Türkiye Suriye’de 2011 yılının sonlarında başlayan iç savaşın başından beri izlediği “kendini dizginleme” ve iç savaşa vekilleri vasıtasıyla dahil olma politikasını değiştirdi ve Cerablus’u IŞİD’den alma bahanesiyle TSK’ya ait tanklar eşliğinde bir grup ÖSO savaşçısını kendi topraklarından Suriye’ye soktu. Bu hamleyi yaparken de ABD’nin tam desteğini arkasına aldı. Operasyonun başladığı 24 Ağustos 2016 Çarşamba günü Ankara’yı ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, "YPG ve Suriye kuvvetleri nehrin öbür tarafına hiçbir şekilde geçmemelidir, geçtikleri takdirde ABD tarafından desteklenmeyecektir." dedi. ABD, bu şekilde hem Türkiye’nin Suriye seferine desteğini açıklıyor, hem de Kürtlere bu seferde Türkiye’ye ayak bağı olmaması talimatını veriyordu.

Türkiye için Sınırlarında IŞİD’in ülke güvenliğine oluşturduğu tehdidin aslında bir bahane olduğu, asıl hedefin Suriye Kürtlerinin kazanımları olduğu çok geçmeden belli oldu. Cerablus’u IŞİD’den tek kurşun atılmadan teslim alan TSK tankları destekli ÖSO birlikleri güneye, yani ana gövdesini YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından IŞİD’den kurtarılan Membiç’e doğru sürüldü. Operasyon başladıktan birkaç gün sonra YPG ile sıcak temas sağlandı ve 27 Ağustos günü TSK’ya ait iki tank YPG tarafından roket ile vuruldu. Ertesi gün, yani 28 Ağustos’ta Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Türk savaş uçaklarının Suriye’nin kuzeyindeki YPG hedeflerine düzenlediği operasyonda, köylerdeki en az 35 sivilin yaşamını yitirdiğini, 50’den fazla yaralı olduğunu duyurdu.

Başlangıçta bu operasyona hava kuvvetleri ile destek veren ABD ve yeşil ışık yakan Rusya, TSK destekli ÖSO birlikleri YPG ile çatışmaya başlayınca seslerini yükselttiler. 29 Ağustos günü Pentagon Suriye’nin kuzeyinde yaşanan çatışmalarla ilgili olarak “YPG’nin büyük oranda Fırat’ın doğusuna çekildiği görülüyor. Koordine edilmemiş operasyonlar ve manevralar IŞİD’in işine gelmektedir.” açıklamasında bulundu. ABD Savunma Bakanı Ash Carter, “Uzun zaman önce Türkiye’ye çağrı yapmıştık… Türkiye IŞİD’le savaşa odaklanmalı, Demokratik Suriye Güçleri’ne değil” dedi. Rusya, Türkiye’ye, Suriye’de IŞİD’le savaşan muhaliflere ve Suriyeli Kürtler dahil etnik gruplara yönelik saldırılarda bulunmaması çağrısında bulundu. İran, Türkiye'nin Suriye operasyonunun 'kabul edilemez bir toprak egemenliği ihlali olduğu' yönünde bir açıklama yaparak Fırat Kalkanı Operasyonu'nun sonlandırılması istedi. ABD’de “Suriye’deki iki müttefikimiz birbiri ile değil IŞİD ile savaşsın” talebi güçlü bir şekilde dile getirildi.

Türkiye’nin Suriye’ye girerken asıl hedefinin IŞİD değil YPG/PYD olduğu başından belli değil miydi? Buna rağmen ABD neden Türkiye’nin operasyonuna yalnızca yeşil ışık yakmakla kalmayıp açık destek verdi?

Bu soruyu yanıtlayabilmek için 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’nin yürüttüğü diplomasi atağını dikkate almamız gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişiminden sonra ilk yurtdışı ziyaretini 9 Ağustos günü Rusya’ya gerçekleştirdi. Erdoğan-Putin görüşmesinden sonra yapılan ortak açıklamada ilişkilerin krizden önceki seviyeyi de aşmasının, aksama gösteren Akkuyu Nükleer santralinin hız kazanmasının ve Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak Türk akımı projesinin hayata geçirilmesinin kararlaştırıldığı belirtildi. 12 Ağustos tarihinde İran Dışişleri Bakanı Zarifi’nin Türkiye ziyareti, ardından Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun İran’a yaptığı ziyaretin ana temalarından birisi Suriye konusu oldu. Bu görüşmelerde PKK eksenli örgütlerin ve bağımsız bir Kürt devletinin hem Türkiye hem de İran için tehlikeleri vurgulandı. Bu görüşmelerde Suriye’de çözüm için Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde işbirliği konusunda mutabakat vurgulandı. Ardından 20 Ağustos’ta Başbakan Yıldırım’ın Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapan ve “Geçiş sürecinde Esad'ın rolü olabilir”, “Suriye ile yeni bir sayfa açmalı” türünden açıklamaları geldi.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra bazı AKP’liler tarafından darbenin arkasında ABD olduğu yolundaki açıklamalar, Türkiye’nin Rusya ve İran’la hızlı yakınlaşması, Suriye’nin geleceğinde Esad’ın rolüne ilişkin açıklamaların tümü bir arada düşünüldüğünde Türkiye’nin NATO ekseninden çıkarak Avrasya eksenine doğru bir yönelim içinde girdiğine ilişkin kaygıların dile getirilmesine neden oldu.

