Merhaba,

Sunumumun başlığı "Üniversitede Trans[[dipnot1]] Olmak." İlk önce bu başlığı sorunsallaştırıp söze başlamak istiyorum. 6 yıldır Boğaziçi Üniversitesi'ndeyim ve bu süre boyunca istikrarlı bir şekilde "bir şey" olmadım. Bazen kadın, bazen erkek, bazen ne kadın ne erkek, bazen hem kadın hem erkektim. 3 yıl önce "transseksüel bir kadınım ben" diye çevreme açılmıştım. O zaman yazdığım bir yazıda kendi durumumu şu şekilde ifade ediyorum:

"Üniversiteye gelmem, kulüpte çalışma yapan feminist kadın arkadaşlarla karşılaşmam hâlihazırda kafamda yer alan cinsiyet kimliğime dair soruları kendime tekrar sormama fırsat yarattı. Uzun ve meşakkatli bir sorgulama sürecinin ardından transseksüel olduğumu kabul ettim. İçimde, bir yandan bireysel var oluşumu tanımlamamın, hayatta durduğum yeri bulmanın sevinci vardı, bir yandaysa şimdiye kadar sindirilen, ötekileştirilen, istenmeyen kadınlığı(mı) olabildiğince çok insana duyurabilme isteği."

Şimdi, bu cümleleri söyleyen transseksüel kadın ben değilim. Bu yazıyı yazarken Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü'nde dansçılık yapıyordum ve açılmamla birlikte külüpte çalışan feminist kadınların 8 Mart Dans-Müzik gösterilerinin hazırlıklarına katılmaya başladım. Bu süreçte Feminist Kadın Çevresi'ne dahil oldum. Bedenimle, ikili cinsiyet sistemiyle, heteroseksizmle olan kavgamda transseksüel ve feminist kimliği kendime bir sığınak olarak görmüştüm. Hayatım boyunca hiç bir şekilde ideallere yakın bir kadın veya erkek olamamam, bunun getirdiği bedensel sorgulamalar ve kendimi sürekli değiştirme isteğim bitmek bilmiyordu. Benim kendimi güzel hissettiğim halimle insanlar beni sevmiyor, onların beni görmek istediği halde de ben mutlu olamıyordum, ve böylelikle bir çekişmedir başladı.

Tabi ki bir sabah kalktım 'aa ben trans'mışım!' ya da bugün bir marjinallik yapıp etek giyeyim demedim. Bu bir sorgulama ve açılma süreciydi. Kendi istediğim hayatı yaşayabilmek ve kendi istediğim bedene sahip olabilme mücadelesinin başlangıcıydı. Ancak dediğim gibi bu başlayan süreçle birlikte 4 sene boyunca istikralı bir şekilde, her yerde her zaman transseksüel bir kadın olarak var olduğum söylenemez. O yüzden "trans olmak" başlığını problemleştirmek istedim.

Transseksüel ve feminist olarak açıldığımda çevremdeki feminist ve feminist dostu insanlar beni aralarına almış, gerektiğinde destek olmuş, anlamaya, dinlemeye çalışmışlardı. Bu açıdan bakıldığında feministlerin bulunduğu bir ortamda bulunmam ve onlarla dayanışmayı tercih etmem, kimliğime dair sorgulama sürecimde benim için büyük bir şanstı diyebilirim. Özellikle bahsettiğim 8 Mart dönemi sadece kadınlara açık bir çalışma ortamına dahil olmam ve sadece kadınlara açık bir dans-müzik gösterisinde sahneye çıkmam; benim çevreme açılmam ve "bir kadın" olarak kabul görmem için önemli adımlardı.

Ama ben bugün baktığımda ben bu "kadın"lıktan da sıkılıyorum. Çünkü ben vajinası olan, regl olan, hamile kalabilen, doğurabilen bir kadın değilim. Açıldıktan bir süre sonra, "ben kadınım" dediğimde insanlar tüm bu meziyetlere sahipmişim gibi davranmaya başladılar. Örneğin, ilk cinsel ilişkisini yaşayan ve vajinasıyla birtakım sorunlar yaşayan yakın bir arkadaşım bana ne yapması gerektiğini sormuştu. Ben de "Ayol ben ne bileyim git kukusu olan birine sor, benimki başka." demiştim.

