Yoğurtçu Parkı Forumu, bilindiği gibi İstanbul’un en kritik forumlarından. Park Gazetesi olarak bütün etkinliklerini yakından takip ettiğimiz bu forumun gelişimine dair, daha önce de Caferağa Dayanışması’ndan Deniz Polat’la kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirmiştik.

Bu foruma verdiğimiz öneme istinaden, şimdi de Don Kişot Evi’nden Tamer Doğan’la beraber konuya farklı bir ışık altında bakıyoruz. Doğan yaşanan süreçte gerek sol siyasetlerin gerek bağımsızların sorumluluğuna dair önemli yorumlarda bulunuyor. Ayrıca çalışma gruplarının işleyişine ve de ana forumun mahallelerle ilişkisine dair kritik ipuçları sunuyor.

Forumların geleceği açısından zihin açıcı olmasını umduğumuz bu tartışmaya, sizi de yazı ve yorumlarla katkıda bulunmaya davet ediyoruz.

Taylan TOSUN

* Yoğurtçu’nun ilk evresi…

Taylan Tosun: Yoğurtçu’nun tıkanmasının ana nedenleri hakkında neler söylemek istersin?

Tamer Doğan: 17-18 Haziran civarı Yoğurtçu’da buluştuğumuzda muazzam bir kalabalık vardı. Serbest kürsü diye bir şey oluştu. TKP’liler ses sistemi getirdi. TKP, EMEP, Halkevleri ve ÖDP’den oluşan bir dörtlü koordinasyon görünümü vardı. İyi de çalışıyorlardı.

Bence tıkanmanın ilk temel nedeni, her akşam 1.000’i aşkın kişinin katıldığı serbest kürsüydü. Çünkü insanlar eylemsellikten uzaklaşıp tartışmaya başladıklarında ayrılık noktaları daha fazla görünür hale geliyor. Örneğin ulusalcısı, ulusalcılığını dayatıyor. Ya da Kürt ulusal hareketinden olanlar “Kürdistan” kelimesini geçirme gereği duyuyor, bu da ortamı geriyor. İşçi Partililer bilinçli olarak provoke ettiler, kalabalık gelip art arda söz aldılar. TKP “Boyun Eğme” pankartı astı; ardından “Devrimden Sonra” filmini izlettirmek istedi. Bu, Koordinasyon’da derin tartışmalara yol açtı. Pankart indirildi, film de gösterilmeyince TKP ses sistemini alıp çekildi.

Parti ve grupların olması bence sorun değil. Birileri emek verir, insanlar da “Helal olsun, ben de işin içinde yer alabilir miyim?” der. Ancak şöyle bir sorun vardı: Sürekli arkada birileri bir şey tartışıyor, insanlar bundan bihaber.

İkinci temel neden de serbest kürsüde bir sürü önerinin yapılması, ama bir öneri havuzunun olmamasıydı. İnsanlar bence şunu hisseti: “Sözümün değeri yok. Bir öneride bulunuyorum, ama günler geçiyor, dikkate alınmıyor.” Her gün onlarca öneri yazılıyor, ama tutanaklarda kalıyordu. Dolayısıyla öneriler hayata geçirilmedi.

Önerilere birkaç somut örnek verecek olursak…

Mesela A atölyesi oluşturulabilir, alternatif medya kurulabilir, yaratıcı eylem biçimleri tartışılabilir gibi somut öneriler yapılıyordu. Ama sadece tartışmayla sınırlı kalıyordu.

Önerileri yapanlar uygulanması için de inisiyatif alıyor muydu?

Mesela biz Direnişin Hukuku Atölyesi olarak bir öneride bulunduk. Baktık yine havada kalacak, forumda oylattırdık, büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Etkinlik 1.000’e yakın insanla yapıldı, çok da beğenildi. Fakat öneri yapanların çoğu böyle davranmadı. Çoğu küstü, küsmeyi tercih etti.

Bence bu noktada şöyle bir sorun vardı: Analiz yapılmıyor, bir yol haritası çıkarılmıyordu. Bir politik hat belirlememe sorunu vardı. Aslında temel sorun buyken ve üzerine kafa yormamız gerekirken, bildiğimiz ezber yöntemlerle gittik: Basın açıklamaları, yürüyüşler, etrafa afiş asma vs. Zaten parkın içine örgütsel afişler filan da asılmaya başlandı.

