İki yıl önce Cesaret Ana ve Çocukları oyunu gündemimize beraberinde oyunun öyküsünü geleceğe, bir felaket sonrası toplumuna taşımak önerisiyle birlikte girmişti. Bu konuda bir çalışma başlamış ama yarım bırakılmıştı. Oyunu bu sene sahnelemeye karar verdik. Tekrar geleceğin felakete uğramış dünyası yorumu üzerinde çalışmaya başladık.
Oyun gündemize geldiğinde beraberinde şu soruları da barındırıyordu: Bir Brecht oyununu günümüz toplumsal koşullarında nasıl yorumlayabiliriz? Brecht'in tartışmaya çalıştığı bazı olgular geçerliğini yitirdi mi? Yoksa daha da boyutlanarak yeni anlamlar mı kazandı?
Brecht'e göre "savaş ticaretin en uç noktasıdır". Bu görüşünü Cesaret Ana oyununda da tartışmaya açar ve savaşa karşı örgütlenen bireysel körlüğü alabildiğine eleştirmeye çalışır. Üstelik bu eleştirisini savaşa karşı korumaya çalıştığı çocuklarını tam da savaşla alışverişi yüzünden kaybeden bir anne figürü olan Cesaret Ana karakteri üzerinden çarpıcı olarak işler.
Oyun 1600'lerdeki 30 yıl savaşlarında geçer. Kisvesi katoliklik ve protestanlık arasındaki çekişme olan bu savaş Brecht'e göre diğer savaşlarda olduğu gibi bir paylaşım savaşıdır. Brecht her ne kadar tarihsel bir dönemde geçirse de, oyununu 1. ve 2. Dünya Savaşlarının acılarını ve körlüklerini deşifre ederek yazmıştır. Ona göre savaşta kazananlar kepçeyle götürenlerdir ve kaşıkla pay kapmaya çalışanlar kaybeden olacaklardır. Vahşi ticaret anlayışının bir uzantısıdır savaş. Savaştan medet uman "küçük insanlar" birer piyona dönüşecek ve o savaşın içinde kaybolup gidecektir.
Brecht'in oyun metniyle bize sunduğu bu dramatürji karşı çıkmadığımız bir dramatürjidir. Evet, 30 yıl savaşları batı dünyasını kaosa sürükleyen bir karabasandır. Evet, her savaşta olduğu gibi örgütlenen bireysel körlükler de savaşa katkıda bulunur. Ama yine de Brecht'in oyun metninin dramatürjik çerçevesinde olmayan bir yöne de vurgu yapmak istedik. Bu vurgu muhtemelen yakın bir gelecekte bizleri bekleyen dünya sisteminin çöküşü ve bununla eşzamanlı yaşanacak olan küresel bir çevre felaketi üzerineydi. Çünkü bize göre artık günümüzde bir savaştan ve zenginlikten pay kapma anlayışından bahsediyorsak fatura yalnızca birkaç kişiye çıkmıyor. Bu anlayışın sonuçları bizi küresel bir felakete ve üzerinde yaşanılmaz bir dünyaya doğru götürüyor.
Tarihten öğrendiğimize göre 30 yıl savaşları güçlü ulus devletlerin kurulmasını müjdelemiş ve kapitalizm çağına da zemin hazırlamıştır. Bir anlamda günümüz modern sisteminin tohumları o sıralarda atılmıştır. Immanuel Wallerstein "modern" devletten "egemen" devlet olarak bahseder. Egemen devlet anlayışının kurumsallaşmasını da 30 yıl savaşları sonrasında yapılan Westphalia barışına bağlar [1] . Yine Wallerstein'e göre günümüzde modern dünya sistemi (ve kapitalist dünya-ekonomi) kendini tüketmek üzere. Günümüzde farklı bir sisteme ya da sistemlere geçişi yaşıyoruz. [2]
Günümüzde kapitalizmin doğası gereği büyüme ve genişleme stratejisi "doğal" sınırlarına dayanmış vaziyette. Artık farkındayız ki bütün o vahşi ticaret, büyüme, genişleme arzusu yanlızca güçsüz olanı değil tüm küresel ekosistemi tehdit ediyor. Herkesin ABD halkı refahında yaşadığı ve tükettiği bir sistem için bize 4 dünya daha gerekeceği söyleniyor. Hatta 1990'lardan beri yerkürenin yeniden üretim kapasitesinin 1.2 kat üzerinde bir tüketim yapıldığı saptanmış durumda. [3] Bu nedenlede 30 yıl savaşlarında olduğundan daha karanlık bir döneme doğru gidiş kuvvetli bir olasılık olarak önümüzde duruyor.
