Başlangıçta, Gezi Parkı’nın boşaltılmasından günümüze kadar İstanbul’daki pak forumlarını ana hatlarıyla değerlendirecek bir yazı yazmayı planlıyordum. Sonradan, forumların kendi arasında epey bir çeşitlilik göstermesi, bu fikrimden vazgeçmeme neden oldu. Daha fazla bilgi sahibi olmadan forumların büyük bölümüne dair genellemelere ulaşmak doğru olmayacaktı.

Bu yazı, kuruluşundan kısa süre sonra düzenli katılım gösterdiğim Beşiktaş-Abbasağa Forumu’nu değerlendirmeyi amaçlıyor. Fakat İstanbul’da iki önemli merkezi forumdan biri olan Abbasağa’yı kapsamlı ve tüketici şekilde değerlendirme iddiasında değilim. Bu yazı, Abbasağa’ya düzenli katılan bütün arkadaşlara bir çağrı olsun. Olgusal eksikleri/yanlışları ve belki yanlış biçimde çıkarılmış sonuçları düzeltebilir, zengin bir değerlendirmenin oluşmasına katkıda bulunabilirler.

Buradaki değerlendirmeler, doğal olarak, benim dikkatimi yönelttiğim olgulardan hareket ediyor ve kendi bakış açımı yansıtıyor.

Abbasağa: Avantajlar ve Tıkanıklık

Öyle sanıyorum ki Abbasağa Forumu, Gezi’den çıkartılmamızdan sonra toplanan ilk park forumuydu.[1] Başlangıçta 5-6 bin civarında kişinin katıldığı söyleniyor. Son iki ay (Eylül-Ekim) dışında, Abbasağa’da, Türkiye’de olabilecek en demokratik ortamlardan birinin oluştuğunu söyleyebilirim. “Uusalcı” dediğimiz, Kemalizmi daha ırkçı çizgide yorumlayan kesimler azınlıktaydı ve belirleyici değildi. Soysal demokrat kimliğe daha yakın CHP’liler, sosyalistler, AKP iktidarında cisimleşen Türk-İslam faşizmine güçlü bir tepki duyan Gezi direnişçisi gençler –ki birçoğu sol-liberal olarak tanımlanabilir– Kürt Hareketi’ne yakın duranlar, hatta çok az olmakla birlikte MHP sempatizanları bile vardı. Ortamın “demokratikliği”ni, Kürt sorunu gibi “netameli” meselelerin nispeten sakin bir atmosferde tartışılmasından anlayabiliyordunuz. Bu noktada belirleyici faktör, yoğun katılım ve katılımcıların birbirlerinin sorunlarına kulak kabartmaya istekli olmasıydı. Bana göre birinci avantajımız buydu, yani “Gezi Ruhu”nun canlı olmasıydı.  

İkincisi ise, Çarşı’nın ve doğma-büyüme Beşiktaşlı diğer direnişçilerin düzenleyici “görünmez eli”ydi. Sonradan, park forumunun ilk zamanlarında forumu provoke etmeye dönük girişimler olduğunu, lümpen grupların olay çıkarmaya çalıştığını, hırsızlık ve taciz vakalarının yaşandığını öğrendim. Biz “memleket meseleleri”ne meraklı katılımcılar görüşlerimizi güvenli ve rahat bir ortamda dile getirirken, bu ortamı arka planda iş görenlere borçluyduk. Birçok kez olay çıkmış, müdahale edilmiş ve forumun sağlıklı işleyişi sağlanmıştı. Çarşı’nın ve parkta devamlı kalan gençlerin desteği de diğer avantajımızdı.

Bu avantajlara karşın, bugün bir değerlendirme yaparsak Abbasağa Forumu’nun ciddi bir tıkanıklık yaşadığını saptayabiliriz. Hem katılım olağanüstü ölçüde düştü (halihazırda 60-80 kişiyle forum/eylem yapıyoruz) hem de forumu tekrar canlandırmak adına etrafımızdaki halkın sorunlarına dönük bir açılım yaratamıyoruz. Aslında bildiğim kadarıyla pek çok park forumu bu durumda. Bazı olumlu örnekler, özellikle yerel sorunlara dönük örgütlenme çabaları yok değil. Fakat çoğu yerde benzer bir tıkanıklığın ve çözülmenin yaşandığı rahatça söylenebilir.

