Bildiğim kadarıyla, T. C. Hükümetleri 90’ların sonundan bu yana ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirmekle suçlanmıyor. Fakat Hükümet, Suriye’de rejimi değiştirmek ve Rojava’da Kürtlerin özerkliğini ortadan kaldırmak için El Nusra, Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi gruplara verdiği aktif desteği sona erdirmezse durum değişebilir. Uluslararası insan hakları kuruluşları insanlık suçlarına katılma suçlamasında bulunur ve “uluslararası toplum”u etkin önlemler almaya çağırırsa, Türkiye, Suriye politikasında ısrarının bedelini ağır şekilde ödeyebilir. Böyle bir gelişme, hiç kuşkusuz, AKP Hükümeti’nin uluslararası alandaki yıpranması hızlandırır.

1999’da Öcalan yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmiş, 90’lı yılların sonunda tam bir çöküşün eğişine gelen Türkiye’yi yeniden Batı sistemine entegre etmek için çok yönlü önlemler alınmıştı. Bu çerçevede, Türk hükümetlerinden, bir devlet politikası olarak kitle katliamlarına son vermesi ve bir daha tekrarlamaması istenmişti.  

2000’li yıllarda, özellikle 2009 sonrası gerçekleştirilen kitlesel tutuklamalar, gazetecilerden öğrencilere kadar Kürt Hareketi ve toplumsal muhalefet üzerinde estirilen terör –yasal kılıfına uygun yapıldığı için olsa gerek– “uluslararası toplum”da ciddi insan hakları ihlalleri olarak sınıflandırılmadı. Hatta Türk güvenlik birimlerinin desteğiyle El Kaideci örgütlerin Rojava’da sivil Kürtleri katletmesi bile başlıca uluslararası insan hakları örgütlerince uzun süre görmezden gelindi. Son yıllarda insan hakları bağlamında Türkiye’ye dönük en sert eleştiri, Kürtlere ve öteki iflah olmaz muhaliflere değil, bizzat orta sınıf Türklere uygulanan şiddet dolayısıyla, Gezi olayları çerçevesinde gündeme geldi. Son yayınlanan AB İlerleme Raporu’nda, “demokratikleşme paketi”nden övgüyle söz edilirken, Gezi olayları nedeniyle güvenlik güçlerine ağır eleştiriler yönetilmesi bu yaklaşımı bir kez daha teyit ediyor.  

Fakat Suriye politikası insan hakları alanında AKP Hükümeti’nin başına iş açacak gibi görünüyor.  

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), 15 Ekim’de Kanları Hâlâ Görebilirsiniz: Lazkiye Kırsalında Muhalif Güçlerce Yapılan İnfazlar, Ayrım Gözetmeksizin Ateş Açma ve Rehine Alma Eylemleri başlıklı, 104 sayfalık bir rapor yayınladı. Rapor, 4-18 Ağustos tarihleri arasında, “muhalif” El Kaideci grupların Suriyeli Alevilerin yoğun şekilde yaşadığı Lazkiye bölgesinde gerçekleştirdiği  kitle katliamlarını ele alıyor. HWR’ın saha çalışmasından elde ettiği verilere göre, Ahrar El Şam, Irak ve Şam İslam Devleti, El Nusra Cephesi, Muhacir ve Ensar Ordusu ve Sukur El İz adlı gruplar, tümü Alevi en az 190 sivili öldürüp çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan 200 sivili rehin alıyor. 190 sivilden 67’sinin savaş hukukuna aykırı şekilde öldürüldüğüne dair kanıtlar mevcut. Bu gruplardan Irak-Şam İslam Devleti ve El Nusra Cephesi, Tükiye tarafından Rojavalı Kürtlere karşı kullanıldı, kullanılmaya devam ediyor.

Söz konusu raporda şu bilgiye de yer veriliyor: HRW, 26 Eylül’de T. C. Dışişleri Bakanlığı’na bir mektup yazıyor. Mektupta, Lazkiye’de savaş suçu işleyen grupların Türkiye’den giriş yaptığına dair ellerinde veriler olduğunu ve Türkiye’nin bu konuda ne gibi önlemler aldığını öğrenmek istediklerini belirtiyor. Rapordan, Dışişleri Bakanlığı’nın mektuba cevap vermediğini öğreniyoruz.

Rapor, Birleşmiş Milletler (BM) ve bir dizi ülkeye tavsiyelerde bulunuyor. BM’den gerek Suriye devlet güçleri gerekse “muhalif” gruplar tarafından işlenen insanlık suçlarının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taşınması isteniyor. Ayrıca Suriye devletine ve “muhalif” güçlere askeri yardım yapan ülkelerin, bu yardımları askıya alması için BM’nin tedbir alması talep ediliyor.

HRW, Türkiye ve Körfez Ülkeleri’ne de tavsiyelerde bulunuyor. Türkiye’den, sınır denetimini güçlendirmesini, Lazkiye’deki katliama karıştığına dair şüpheler bulunan örgüt üyeleri ve komutanların aranıp yakalanmasını istiyor.

 

***

Türkiye’nin, Suriye’de adlarına “muhalif gruplar” denilen El kaide bağlantılı çeteleri desteklemesi uluslararası resmi belgelere ne kadar yansıdı, bilmiyorum. Fakat Batılı hükümetler nezdinde önemli bir lobi gücü olan HRW gibi saygın bir insan hakları örgütünün raporunda dile getirilenler gayet açık: Adına “tasviye” filan denilse de, sonuçta bir devlet olarak Türkiye’nin savaş suçlarına dolaylı da olsa karıştığı söyleniyor; bu pozisyonuna bir an evvel son vermesi talep ediliyor.

Elbette ABD-Rusya’nın başını çektiği, Suriye’deki iç savaşa diplomatik yollardan çözüm bulma politikasının ağırlık kazandığı ve ABD’nin Suriye’deki El Kaideci grupları “tehdit” olarak tanımladığı bir dönemde, HRW’ın Türkiye ve Körfez Ülkeleri’ni dolaylı yoldan suçlayan bir rapor hazırlaması büyük bir tesadüf olarak yorumlanmamalı.

Türkiye, mevcut Suriye politikasında ısrar eder ve Rojava’ya nefes aldırmamak için El Kaideci çeteleri desteklemeyi sürdürürse, “muhalif” grupların savaş suçlarına ortak olmakla suçlanacak. Bu politikadan vazgeçmek zorunda kalması durumunda ise –ki elbette bu olasılık daha yüksek– Rojava’daki Kürt özerkliği iyice kurumsallaşma fırsatı bulacak. Devletin Kürt Hareketi’yle Rojava üzerinden hesaplaşma politikası büyük ölçüde çökecek ve bütün bu gelişmeler, barış sürecinin lehine olacak.