesi, filmin sonlarına doğru Lily’i öldürdüğünü sandığı halde aslında kendisine cam saplamış olması, bu durumunun örnekleri olarak gösterilebilir. Bakire ve Fahişe ikiliğine sığdırılmaya çalışması, belki içinden geçen diğer performans halleriyle de çatışma yaşamasına ve gittikçe kendine yabancılaşmasına neden olmaktadır. Böyle bir okuma, konuyu bu ikiliğin dışına çıkaran bir yorumlamaya yardım edebilmektedir.

Bakire-fahişe ikiliği daha yıllar boyu akademik ve sanatsal tartışmaları etkileyeceğe benziyor. Kuğu Gölü Balesi ile Siyah Kuğu filmi arasından yüzyılı aşan bir zaman farkı olduğu göze alarak iki eseri üretildikleri bağlamı düşünerek analiz etmek kadar sanatın bağlamları aşan, bu bağlamlardaki ilişki ağlarını okumada algı kıran bir yanı olabileceğini düşünmenin de önemli olduğu kanısındayım. Bu yazıyı daha çok feminist bakış açımı kullanarak yazdım. Akademik ezberlerimi, entelektüel politik doğrucu bakış açımı gözden geçirdiğim bu günlerde, bu yazıyı yazarken dahi zaman zaman akademik ezberlerime sarılmış olduğumu görüyorum. Sanırım ben de akademik-üretici ve sanatçı-üretici rollerimin performansları arasına sıkışıyorum. Her ne kadar ikisini çok ayrı uçlar görmesem de. Ama deneyimlediğim gerçeklik üniversitede sanatsal yeterlilik, konservatuarda ise akademik yeterlilik olmadığı üzerine. Bu araştırma ve bu yazı kendimde sorguladığım konuları yazıya dökme imkânını sağladığı için; bir mutlulukla sonlandırıyorum yazımı. Benim için sanat, tam da böyle bir şey için…










KAYNAKÇA
Hagood, Caroline. Virgin and Whore in Black Swan.
http://www.huffingtonpost.com/caroline-hagood/virgin-and-whore-in-black_b_823141.html
hooks,bell. feminism is for everybody.
James, Selma.Cinsiyet, Irk, Sınıf.
Millett, Kate. Cinsel Politika.
Wyman, Leah M.; Dionisopoulos, George N. Transcending the virgin/whore dichotomy: telling Mina's story in Bram Stoker's Dracula.
http://www.accessmylibrary.com/article-1G1-119510212/transcending-virginwhore-dichotomy-telling.html
Black Swan: A Feministing Discussion.
http://feministing.com/2011/01/21/black-swan-a-feministing-discussion
Review in Conversation: Black Swan.
http://www.btchflcks.com/2011/01/review-in-conversation-black-swan.html
Black Swan: Caught Between a Virgin and a Whore.
http://mishkanyc.com/bloglin/2010/12/07/black-swan-caught-between-a-virgin-and-a-whore/