Aslında yukarıda bahsettiğim iki sorunun iç içe geçtiğini ve birbirini koşulladığını bilmeyen yoktur. Toplumdan ve toplumsal sorunlardan kendini tecrit etmek, daralmayı getirir; daralma ise yerel sorunlar etrafında çalışma yapma kapasitenizi daha da azaltır, çünkü bunun için ihtiyaç duyduğunuz “aklı başında” insanların çoğu forumdan ayrılmıştır.

Forum Nedir: Özörgütlenme mi, Yoksa Özörgütlenme için Hazırlık Zemini Mi?

Bana göre başından itibaren gözlenen, fakat bir türlü aşılamayan bir “format” ve “ruh hali” Abbasağa Forumu’nun tıkanmasında belirleyici etkenlerin başında geldi. Forum, öncelikle “ana-forum” dediğimiz bir düzenle başladı ve park forumunun işleyişinde hep “ana-forum” merkezde oldu.

Ana-forum, katılımcıların büyük bir amfi tiyatroda basamaklara oturması, bir moderatörün olması, belirli bir gündem saptanması ve konuşmak isteyenlerin sıra numarasıyla söz almasıdır. Aslında buna, bir tür “serbest kürsü” ya da “siyaset meydanı” da diyebiliriz.

Ana-forum, başlangıçta, uzun süre AKP iktidarının baskısından bunalıp Gezi’de direnişe geçen katılımcıların içini döktüğü bir ortam olarak şekillendi. Bu kadar bastırılmış bir toplumda insanların içini dökmesi, elbette anlaşılır bir şeydir; ama bu formatın süreklilik kazanması, ana-forumun memleket meselelerinin konuşulduğu bir serbest kürsü haline gelmesi, Gezi Hareketi güzellemesinin bir türlü eleştirel bir değerlendirmeye dönüşememesi, giderek ben-merkezci bir algıyı ve içe kapanıklığı üretti.

Aslında direnişçilerin Gezi’den çıkarılması, yeni gelişen seküler direniş hareketi için ciddi bir sınav, yani bir meydan okumaydı. Artık Gezi Parkı’nı savunmak gibi meşru bir hedef kalmamıştı, üstelik mahkeme de lehimize sonuçlanmıştı. Parklara dağılıp park forumları formatına geçmek, öncelikle şu sorunları karşımıza getirdi: Yeni süreçte hareketin somut hedefleri ne olacak? Bu hedefler için nasıl mücadele edeceğiz? Sonuçta, yeni ve yeterince meydan okuyucu bir sürece girmiştik.  

Bu meydan okumanın yeterince bilincine varıldığını sanmıyorum. Ana-forum için özörgütlenme yakıştırması yapılıyor, doğrudan demokrasinin ne kadar harika bir şey olduğunu ifade ediliyordu; ama bizi bekleyen toplumsal sorumluluk pek dikkate alınmıyor gibiydi.

Gerçekte özörgütlenme derken şunu kast ederiz: Mahallelerde veya işyerlerinde insanlar yaşamlarını belirli bir şekilde düzenlemek ister, bunun için de sisteme taleplerini kabul ettirmeye uğraşırlar. Bunun için yeterince küçük birimlerde doğrudan demokrasi uygulanır. Daha geniş yerleşim bölgeleri veya üretim sektörleri söz konusu olduğunda ise, alt birimlerin katılımcılığını zayıflatmamaya özen göstererek, temsilciler seçer ve koordinasyon türü yapılar oluşturursunuz.

Açık ki park forumları, mahalle ya da işyerlerinde oluşan özörgütlenmelerin üzerine yükselen, dolayısıyla onları temsil eden yapılar değildi. Aslında, Gezi Hareketi katılımcılarının bir bölümünün bir araya geldiği mekânlardan ibaretti. Dolayısıyla, forumların özörgütlenme/ doğrudan demokrasi modelleri olmadığını; olsa olsa toplum içinde gerçek bir özörgütlenme yaratabilmek için bir araya gelme ve hazırlık mecraları olduğunu erken bir aşamada fark etmek önemliydi, fakat olmadı. “Türkiye tarihinin en büyük doğrudan demokrasi deneyi”nin tadını çıkarmak daha kolaydı ve bu yol tercih edildi.

