1-    İlk sarsıntıları 17 Aralık 2010 günü Tunus’ta başlayan ve Tüm Arap dünyasını sarsan devasa altüst oluş, sonunda bir patlamaya yol açan bazı etmenlerin uzun süredir derinden derine birikmesi ile belirlenmiştir: Ekonomik büyümenin eksikliği, kitlesel işsizlik (dünyanın tüm bölgeleri içinde en yüksek işsizlik oranları), yaygın endemik yozlaşma, muazzam toplumsal eşitsizlikler, demokratik meşruiyetten yoksun despotik yönetimler, köle gibi muamele gören vatandaşlar. Arap dünyasında eyleme geçen insanlar bu belirleyici etmenler kümesinin şu ya da bu ögesinden çeşitli derecelerde etkilenen toplumsal tabakalar ve kategorilerden oluşuyordu. Ancak ortak payda, demokrasiye duyulan özlemdi: siyasi özgürlükler, özgür ve adil seçimler, demokratik olarak yapılmış bir anayasa. Bunlar, isyanın güçlü bir şekilde ortaya çıktığı Arap ülkelerinde isyana katılan kitleleri birleştiren ortak payda idi. (Bu koşulların en yüksek derecede eksik olduğu tek Arap ülkesinde, yani Suudi Arabistan’da kitlesel bir ayaklanma olmaması bu ülkedeki hâkimiyet ve baskının yoğunluğuna kanıt oluşturmaktadır.)

2-    Süregiden ayaklanmanın çarpıcı yanlarından çoğu doğrudan küresel enformasyon devrimi ile ilgilidir. Ayaklanmanın tüm bölgeye yayılma hızı, doğru bir şekilde, her şeyden önce uydu televizyonlarına atfedilmiştir. Uydu televizyonları bölgenin dilsel birliğini çok daha etkili kılan ve eski “Arap Devrimi” kavramına çok daha güçlü bir varlık kazandıran yeni bir etmendir. Devletlerin sınırlarını aşan ve devlet sansürünü es geçen yeni iletişim teknolojileri, Arapça konuşan bölgelerdeki tüm halkların, başlangıçta Tunus’ta, sonra çok daha geniş ölçekte ve çok daha fazla heyecan verici bir etki ile Mısır’da, daha sonra da tüm bölgedeki olayları anında izlemesine olanak tanımıştır. Tunus ayaklanması, milyonlarca insanın ayaklanmayı anbean izlemesini sağlayan bu yeni kabiliyet sayesinde çok daha etkili bir örnek oluşturmuştur. Tüm bölgede yaşayan halklar Mısır ayaklanmasına “sanal” olarak katılmıştır. Uydu kanallarının kameraları ve muhabirleri sayesinde Kahire’de Tahrir Meydanı’nda yerlerini almışlar ve Mısır Devriminin merkez üssünde toplanan devasa kitlelerin neşe ve heyecanına katılmışlardır. Baskı nedeniyle televizyon kameralarının protestolara katılmasının engellendiği Suriye gibi ülkelerde kameraların yerini, mücadele ve baskı imgelerini küresel sanal evrene yansıtmak üzere cep telefonları ve Youtube’u kullanan sayısız aktivist almıştır. Bu imgeler daha sonra uydu kanalları tarafından naklen yayınlanmış ve geniş kitlelere aktarılmıştır.
3-    Uydu kanalları ve internet ile küresel iletişim, Arap bölgelerindeki halkların küresel kültürel potaya daha fazla erişmelerini ve küresel gerçeklere olduğu kadar, küresel kurgulara da daha fazla maruz kalmalarını mümkün kılmıştır. Bu deneyim, iletişim çağında yetişen ilk kuşak olan tüm genç kuşağın gözlerini son derece açmıştır. Bir yanda, hayal iken gerçek olan bu “küresel köyün” sanal bir vatandaşı olmanın getirdiği esinlenmeler ve kıskançlıklar, diğer yanda ise ortaçağdan kalma darboğazların içindeki geleceği olmayan toplumlarda umutsuz ve tiksindirici bir şekilde boyun eğmiş olmak… İşte bu iki gerçeklik arasındaki uçurum, fakir ama eğitimli kesimlerden üst orta sınıfa kadar değişik katmanlardan, geniş bir toplumsal yelpazeden genç insanları eyleme geçiren güçlü bir belirleyici etmendi. Dünya tarihinde bir kez daha (yakın zamanda mezun olmuş ya da halen öğrenci olan) genç ve eğitimli insanlar, toplumsal ve siyasi protestoların ön saflarında yer aldılar. Bu yeni toplumsal tabaka, yeni iletişim teknolojilerini, özellikle de sosyal medyayı yoğun olarak kullandı. Özellikle de Facebook, çok değil, on yıl önce hayal bile edilemeyen bir hızda ve kolaylıkta şebekeler oluşturmalarına olanak tanıdı.