Gerçekten de Türkiye radikal bir jeopolitik yönelim değişikliğine gitmekte midir yoksa tarihte birçok defa yaptığı gibi, jeopolitik önemini kullanıp bir satranç oyunu mu oynamış ve NATO ekseninden uzaklaşıp Avrasya eksenine kayıyor gibi görünerek ABD’den Suriye vizesini mi koparmaya ve uzun süredir dile getirdiği “tampon bölge” tezini hayata geçirmeye mi çalışmıştır?

Bu sorunun net yanıtı önümüzdeki günlerde açığa çıkacak, ancak ilk belirtiler ikinci şıkkın daha doğru olduğu yönündedir. İran ve Rusya ile Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu vizyonları arasında kapatılamaz bir mesafe vardır. Rusya için Esad’ın iktidarda kalması ve Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki üssünü ve Ortadoğu’daki en önemli müttefikini kaybetmemesi birinci önceliktir. Türkiye ve İran’ın stratejik bir işbirliğine gitmesi ise özellikle Suriye konusunda Türkiye’nin ABD, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail ekseninden uzaklaşması anlamına geliyor. Türkiye’nin böylesi radikal bir eksen değişikliğine gitmesi mevcut İslamcı iktidarın mezhepsel takıntısı nedeniyle de mümkün değildir. Esad İran’ın Ortadoğu’daki en önemli müttefikidir ve Lübnan’da Hizbullah ve Irak’taki Şiilerle birlikte “direniş ekseninin” en önemli unsurudur.

Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin jeopolitik vizyonu 2011 başında Arap Baharı’nın başlamasıyla isyanların baş gösterdiği Arap ülkelerinde iktidara gelecek Müslüman Kardeşler seksiyonlarının hamiliğini üstlenerek eski Osmanlı coğrafyasında liderlik rolüne soyunmaktı. Ancak Arap Baharı Suriye’de Türkiye’nin hiç arzu etmediği gelişmelere neden oldu ve Rojava’da Kürtler önemli kazanımlar elde ederek özerk bir yönetim kurdular. Üstelik IŞİD’e karşı mücadelede en güvenilir kara unsuru olduklarını kanıtladılar. YPG’nin en büyük bileşeni olduğu SDG Menbiç'i aldıktan sonra sıradaki hedefinin El-Bab olduğunu açıkladı ve bunu başarma ihtimalinin olduğunu da gösterdi. El-Bab'ın SDG'nin eline geçmesi demek güneyden, Türk topçularının menzili dışından Afrin ile Kobani'nin birleşmesi demekti ki bundan sonra Cerablus ve aradaki bölgeyi temizlemek çok kolay olacaktı. Ne IŞİD ne de ÖSO Kürtleri yenemeyince ve bunun üstüne bir de Kürtler kantonları birleştirmeye yaklaşınca Türkiye bölgeye girmek zorunda kaldı.

Bugün için Türkiye’nin birinci önceliği YPG’nin Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmelerini önlemek ve mümkünse Kürtlerin kazanımlarını yok etmektir. Türkiye’nin ikinci derecedeki önceliği ise Suriye’de Esad’sız bir çözüm çerçevesinde Sünnilerin iktidara gelmesidir. Ancak son gelişmeler Türkiye’nin bu konuda çok da ısrarcı olmadığını göstermiştir.