Ana-Forum ve Çalışma Grupları/Park Meclisi

Serbest kürsü formatındaki ana-forum, gerek Abbasağa Parkı gerekse hareketin geneli için somut öneriler, sağlam bir vizyon ve strateji geliştirmeye müsait bir yapı değildi. Bu işin, daha küçük birimler veya belirli çalışma başlıkları etrafında bir araya gelen çalışma gruplarında yapılması, bütün parkın kararı haline gelebilmesi için de ana-forumda tartışılıp oylanması gerekiyordu. Yukarıda tarif etmeye çalıştığım, ana-foruma doğrudan demokrasi yakıştırması yapma eğilimi, çalışma gruplarını önemsizleştirme ve her şeyin merkezine ana-formu koyma yönünde bir etki üretti. Bazı sol grupların çalışma gruplarını “teknokrat yapılar” ilan etmesi, hor görmesi, zaman zaman forumda alevlenen “çalışma gruplarına ana-forumdan bağımsız çalışıyor” tartışmaları, bu etkinin dışavurumları olarak kabul edilebilir.

Fakat, öyle ya da böyle, Abbasağa Forumu’nun toplanmaya başlamasından kısa süre sonra birçok çalışma grubu oluştu. Bildiğim kadarıyla, iletişim-medya, eğitim, mimar-mühendis-şehir planlamacıları, kısmen hukuk, işsizler ve güvencesizler (beyaz yakalılar), kadın ve sonradan kurulan toplumsal barış grubu daha kalıcı bir varlık gösterdi. Bu da az şey sayılmazdı.

Bir süre sonra da, çalışma gruplarından kısa süreliğine seçilen “sözcüler”in bir araya geldiği bir “park meclisi” kuruldu. Amaç, çalışma grupları arasında koordinasyonu sağlamak ve çalışma gruplarıyla ana-forum arasında verimli bir bağlantı kurmaktı.

Çalışma grupları, park formunun bir şeyler üretebildiği sürece ayakta kalıp büyüyebileceğinin farkındaydı. Öyle sanıyorum ki gruplarda çalışanlar arasında, park forumunun toplumsal sorunlarla bağ kurması, bir yönelime, bir politikaya sahip olması gerektiğini düşünenler de vardı.

Buna karşın, çalışma grupları daha ziyade “kendi işine baktı”. Bu ifadeyle şunu demek istiyorum: Daha ziyade içe kapalı bir çalışma tarzını tercih ettiler, parkın ve genel anlamda hareketin sorunlarını gündemleri arasına pek almadılar. Çalışma grupları, en azından belli bir kalıcılık gösterenleri, bir an önce bir şeyler üretme derdindeydi; bu yüzden, belki biraz da kaçınılmaz olarak kendi evlerinin içini düzenlemekle uğraştılar. Park forumuna bu yolla katkıda bulunmayı amaçladılar. Ancak Abbasağa Forumu’na ve genel olarak harekete katılımın azalması ayuka çıkana kadar –yani yaz boyunca– “geliyorum” diyen krizi çalışma alanları içinden pek tartışmadılar. Bence, bunun önemi şurada yatıyor: Katılımın seyrekleşmesi, çalışma grupları ve park meclisi’nde o zamanlar ciddi bir gündeme dönüşseydi, alternatif arayışlara girebilir ve mevcut çalışmalarımızı da buna göre şekillendirebilirdik.  

Çalışma gruplarının çoğunda var olan park meclisine dönük algı da sanıyorum bununla bağlantılıydı. Çalışma gruplarının sözcülerinden oluşan park meclisi, benim parkta en fazla önemsediğim yapıydı. Çünkü doğası gereği ana-forumun yapamadığını yapabilir, açılım yaratacak somut proje önerileri geliştirebilir ve ana-forumda oylanmasını sağlayabilirdi. Fakat park meclisi, bu anlamda “politika üretici” bir işlev üstlenmekten geri durdu. “Biz temsilci miyiz, sözcü müyüz, karar alabilir miyiz, alamaz mıyız?” türünden uzayıp giden tartışmaların ardında bu yapıcı irade eksikliği olduğunu düşünüyorum.

Sonunda Eylül ayında, bir park meclisi toplantısında forumun giderek küçüldüğünü ve Beşiktaş’ın yerel sorunlarıyla ilgilenmemiz gerektiğini konuştuk. Fakat Abbasağa’nın içine girdiği kriz kafamıza dank ettiğinde fazlasıyla geç kalınmıştı, çalışma gruplarının faaliyetleri de iyiden iyiye zayıflamıştı. Yine de bir mahalle çalışma grubu kuruldu.

