Son zamanlarda birbiri ardından çıkan ‘Batılı’ müziklerin alaturka ‘cover’ yorumlarından oluşan albümler, çoğu zaman bir gülümseme eşliğinde dinleyiciye sunuluyor. Çok farklı geleneklerden müziklerin Türkiye’de farklı biçimde yeniden üretilmesi klişe sunumlara konu olabilmekle birlikte, bu çabalar zaman zaman ‘Batı’yı daha farklı duyma, özgün bir biçimde dinleme ihtiyacı çerçevesinde bir doğallık/özgünlük de barındırabiliyorlar. Bu sürecin bir örneği olarak Müslüm Gürses, kendi repertuarının çok uzağında şarkılarla ve  dinleyici kitlesini de önemli ölçüde farklılaştırarak “Aşk Tesadüfleri Sever” albümü ile alışılmışın dışında bir sunumla gündeme gelmişti. Bu sunum biçimi, piyasanın pazarlama stratejilerinin yanı sıra yukarıda bahsettiğim ihtiyaca da dayandırılabilir. Yeni hedef kitle daha önce arabesk müziğin önde gelen isimlerinden olan Müslüm Baba’yı takip etmiş olan kitle değil, onu farklı bir biçimde kabul eden üst-orta sınıf olarak seçilmiş ve albüm bu yönde tasarlanmıştı. Gürol Ağırbaş, Ahmet Koç gibi daha farklı kulvarlara oynayan yapımlar da bir yerinden benzer bir ihtiyaca dokunmaktalar. Bu çabaları mutlaka müzikal yenilikler, zenginleşmeler ya da ilerlemeler olarak düşünmektense farklı yapımların barındırdıkları müzikal alt metinlere bakmak daha faydalı olacaktır.

Özellikle yakın zamanda piyasaya çıkan ve bu albümlerden bir şekilde ayrışan ve Dolapdere Big Gang de bu anlamda doğru okunması gereken bir müzikal metin sunuyor. Müzikal olarak olumlu ya da olumsuz şekilde farklı yaklaşımlarla değerlendirilebilecek bu yapıma burada daha ziyade işaret ettiği icra(cı) potansiyeli etrafında bir yaklaşım geliştirmeye çalışacağım.

Türkiye’de özellikle ’60’ların sonlarından itibaren oluşmaya başlayarak sistemli bir hale gelen stüdyo müzisyenliği, bugün farklı açılımlara olanak sağlayacak durumdadır. Oldukça sistemli bir şekilde çalışan profesyonel stüdyo müzisyenleri, Türkiye müzik piyasasındaki talebin yanı sıra İstanbul’a özgü güncel icra biçimleriyle birçok Ortadoğu ülkesine önemli bir müzikal hizmet sunmaktadır. Bu güncel icra biçimleri, arabeskin gelişimi ile şekillenmeye başlamış, sanat müziği, yerel müzikler ve Türkiye çevresindeki farklı müzik geleneklerinden de önemli ölçüde beslenmiş bir karışım  olarak düşünülebilir. Özellikle yaylı sazlar, klarnet, kanun, elektro bağlama gibi enstrümanlarda şekillenerek vurmalı sazlar, trompet hatta yavaş yavaş trombon gibi Türkiye müzik piyasasında az görülen enstrümanlara doğru yayılan bu özgün icra biçimleri, İstanbul’un hemen tüm Ortadoğu’da takip ve talep edilen bir merkez olarak yükselmesini sağlayan bir özellik olmakta. Türkiye müzik piyasasının tarihsel gelişiminde tipik ‘çalgıcı’ nitelemesinin yavaş da olsa aşılmaya başladığı, stüdyo müzisyenlerinin müzik yönetmenliğine doğru da yönelerek yakın zamanda artan biçimde özgün enstrümantal projelere imza atmalarına evrilen bu gelişmeler, müzik piyasasının şartlarındaki değişimlerin yanı sıra dünya piyasaları ile tanışıklığın ve bölgesel müzikal etkileşimlerin de sonucu olarak yorumlanabilir.

Bu sürecin ilginç bir sonucu, yakın zamanda piyasaya çıkan Dolapdere Big Gang/ ‘Local Strangers’ adlı albüm. Çoğu genç kuşak Roman müzisyenlerden oluşan albümün icracıları, müzik piyasasının son 20-30 yıllık gelişiminin/dönüşümünün en somut ve sıcak örneğini oluşturuyorlar. Piyasanın önde gelen müzisyen ailelerinden olan genç müzisyen kadro, Hüsnü Şenlendirici, Göksun Çavdar, Mehmet  Akatay, Eyüp Hamiş gibi konuk müzisyenler ile zenginleştirilmiş. Mercan Dede ile yaptığı çalışmalardan bildiğimiz ve icra tarzından Hüsnü Şenlendirici’nin başarılı bir öğrencisi olduğunu düşünebileceğimiz Aykut Sütoğlu’nun klarnet ve trompetteki ustalığı, yine çok genç bir isim olan Hasan Gözetlik’in trombondaki makamsal başarısı, Memduh Akatay’ın vurmalı sazlardaki performansı, Yusuf Çalkan’ın keman icrası ve yaylı düzenlemeleri ve albümdeki diğer icracılar, canlı bir icra geleneğinin sürdüğünü açıkça gösteriyor. Piyasanın müzikal örgütlenmesi çerçevesinde, önceki kuşaklara göre daha sistemli bir eğitim almış, en azından belli bir dönem konservatuar ya da benzeri eğitim kurumlarından geçmiş ve aynı zamanda parçası oldukları icra geleneğini sürdüren,  erken yaşta yolları stüdyolara düşen bu genç müzisyenler, 10-15 sene sonrasını tahmin etmemizi kolaylaştırmaktalar.