4-    “Arap Baharını” çok çarpıcı bir paradoks karakterize etmektedir, o da şudur: “Arap Baharı” büyük ölçüde yukarıda betimlediğimiz kültürel devrim tarafından belirlenmişse de köktendinci güçlerin kendilerini ifade etmelerini ve eyleme geçmelerini engelleyen kapıları da açmıştır. Bu güçler, son otuz yıldır bölgede muhalefetin baskın olarak örgütlendiği akımlar ve protestonun ifadesini bulduğu eldeki mevcut olan yegâne araçlardır. Dolayısıyla paradoks gibi görünen sonuç şudur: Devasa kurtuluş hareketleri, siyasi olmasa da (bunu zaman gösterecek) toplumsal ve kültürel baskı güçlerinin seçimlerde zafer kazanmasını sağlamıştır. Bu paradoks, Arap dünyasındaki mevcut despotik ve yozlaşmış rejimlerin dayattığı kısıtların bu türden bir muhalefet ve mevzilenmenin gelişmesine uygun bir zemin yaratmasının doğal sonucudur. Din ve dinci hareketler, bölgedeki rejimlerin çoğu tarafından eski ulusalcı ve komünist solun kalıntılarını bastırmak ve 1967 sonrası dönemde yeni sol güçlerin ortaya çıkmasını engellemek için yaygın bir şekilde kullanılmıştır. İlerlemeci siyasi güçlerin devlet desteği ve finansman kaynaklarını yitirdiği bir zamanda, tüm bölgedeki köktendinci güçlere üç bölgesel petrol zengini ülke tarafından finansman ve destek sağlanmıştır: Suudi Krallığı, İran İslam Cumhuriyeti ve Katar Emirliği. Bu ülkeler köktendinci güçlere para yağdırmakta adeta birbirleri ile yarışmıştır.

5-    Bu paradoksal gidişatın değişmesi için Arap dünyasının yeni bir tarihsel deneyimden geçmesi gerekecektir. Bu deneyim sırasında iki eşzamanlı süreç işlemelidir: Bir yanda bölgedeki halklar dinci güçlere bir iktidar şansı vermeli ve bariz sınırlarını, özellikle de Arap ayaklanmalarının altında yatan derin toplumsal ve ekonomik sorunlara yönelik bir programları olmadığını görmelidir. Diğer yandan ayaklanmalar sırasında güçlü bir şekilde kendisini gösteren ve ayaklanmaların ateşini yakıp ona önderlik eden yeni toplumsal, siyasi ve kültürel kurtuluş güçlerinin, dinsel geri tepmeye inandırıcı bir alternatif oluşturma yeteneğine sahip siyasi mücadele örgütleri inşa etmeleri gerekecektir. Bunun için kurtuluş güçleri, köktendinci güçlerin kitle tabanlarına erişmek için dinsel karanlık ile uzlaşmaya gitmek yerine onunla kavgaya tutuşacak cesareti kendilerinde bulmalıdırlar.

[Bu tezler Berlin’deki Haus der Kulturen der Welt’te Aralık 2011’de organize edilen “Devrimleri Tercüme Etmek”  başlıklı atölye için kaleme alınmıştır.]