ABD için ise Suriye’de birinci öncelik IŞİD tehdidinin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için ABD özel kuvvetleri Suriye’de Rakka’nın, Irak’ta ise Musul’un IŞİD’in elinden alınması için Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaşan YPG ve Peşmerge güçlerine eğitim ve destek sağlamaktadır. ABD, YPG’nin Fırat’ın doğusuna çekilmesini de işte bu nedenle istemektedir; YPG güçlerinin ABD özel kuvvetlerinin desteği ile güçlerini Rakka’nın IŞİD’in elinden kurtarılması için toplamasını talep etmektedir. İşte bu nedenle Menbiç’te bir YPG-TSK çatışmasının Suriye ve Irak’taki durumu daha da istikrarsızlaştıracağından ve önderlik ettiği IŞİD karşıtı koalisyonun çabalarını boşa çıkaracağından çekinmektedir.

YPG kendi güçlerinin Fırat’ın doğusuna geçtiğini ve Menbiç’te yönetimi SDG’nin Arap unsurlarından oluşan Menbiç Askeri Meclisine devrettiğini açıkladı ve bu bilgi ABD tarafından da teyit edildi. Ancak bir yandan da YPG’nin Menbiç’e takviye yaptığına dair bilgiler var. İsrail istihbaratına yakın bir site olan DebkaFiles, Irak ve Suriye’deki ABD birliklerinin komutanı General Stephen Townsend’in YPG ile birlikte savaşan Amerikan Özel Kuvvetler unsurlarının Haseke yakınlarındaki Rimeylan hava üssüne çekildiklerini ve YPG’ye istihbarat ve mühimmat desteğini kestiklerini bildiriyor.

ABD’nin YPG’ye desteğini kesmesinin geçici bir durum olup olmadığını önümüzdeki günlerdeki gelişmeler gösterecek. Ancak YPG’nin, Biden’in Fırat’ın doğusuna çekilmeleri yönündeki ültimatomunu görmezden gelerek aslında ABD’nin sahadaki postalı olmadığını göstermek istediği düşünülebilir. Dahası çoğunluğu Arap olan Menbiç’te Araplardan oluşan bir özyönetim kurulduğu görülüyor. Bu tür özyönetimci deneylerin ABD’nin emperyal vizyonu ile doku uyuşmazlığı aşikâr.
ABD’nin Türkiye’nin Suriye’ye girmesinin bu türden gelişmelere yol açacağını ve IŞİD’e karşı mücadeleyi akamete uğratacağını öngörememesi imkânsız. ABD gerçekten de Türkiye’nin bir eksen kayması yaşayarak NATO ekseninden Avrasya eksenine kayabileceğini mi düşündü de Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine yeşil ışık yaktı? ABD Suriye’yi Fırat’ın batısı ve doğusu olarak ikiye ayırıp bu iki bölgede iki ayrı müttefikle iş görebileceği gibi naif bir hesap yaptı ve Ortadoğu’da işlerin bu kadar basit işlemeyeceği gerçeğini göz ardı mı etti? Belki de sahadaki durumu belli ölçüde dengeleyebileceğini ve TSK ile YPG’ye ayrı bölgeler göstererek çatışmalarını engelleyebileceğini düşünüyor. En azından olası bir Rakka operasyonu öncesi TSK ile YPG arasında bir çatışmanın engelleneceğini, ama TSK’nın fırsat bulursa YPG’ye saldıracağını öngörebiliriz.

15 Temmuz darbe girişiminden sonra Washington’ın gözünde Türkiye’nin önemi ve iktidarın meşruiyeti konusunda da bir değişiklik olduğu görülüyor. 15 Temmuz öncesinde ABD için önemli olan Türkiye’nin vekilleri ile dahi olsa, askeri olarak Suriye denkleminin dışında kalması ve ülkedeki mevcut kaosa fazladan bir katman eklememesi idi. TSK içinde özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ile büyük ölçüde tasfiye edilen Atlantikçi kanadın da TSK’nın Suriye’ye müdahalesine bu nedenle karşı olduğunu düşünebiliriz. Ancak 15 Temmuz sonrasında TSK’da hâkimiyetini pekiştiren ulusalcı/Avrasyacı kanadın özelde Suriye ve genelde Ortadoğu’da daha savaşkan ve maceracı bir politika izleme politikasına destek verecekleri söylenebilir.

Ayrıca 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Erdoğan çevresinde sağlanan “milli mutabakat” ve HDP dışında kalan “milli ve yerli muhalefetin” bu mutabakata verdiği kayıtsız şartsız destek de hem Erdoğan’ın Batı nezdinde son yıllarda oldukça yıpranan meşruiyetini pekiştirmiş hem de Türkiye’nin başta tampon bölge olmak üzere Suriye ile tezlerini güçlendirmiştir. Üstelik de “milli ve yerli muhalefetin” Rojava Kürtlerinin kazanımlarını durdurmak ve yapılabilirse bertaraf etmek hususunda iktidardan daha hevesli olduğu, ya da bu projeye zımni destek verdiği düşünüldüğünde bu kanı daha da güçleniyor.
Ankara’da operasyonun, “Türkiye’nin değişen dış politika tercihleri ve yürüttüğü sıkı mekik diplomasisi sayesinde büyük bir başarı olduğu” kanaati hâkim. İşin aslı Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok kez denediği, aslında Osmanlı’dan devraldığı bir jeopolitik oyuna başvuruyor. Batı tarafından köşeye sıkıştırıldığını hissettiğinde Rusya’ya yaklaşma ve böylece kendisine alan açarak kendi tercihleri doğrultusunda politika geliştirme oyununu oynuyor.