Direniş Hareketi’ni Bekleyen Sorunlar ve Çalışma Grupları Arası Koordinasyonun Önemi

Eylül ayına geldiğimizde foruma katılım iyice düştü. Bana göre, Abbasağa ve diğer park forumlarının ayakta kalıp güçlenmesi, Gezi’de cisimleşen, fakat aslında bütün İstanbul’u kapsayan rant ve yağma projeleriyle mücadele etmesine bağlıydı. Kentsel dönüşüm, Sarıyer’de Armutlu’dan Derbent’e kadar birçok semti “afet bölgesi” ilan ederek rant sağlama girişimleri, Galata Port, Haydarpaşa Port gibi sahili İstanbullulara kapatan projeler, 3. Köprü’nün sebep olduğu Kuzey Ormanları katliamı, eğitim özgürlüğünü yerle bir eden “4 + 4 + 4” eğitim sistemi, daha yerel sorunlar etrafındaki mahalle çalışmaları, uzun süredir bizi bekleyen faaliyet alanlarıydı.

Bazı tekil ve parklar arası paslaşmaların olduğu örnekler dışında, Abbasağa’ya yakın park forumları güçlerini birleştirerek bu alanlara dönük sistemli bir çalışmaya giremediler. Bunun birinci ve bence en önemli nedeni,  uzun süre Gezi direnişi ve doğrudan demokrasi güzellemesiyle oyalanan forum kitlesinde bu yönde genel bir eğilim oluşmamasıydı. Park forumları deneyimin zamanla olgunlaşacağı, “suyun yolunu bulacağı”, çok çabuk bazı sonuçlar beklenmemesi gerektiği tarzında, kuşkusuz bir haklılık payı içerse de,  daha çok durumu mazur göstermeye hizmet eden argümanlar revaçtaydı. Yaşadığımız sürecin sağlıklı ve özeleştirel bir değerlendirmesini yapmaktan aciz kalıyorduk.

Diğer yandan, bu sorunlar, tek tek park forumlarının altından kalkamayacağı denli kapsamlı ve koordineli çalışmalar gerektiriyordu. Bunun için daha yaz aylarında aynı bölgedeki parkların sıkı bir koordinasyon içine girmesi, benzer konulardaki çalışma gruplarının ortaklaşması elzemdi.

Abbasağa Forumu çok gecikmeli olarak, ancak Eylül’de bu yönde bir inisiyatif alabildi. 2. Bölge dediğimiz Beyoğlu, Beşiktaş, Sarıyer, Şişli, Kocamustafapaşa vs. forum sözcülerini, kentsel dönüşüm ve yerel seçimler gündemiyle toplantıya çağırdı.

Bildiğim kadarıyla kentsel dönüşüm konusunda işbirliği, karşılıklı bilgi alışverişinden öteye geçmedi. Beşiktaş’da kentsel dönüşüm gündemde değildi. Öte yandan, “4 + 4 + 4 eğitim sistemi”ne karşı Abbasağa eğitim grubu ve başka forumlardan gruplar daha sonra bir araya geldi.

Bu sürecin bir bölümünü bir ölçüde yakından izleme fırsatı bulduğum için gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

“4 + 4 + 4 eğitim sistemi”nin 2013-14 eğitim-öğretim yılına dönük başka gelen uygulamalarından birisi şuydu: “Düz” devlet liseleri kaldırıldı. Böylece, SBS sınavına girip Anadolu liselerini kazanamayan 600 binden fazla öğrencinin eğitim kurumunu seçme hakkı kısıtlandı. Öğrencilerin önüne meslek lisesi, açık lise ve imam-hatip liseleri tercihi kondu. İlk ikisi, yoksul ailelerin çocuklarını düşük maliyetli çıraklar olarak piyasada çalıştırmasını teşvik ediyordu; ikincisi de Türk-İslam faşizmini güçlendirmeyi.[2]

Aynı dönemde AKP iktidarı, Alevilerin ve seküler kitlelerin yaşadığı bölgelerdeki okulları imam-hatiplere dönüştürme sevdasına tutulmuştu. Bazı yerel forumlar bu politikaya tepki gösterdi. Birer mahalle örgütlenmesi olan Acıbadem ve Yeldeğirmeni Dayanışmaları, 100 yıllık Acıbadem Özdemiroğlu Ortaokulu’nun imam-hatip yapılmasına karşı 10 bin imza topladı.

Bizim parkta bazı forumlardan eğitimciler, eğitim kurumunu seçme özgürlüğünün ihlaline karşı imza kampanyası ve benzeri etkinlikler için bir araya geldiğinde okulların açılmasına bir-iki hafta süre kalmıştı. Oysa emri vaki şeklinde dayatılan, kararlı bir hükümet politikasıyla karşı karşıyaydık. Üstelik asıl destek alınması gereken sendikaların durumu, park forumlarından daha beterdi. O sırada Eğitim-Sen’in bu yeni politikaya karşı son derece hazırlıksız olduğunu, kitlesel protestolar düzenleyebilecek mecali olmadığını ve hatta forumlarda bir hareketlenme oluşmasını beklediğini fark ettim.  