 

* “Yaz kampları”

Tam o döneme denk gelen ilginç bir gelişme de yaz kamplarıydı. “Bu dönemde yaz kampı yapılır mı?” dedik. Bir örgüt yaz kampında yapabileceği her şeyi gelip parklarda yapabilirdi. Yoğurtçu’da, Abbasağa’da günlerce kampını yapabilirdi. Bunun yerine “Gezi ruhuyla Edremit’e”, “Gezi ruhuyla İzmir’e” diye kamplar düzenlendi. Aslında Gezi ruhunu alıp götürüyorsun, buradan bir kitle götürüyorsun. İkincisi, afişlerine penguenler koyuyorsun, “Genç çapulcular buluşuyor” diyorsun. Aslında bir köylü kurnazlığı da var. Gezi’nin devamıymış, örgütsüzmüş gibi bir hava vererek insanları kandırdığını düşünüyorsun. Ama insanlar saf değil, bunu görebiliyor.

Kaldığım yerden devam edersem, Gezi’ye katılmış olan bağımsız insanlar zamanla küsmeye, ayrılmaya başladı. Biz o zaman Koordinasyon’a şunu söyledik: “Emeğinize saygı duyuyoruz, sabahlara kadar kendinizi heba ediyorsunuz. Koordinasyon’u oluşturanlar çıksınlar, “Biz böyle doğaçlama başladık, ama isterseniz Koordinasyon’u değiştirelim, biz tamamen bırakalım, veya aynen böyle devam etsin” desinler dedik. Bu ilişkiler, şeffaf ve demokratik olsun dedik.

Bunu yapmadılar. Koordinasyon nerede tıkandı? Forum gece 11’de bitiyor diyelim. Sonra 100’ü aşkın insan sabaha kadar kafa patlatıyordu. Sonu gelmez tartışmalara giriyordu. Ertesi gün ne tartıştırmak istiyorlarsa onu konuşuyorlardı. Aslında pek üretken bir ortam değildi.

Ortam, üniversitelerde siyasetlerin düzenlediği forumlara mı benziyordu?

Evet. Temel nokta şu: Örgütlülüğe karşı değilim, ama örgütlerde şöyle bir zaaf var. İnsanlar, Koordinasyon toplantılarına örgütünden aldığı veriyle geliyor. Mesela A örgütü/partisi olsun, “Git Yoğurtçu’da şu politikayı izle” diyor. Örneğin, “Merkezileşme politikasını izle, mahallelere gidilmesin” diyor. TKP bunu çok yaptı: “Yerel seçimleri gündeme getirin, AKP karşıtlığı üzerinden yürüyün” dedi. Halkevleri başka bir politika üzerinden yürüdü, “genç çapulcular” vurgusu yaptı. Karşılıklı olarak ortama bu kadar kararlı gelindiğinde, herkes kendini dayatır. O zaman da ortak hiçbir şey çıkmaz.

 

* “Eylül’de Geldik”, ama yükseliş yakalayamadık…

“Eylül’de Gel Festivali” de bunun en somut örneklerinden biriydi. Festival’in söyleminde “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik” gibi vurgular vardı, ama “Barış” kavramı geçmiyordu. Örneğin, HDK çizgisinde olan taraf, “Böyle bir festivalde nasıl ‘barış’ kavramı geçmez, ‘Eylül’de Gel’ diyorsun” diye itiraz etti. Peki “barış” kelimesi neden bu kadar itiyordu? Çünkü o dönemde Halkevleri’nin Türkiye çapında yürüttüğü genel politikada “barış” kelimesi geçmiyordu. Bu da, “Barış olmazsa biz yokuz” veya “Barış varsa biz yokuz” şeklinde kavgalara yol açtı.

Analizden yoksun, her kafadan bir sesin çıktığı “serbest kürsü” ortamı şekillenince ne oluyor? Bir kere önünü göremiyorsun: “Gezi nasıl hareketti, bu harekete kimler katıldı?” “Plazalarda çalışanlar mı geldi, beyaz yakalılar mı geldi, orta sınıf mı geldi, yoksa ‘öfkeliler hareketi’ne mi benziyordu?”

Sonra insanlar tatile gitti. Ama zaten normal hayatında da tatile giden insanlardı. Bir işçi sınıfı hareketi olsa belki yazın da canlığını korurdu, ama bizim kitlemiz Antalya’ya gitti, Bodrum’a gitti. Tabii ki gitsinler, dünya kadar gaz yediler, yaralandılar. Ama o sırada bir düşüş yaşandı. İnsanlar bu düşüşün sebebini aramadı. Sebep, sadece forumların tıkanması mıydı, yoksa sadece insanların tatile gitmesi miydi?