Günümüzde askeri güç odakları ve sivil çalışma grupları tarafından dünyanın yakın geleceği üzerine çeşitli senaryolar üretilmiş durumda. Bunlardan bazıları geleceğimizle ilgili çözüm yolları olacağını öngörürken bazıları ise bir kaosu öngörüyor. Oyunu yorumlarken oyunun öyküsünün geçtiği arkaplanı geleceğimizi kötümser bir yaklaşımla tasvir eden, ‘karanlık' senaryoya dayandırdık: Küresel sistem yakın gelecekte artık miyadını dolduracak ve çökmeye mahkum olacaktır.
Bu senaryoya göre dünya sistemi ekolojik sistemle birlikte çöker. Milyonlarca insan küresel çevre felaketinin kurbanı olur. Şehirler yaşanılmaz hale gelir. Oluşan küresel kaos ortamında ulus-devlet yapıları anlamını yitirir. Ulusötesi şirketler çevresinde bir hakimiyet kurulur. Artık savaşlar tamamen doğal kaynakları ele geçirmek ya da ayakta kalmak için yapılmaktadır. Ulusötesi şirketler kendi bağlaşıklarına (ya da çalışanlarına demeliyiz) göreceli bir güvenlik hizmeti ve refah sunmaktadır. Ama temel paradigma değişmemiştir, çöküş öncesi paradigmasının bir devamı niteliğindedir. Dünyayı şekillendirme işine soyunan şirketler ayakta kalabilmek ve ticaretlerini geliştirebilmek için genişlemeci bir model kurmak zorundadırlar. İki büyük şirket arasında bir paylaşım savaşı yaşanır. Şirketlerden birinin paradigması günümüz devletlerinin saldırgan politikalarının bir uzantısı olarak çizilir. Bu şirket arada kalmış bölgeleri güç kullanarak, işgal ederek ele geçirmeye çalışır. Diğer şirket günümüzdeki liberal anlayışın bir uzantısı olarak barbarları medenileştirerek, ikna ederek bağlaşığı haline getirmeye çabalar.
İşte Cesaret Ana bu koşullarda savaş alanlarında ticarete soyunur. Çalıştığı şirket batıp işsiz kalınca kendini ve çocuklarını besleyebilmek için çareyi iki büyük şirket arasında yaşanan savaşın peşi sıra mal satmakta bulur. Brecht'in metninde varolan dramatürjiden farklı olarak Cesaret Ana özelinde yapılan eleştiri farklı bir boyut kazanır. Artık savaşla ticaret Cesaret Ana için bir seçim değil aynı zamanda bir ayakta kalma mücadelesidir. Ama diğer yandan zenginlikten pay kapma yarışı sonucunda oluşan geleceğin kaotik dünya kültürü bir talan etme kültürüdür. Cesaret Ana Brecht'in dramatürjisinden farklı olarak talan kültürüne ortak olur.
Oyun öyküsünde yapılan bu değişiklik metnin de yeniden yorumlanmasını gerektirdi. Cesaret Ana'nın öyküsüne yer yer sadık kalınmakla birlikte olaylar ve konular geleceğin kaotik dünyasına göre yeniden şekillendirildi. Metin tekrar yazılırken Cesaret Ana'yı oyunun odağından uzaklaştırıp çocukları ve çevresinde yeralan insanlara dair eklemeler yapmaya çalıştık.
Dramatürjinin karanlık bir gelecek tasarımı üzerinden şekillenmesi beraberinde bizim için sahneleme üslubuna dair de yeni denemelere girilmesini gerektiriyor. Nihayetinde oyunun seyirciyle buluştuğu noktada bir felaket öyküsü anlatılacak ve bu yalnızca Cesaret Ana'nın değil tüm insanlığın felaketine dair olacak. Niyetimiz ise belli: Dünyanın bu noktaya sürüklenmemesini istiyoruz.
[1] Dünya Sistemleri Analizi; Devletler Sisteminin Yükselişi, I. Wallerstein
[2] Ütopistik, Zor Geçiş ya da Yeryüzünde Cehennem mi? I. Wallerstein.
[3] Wackernagel, M. et al., 2002. Tracking the ecological overshoot of the human economy, Proceedings of the National Academy of Sciences. http://www.pnas.org/cgi/doi/10.073/pnsa.142033699.