Son Perde – Politik Yozlaşma

Eylül ve Ekim ayları, Abbasağa forumu’nun artık ayakta kalma mücadelesi verdiği ve iç sürtüşmelerin arttığı bir dönem olarak nitelenebilir. Katılım, önce 100 civarında kişiye, kapalı mekânlara geçildiğinde ise 50-60 kişiye düştü. Toplumsal sorunlardan kendimizi tecrit etmemiz ve bu yüzden fazlasıyla daralmamız, Türkiye’de benzer durumlarda sahnelenen bir filmin yeniden vizyona girmesiyle sonuçlandı. Bazı sol gruplar, fırsat bu fırsat, forumu kendi örgütsel amaçları çerçevesinde araçsallaştırma, manipüle etme çabalarını yoğunlaştırdı.

Park sözcüleri seçimi mi olacak? Getir artı 30 kişi, eller kalksın insin, seçimleri manipüle et. Yerel seçimlere ilişkin bir politikan mı var? Bunu forumların politikası haline getirmek için forumlararası koordinasyon toplantılarını (FKT) birer araç/kanal olarak kullanmayı dene. Park forumu üzerinde kontrol mü kurmak istiyorsun? Daha iki ay önce “apolitik” diye küçümsediğin çalışma gruplarına bir gün ansızın üyelerini gönder.

Politik gruplar elbette forumlara katkı sunabilir. Açıktan ırkçı, cinsiyetçi olmayan her grubun örgütlenme özgürlüğü vardır. Ama bunu siyaset mühendisliği yerine, emek harcayarak, “topluma hizmet” mantığıyla yapmaları beklenir. O zaman zaten forum katılımcıları, ilgili grubun çalışmasına saygı duyacaktır. Fakat mevcut yaklaşım tarzlarının, zaten zayıflamış forumların içini iyice boşaltmaktan başka bir sonuca hizmet etmediği hemen herkesin paylaştığı bir görüş.

Abbasağa’da son iki ayda yoğunlaşan siyaset mühendisliği çabaları, başka bazı katılımcıların da forumdan çekilmesine yol açtı. Birçok forumda gözlediğimiz, bazı istisnalar dışında sol yapıların önemli bölümünün forumlara kullanımcı yaklaşımı, Abbasağa Forumu’nun da son derece olumsuz sonuçlar üretti.  

Sonuç

Bunları elbette enseyi karartalım diye yazmadım. Gezi sonrası forumlarda çok önemli bir süreç yaşadığımızı ve artık geriye dönük değerlendirmelere ihtiyaç olduğunu düşündüğüm için yazdım. Az sayıda da olsa, gerek Abbasağa’da gerekse başka yerlerde hâlâ bazı inisiyatifler, forumlar umut verici çalışmalar yürütüyor. Yeni dönemde bu inisiyatifleri güçlendirmeye çalışmamız gerektiğini, böylece seküler direniş hareketi için olumlu örneklikler oluşturabileceğimizi düşünüyorum. Hareket yeniden kitleselleştiğinde, bu sefer sıfırdan başlamamamızı sağlayacak, demokratik-katılımcı tarzda işleyen, halkın sorunlarına el atma konusunda deneyim biriktirmiş çalışma alanlarımız olsun.

Elbette başkaları daha iyimser (ya da belki daha da kötümser) değerlendirmeler yapacaktır. Nihayetinde amaç, geride bıraktığımız döneme ilişkin zengin bir tartışma ortamının oluşması değil midir?

  

[1] Abbasağa Forumu’nun kuruluş dönemi için şu yazıyı okuyabilirsiniz: Uğur Yılmaz, “Memleketin Forumları Bitmez”, http://parkgazetesi.com/2013/09/19/memleketin-parki-bitmez

[2] Buradan, dosdoğru imam-hatiplere karşı çıktığım anlaşılmasın. İmam-hatipler, Türkiye’de devletin dini kontrol altında alma araçlarından biridir. Doğrusu, dini eğitimin cemaatlere bırakılmasıdır. Fakat halihazırda veli/öğrencilerin imam-hatip talebinin karşılanmasına karşı çıkmak da, anti-demokratik bir tutum olur. Burada kast ettiğim, AKP Hükümeti’nin, farklı kesimlerin dinsel eğilimlerini dikkate almadan, dayatmacı şekilde “dinci bir kuşak yetiştirme” mühendisliğine soyunmasıdır. Bu uygulama, dine de zarar veriyor.