Bunu şunun için söylüyorum: “İnsanlar tatilden dönecek, Eylül’de tekrar bir yükseliş yakalayacağız” algısı vardı ya. Ne oldu? Eylül’de birkaç gün bir çıkış yakaladık… orada kaldı. Bu konuyu kimse araştırmıyor, tartışmıyor. Örneğin Tuzluçayır, ODTÜ olayları tekrar başladığında, ortada Gezi’den çok farklı bir durum yoktu. Yine kepçeler ağaçları yıkıyordu ve insanları gaz yiyordu. ODTÜ’de Gezi’den fazlası oldu. Ama destek görmedi. Bunun nedeni hem forumların zayıflamış olması hem foruma katılan insanların küsmesi hem bir bekleme haline geçmesiydi. Forumlarda yaşanan hayal kırıklıklarının etkisiyle “Biz bunun için mi mücadele ettik?” tarzı sorular başladı.

 

* Yoğurtçu’da atölyeler…

Yoğurtçu’da yerel sorunlara, örneğin kentsel dönüşüm gibi meselelere eğilen ne gibi çalışmalar yapıldı?

Yoğurtçu’da atölyeler vardı. Örneğin Beyaz Yakalılar Atölyesi çok kalabalıktı, yaklaşık 100 kişiyle toplanıyordu. Kadın Atölyesi de en canlılardan biriydi. Aktif Politika ve Direnişin Hukuku Atölyesi… Bunlar çok diri ve üretken atölyelerdi. Bazen forumdan daha kalabalık toplanıyorlardı. Forumda 80 kişi varken, bunların 100’er kişiyle toplandığını görebiliyordunuz.

Mahallelere ne zaman geçmeye başladınız?

Mahalle dayanışmaları ilk kez Temmuz ortasında oluşmaya başladı. Yoğurtçu’da “Komşunu da al gel” diye toplandık. Yedi ayrı yerde 50’şerli, 100’erli öbek öbek buluşmalar oldu. Biz böyle buluştuk, ama “mahalle masası”ndaki arkadaşlar burada yoktu. Haliyle kopuşma orada başladı. Biz mahallelerde daha canlı bir ortam yakalayınca Yoğurtçu’yla ilişkimiz farklılaşmaya başladı. Ama düşmanca bir kopuş değildi bu.

Temmuz sonu Ağustos başına geldiğimizde, ucu bucağı olmayan tartışmalar yüzünden Koordinasyon’u oluşturanların kendileri isyan etti. Bir “Yürütme” oluşmasını önerdiler.

 

* İçe kapanma/mahalleye açılma…

Bu süreci açar mısın? Temel tartışmalar neydi?

Mesela bizim tarafı olduğumuz görüş, her gün serbest kürsülü forum olmasına karşıydı. Arkadaşlar “Parkı bırakacak mıyız?” diyordu. Biz “hayır” diyorduk, haftalık bir program olmasını öneriyorduk. Bir gün Hukuk Atölyesi sunuş yapabilirdi, bir gün, kentsel dönüşüm üzerine çalışan mimarlar grubu Fikirtepe, Hayadarpaşa, Kuşdili Çayırı hakkında sunuş yapabilirdi. Forumun somut, kanlı canlı gündemleri olsun. Haftada iki üç gün de serbest kürsü olsun. Çünkü forum artık “yetenek sizsiniz Türkiye”’ye dönmüştü. Sol gruplar ise, özellikle başta, her gün serbest kürsü olsun diyordu.

Elbette forumlarda içe dönük güzel şeyler yapılabilirdi. Kadın atölyesi, farklı konularda bilinç yükseltmeye dönük sunumlar vs. Ama nihayetinde bunlar içe dönük etkinliklerdi. Sence niçin “Böyle giderse sönümleniriz, dışa açılmamız lazım” öngörüsü ağırlık kazanmadı? Bu durum görülemedi mi?

Hayır, görülemedi. 80-100 kişi buluşmak yetiyordu insanlara. Bunu nerede fark ettik? Mahallelere geçmeye başladık. Bir yandan Yoğurtçu’da hukuk atölyesi var, bir yandan mahallelerde canlı bir ortam var. Mesela bizim mahalle kendisi için hukuk atölyesi, kadın atölyesi istemeye başladı. Haliyle dışarı açılma meselesi çözülmeye başladı.