Dolapdere Big Gang, ‘Englishman in New York’tan ‘Smoke on the Water’a; ‘La Isla Bonita’dan ‘Can’t Take My Eyes off of You’ya çok farklı türlerden pop ve rock şarkılarının ‘alaturka’ yorumlarından oluşan bir albüm. Müzikal icranın neredeyse en önemli vurgu noktasını oluşturduğu albümde İstanbul’a özgü güncel icra biçimleri çoğu zaman solistle/sözlerle yarışır durumda tasarlanmış. Bu tarz albümlerin barındırdığı eklektik yapıyı önemli ölçüde taşıyan albümün genelinde tercih edilen müzikal fikirler ve tasarım, bir noktadan sonra tekrara dönüşebiliyor. Ancak bahsettiğim icra biçimlerinin bu eklektizmi biraz olsun örttüğünü düşünüyorum.

Albümde popüler Batı müziği parçalarına ‘eklenen’ doğu nağmeleri, bir komiklik unsurundansa farklı bir duyma ihtiyacı, müzisyenler açısından bir ifade aracı olarak tercih edilmiş gibi duruyor. Bugüne kadar genelde aşağılama görmüş olan ‘piyasa’ tarzının bu denli sahiplenilmesi, aslında yüksek kültüre mütevazı; ama yere sağlam basan bir karşı duruş olarak da yorumlanabilir. ‘Can’t Take My Eyes off of You’,’Smoke on the Water’,  ya da ‘Loosing My Religion’da yaylı sazların oluşturduğu İstanbul’a özgü doku, parçalara yapılan enstrümantal doğaçlamalar,  “böyle de çalınabilir” türünden bir iddiayı  ve bir çeşit yeniden üretimi ifade ediyor. Tabii ki bunda hızla ilerleyen icra düzeyleri ve sürekli yenilenen icra tarzları önemli bir temel oluşturuyor.

Grup ismi olarak  Dolapdere isminin kullanılması, pazarlama stratejisi olmanın yanı sıra genelde kriminal çağrışımlarla anılan ama birçok Roman müzisyenin yaşadığı bu bölgeyle kurulan sembolik bir bağın göstergesi olarak okunabilir. Albümde yer alan “We are the gangsters of Dolapdere, music is our gun” ifadesi de aslında bu kültürel sicili kabarık referans noktasına dair bir düzeltme ihtiyacını ifade ediyor. Siyahi getto imgesi ile (Roman)müzisyen mahallesi arasında seyreden imgeler albümün genel sunumuna eşlik etmiş ve bahsettiğim karşı duruşun görsel yansımaları olmuşlar. Ağırlıkla Roman stüdyo müzisyenlerinin yeni neslinin temsil edildiği albümde Roman kimliği açıkça sahiplenilmese de bu ve benzeri sembolik göndermeler, aslında müzisyenlik çerçevesinde Romanlık’ın örtük biçimde sahiplenildiğini gösteriyor. Roman kimliğinin Türkiye müzik piyasasındaki örgütlenme içindeki önemli konumu da zaten bunu gerektiriyor.

Bu noktada, güncel müzikal icra biçimlerinin taşıdıkları potansiyel üzerine biraz düşünmekte yarar var. Sadece kitle iletişim araçlarında/televizyonlarda en sık yayınlanan şarkılardaki icralardan bile on-on beş sene öncesine göre yaşanan gelişim takip edilebilir durumdadır. Genişleyen enstrüman yelpazesi, hızla gelişerek çeşitlenen icra biçimleri, müzikal imkanların olabildiğince genişlediği bir ortam sunuyor. Öyle ki, müzikal açıdan çok yenilikçi bir fikir olmasa da Dolapdere Big Gang projesi, günümüzün müzikal olanaklarıyla şekillenmiş bir proje olarak bu süreci örnekliyor ve farklı bir duyma/dinleme biçimi öneriyor. Tabii ki bu bir varış noktası değil, ancak en azından projedeki genç müzisyenler açısından müzikal kariyerlerinde önemli bir adım ifade etmektedir.

 Müzik piyasasında farklı çıkışların sürekli biçimde yeni icracıları tetiklemesi, kuşak değişikliğinin getirdiği dinamizm ve bu çıkışların arka planının sürekli yenilenmesi, daha sistemli bir eğitim alarak yetişen yeni nesil Roman müzisyen kuşak da düşünüldüğünde, bahsettiğim müzikal potansiyelin taşıdığı ufuklar genişlemektedir. Dolapdere Big Gang örneğinde çoğu henüz 20’li yaşlarına gelmemiş ve  enstrümanlarına hakimiyetleri yüksek müzisyenlerin temel alınmış olması da bu noktaya şu an için en iyi örneği oluşturmaktadır. Henüz yeterli sayıda örnek olmasa da “piyasa tarzı” denilip geçilemeyecek örneklerle karşılaştığımız bir dönemde olduğumuz ortada. Şu an, merakla bu sürecin devamında gelecek daha köklü değişimleri heyecanla beklemeye devam ediyoruz.