1831-1833 Osmanlı-Mısır Savaşı’nda Fransa ve İngiltere’nin desteklediği Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır birlikleri Osmanlı ordusunu Konya’da yenip İstanbul’a doğru yürüyüşe geçince Osmanlı İmparatorluğu Ruslardan yardım istedi ve Rus donanması İstanbul’a davet edildi. Bunun üzerine Fransa ve İngiltere Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı geri çekilmeye ve Osmanlı ile anlaşmaya razı etti. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara Hükümeti’nin Bolşeviklerle yakınlaşması da işgal kuvvetlerinin Ankara Hükümeti ile anlaşmasında önemli bir faktör oldu. Aynı şekilde Menderes ve Demirel de Batı ile ilişkilerin gerildiği dönemlerde SSCB ile yakınlaşma siyaseti izlemişlerdir.
Dolayısıyla, bugün Türkiye’yi yöneten siyasi akıl radikal bir eksen değişikliğini göze alma basiretini gösteremeyeceği gibi, Rusya ile yakınlaşıp Batı’dan ödün koparma siyaseti de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi dehasının ürünü değildir. Fehim Taştekin’in de belirttiği gibi “Genel kanaat hükümetin stratejik planlamalarla değil fırsatlar ve hissiyatlarla hareket ettiği yönünde. Türkiye bu hamleyle belki TSK’nin 15 Temmuz darbe girimiyle yara alan imajını düzeltme, Rus uçağını düşürerek oyun dışı kaldığı Suriye’de denkleme geri dönme, Esad’a karşı desteklediği grupları en azından pazarlık masasında tutabilme, İD ile savaştığı izlenimi verme ve sürekli çiğnenen kırmızı çizgileriyle ilgili kararlılığını gösterme açısından belli kazanımlar elde etmiş olabilir ama bu oyunu tek başına oynama cihetine gittiği takdirde iş değişir. O zaman sadece müttefiki ABD değil 15 Temmuz travmasıyla yanında bulduğu Rusya ve İran’ı da karşısında görebilir.”
Sonuç olarak TSK’nın Suriye’de ne kadar kalacağı ve burada neyi başaracağı, hem uluslararası dengelere hem de sahadaki dengelere bağlı, ancak ne yazık ki iç muhalefete bağlı değil. Türkiye’nin batısında Saray’ın etrafında kümelenmiş devletin çelik çekirdeğinin savaş politikalarına karşı koyabilecek bir barış hareketi ve etkili bir muhalefet yok ve olası muhalefet nüveleri de 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşturulan baskı ortamında sinmiş durumda.

[1] TSK’nın Cerablus operasyonuna ilişkin ayrıntılı bir kronoloji için bkz. Cerablus operasyonu, Diken, http://www.diken.com.tr/cerablus-operasyonu-tsk-dokuz-gunde-925-hedefe-1125-atis-yapildi/

[2] Türkiye ve İran’ın Suriye ve Ortadoğu konularındaki vizyon farklılıklarına ilişkin önemli bir değerlendirme için bkz. Fehim Taştekin, “İran’la balayı ne vaat ediyor?”, Al Monitor, 22.08.2016, http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2016/08/turkey-iran-honeymoon-what-is-next.html

[3] ABD’nin Suriye politikası konusunda bir değerlendirme için bkz. Verda Özer, “Washington İkiye mi Bölündü?” Hürriyet, 03.09.2016,  http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/verda-ozer_511/washington-ikiye-mi-bolundu_40214831

[4] “Syrian Kurds clash with Turkish forces”, DEBKAfile Exclusive Report, 26 Ağustos 2016, http://www.debka.com/article/25634/Syrian-Kurds-clash-with-Turkish-forces-

[5] Fehim Taştekin, “Türkiye’nin kendini sürüklediği tuzak” Al Monitor, 1.9.2016, http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2016/09/turkey-syria-kurds-ankara-can-get-stuck-quagmire.html#ixzz4JHSwT6XU