Yürütme aşamasına geçişi biraz açalım istersen…

Bu dönemde aslında sadece Koordinasyon kalmıştı, forum filan kalmamıştı. Gezmeye gelen ve konu ilgisini çekerse oturan 10-15 kişi oluyordu. Bunun üzerine “Madem öyle Yürütme oluşturalım” dendi.. Bu arada bahsettiğim süreçte TKP hiçbir şekilde yok. Kalan politik öznelere Emekçi Hareket Partisi (EHP), Kaldıraç eklendi. Şöyle bir işleyiş öngörüldü: Var olan masalar rotasyon usulüyle kadın-erkek kotasına dikkat ederek yürütmeye temsilci gönderecekti.

Ancak iki şey başından beri işlemedi. Bir, rotasyonun hayatta karşılığı yoktu, ikincisi, kadın-erkek kotası diye bir şey yoktu. Sabit kişilerden oluşan, değişmeyen, “merkez komitevari” bir Yürütme oluştu. Bunun nedeni, masaların zaten birkaç kişiden oluşmasıydı. Bu durumda nasıl rotasyon olabilir ki? Örneğin bir Yürütme toplantısında bir arkadaş “Ben 3.500 kişiyi temsil ediyorum” dedi. Aslında bir Facebook grubundan bahsediyordu.

Mesele bir kastın tepesine sayısal güce dayanarak tırmanmaksa çok rahat yapılabilir bu. Ama sen duvar örüyorsan, çok umurumuzda olmaz, oraya girmeyiz de. Mesela bir keresinde lütfetmiş gibi, “Mahalleler de 1’er 2’şer temsilci gönderebilir” dediler. Biz de diyorduk ki “Tamam da biz orada 200 kişiyle toplanıyoruz, sen burada 30 kişiyle forum yapıyorsun”. Kilit nokta buydu. Sağlık masasında tek kişi var, o kişi her daim Yürütme’de yer alıyor. Oysa mahallede 200 kişi, belki 1.000 kişi var, oradan da temsilci olarak bir kişi geliyor.

 

* Forumlar ve barış süreci

Sence Yoğurtçu’da barış meselesi yeterince gündeme geldi mi?

Hayır, gelmedi. Yine sen, ben, bizim oğlan gibi oldu. Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürüldüğü gün çok önemli bir an yakalanmıştı. O gün Kadıköy’de 5.000 kişiyle yürüdük ve bu kitlenin çok azı eskiden beri Kürt sorununa duyarlı kişilerdi. “Biji Bratiya Gelan” sloganını bilmeyen bir sürü insan ezberleyerek bu sloganı attı. O gün Gezi’yle çok bağlantısı yokmuş gibi görünen bir Kürt gencine Gezi sahip çıkmış oldu. O günkü ortam devam ettirilseydi çok farklı olurdu.

Bence bunda iki tarafın da sorumluluğu var. Sadece ulusalcıları sorumlu tutmak yanlış olur. Gerek Kürt hareketine yakın olanlar gerekse devrimcilerin bilinçli olarak ortamı kaşıdığını düşünüyorum. Forumlardaki insanlar yıllardır Kürt sorununu medyadan izlemiş. Sindirmelerine biraz müsaade et, bir dur. Onun yerine kürsülerde sürekli kaba propaganda yapıldı, ısrarla “Kürdistan” ifadesi kullanıldı, bunlar insanları itti. Oysa bu insanların barış sürecine soğuk bakmaları, barışa karşı olmalarından değil, belirli bir politik bakış açısına tepki duymalarından kaynaklanıyordu.

İstersen biraz da mahalle çalışmalarından bahsedelim…

Biz Yeldeğirmeni’nde mahalleliyi de yanımıza alarak ilk kez bir çocuk parkı yaptırdık. Koskoca mahallede bir tane çocuk parkı yoktu. İnsanlar mahalle meclisinin Gezi hareketinin devamı olduğunu biliyordu.

Sonra Ramazan’da “yeryüzü sofrası” kurduk. Bizim soframıza 200’ü aşkın insan geldi. Bir Pınar Aydın konseri yaptık. Çok insan geldi. O dönemde Yoğurtçu dibe vurmuştu. 30 kişi filan toplanıyordu. Burada bir şey oluşuyor… Bir küskünlük kırgınlıktan değil de… Oraya gidip 30 kişiyle sonu olmayan tartışmalara girmek istemiyorsun.