Böyle gidip gelen bir kadınlık durumu hali içinde olunca kadın kategorisi de beni darlamaya başladı. Sonra baktım: Ya ben bir öyleyim bir böyleyim. Örneğin, aileme açıldım, kabul etmediler. Ben eve giderken erkek oluyorum: Önce etekler, badiler, elbiseler bir tarafa; pantolonlar gömlekler bi tarafa ayrılıyor, sakıncalı kitaplar başka bir bir kenera ayrılıyor, sakallar bir hafta önceden uzuyor ve ben eve ondan sonra gidiyorum. Sanıyorum ki erkek oldum, ama saçım uzun diye her gören "kız gibi" olduğumu söylüyor. Kız gibi değil, kız! Zırıl zırıl elim kolum durmuyor, kör müsünüz!

Geçen seneye kadar erkek yurdunda kalıyordum. Açılmadan önce daha üniseks kıyafetler giymeyi tercih ederdim. O dönem de tanımadığım insanlarla aynı yurt odasını paylaşıyordum ki aynı dönemde ailem beni reddetmiş, babam evden kovmuş ancak annem sinir krizi geçirince aramız yumuşamıştı. Zaten kötü günler geçiriyorken bir gün odamda yatağımın kenarından LGBTT temalı çeşitli afişlerin söküldüğünü gördüm. Odadakilere sorduğumda yurt müdürünün beni çağırdığını söylediler. Gittim, müdürümüz bana "trans olduğumu deşifre ettiğim için" oda arkadaşlarımı zan altında bıraktığımı, onların hakkında dedikodu çıkabileceğini, beni zaten okulda herkesin konuştuğunu ve garipsediğini söyleyip benim bu durumumun yurtlar komisyonunda tartışılacağını söyledi. Ben de "hayır bunu tartışamazsınız, bu benim özel hayatım, istediğim gibi giyinirim istediğim afişi asarım, siz bana karışamazsınız" dedim ve trans olduğumu söylemediğimde asıl zan altında kalanın ben olduğumu açıkladım. Daha sonra konuyla alakasız olarak, kadın olmayı düşünüp düşünmediğimi, travestiliğin nasıl olduğunu, ne hissettiğimi filan sordu. Tabi ki odadan çıkar çıkmaz ben ve bu konuda duyarlı arkadaşlarım rektörlüğe konuyla ilgili bir dilekçe yazdık. Sonuçta, bu konu yurtlar komisyonunda tartışılmadı ve yurt müdürü ve yurtlar müdürü uyarıldılar. Daha sonra yurt müdürümüzün benden "ben onu çok severim kendini inkar etmiyor delikanlı çocuktur" diye bahsettiğini duydum!

Bu olaydan sonra kıyafetime çeki düzen vermem kaçınılmaz olmuştu. Sağolsun arkadaşlarım ve aileleri bana bu konuda çok yardımcı oldular. Yılbaşında feminist kadın arkadaşlarımla kendi aramızda bir hediye çekilişi yaptık. Ben bana çıkan arkadaşıma bir atkı ördüm, bana alınan hediye ise tütülü siyah bir etekti. Ben bu eteği önce kadın ortamlarında başlayıp daha sonra her yerde giymeye başladım. Bu arada beni tanıyan ve çok seven arkadaşlarım ve aileleri bana etekler, bluzler, peruklar, elbiseler hediye etmeye devam ettiler. Arkadaşlarım da beni ailelerine tanıştırarak bir şekilde ailelerinin bu konulardaki önyargılarını kırmayı başardılar. Hediyeler bunun en güzel ispatı ve beni en mutlu eden yanı.

Ve bir gün kalktım dedim bugün güzel olcam ben, saçımı yaptım, makyajımı yaptım, eteğimi giydim, erkek yurdundan salına salına çıktım. Erkek yurdunda bir kadın olarak yaşamak bana hayatım boyunca verilmiş en büyük nimetti herhalde! kendimi bunu düşünerek hep özel hissettim! O yurtta 2 yıl boyunca bir bazen kadın bazen erkek olarak kalmaya devam ettim. Bir süre sonra baktım, hakkımda http://www.confessboun.com'a (öğrenciler arası bir itiraf sitesi) itiraflar yağmaya başlamış. Mesela: 2. erkek 2. katta kalan etek giyen, bakımlı, metroseksüel erkeğim. biz odacak sana hastayız. lütfen farket bizi odacak seni kesiyoruz koridorda hep. banyoya gittiğin zamanları sabırsızlıkla bekliyoruz. lütfen bizi farket.

Bu itirafı okuduktan sonra yalnız olmadığımı anladım!

Kampuste etekle dolaşmaya başladığım günlerdeki bakışlardan, tacizlerden bahsetmiyorum bile, hele hele benimle mülakat yapıp hocasına ödev hazırlamaya çalışanları söylememe hiç gerek yok sanırım!

Bu sayede ben bir şey oldum. Amacım sadece kendim olmaya çalışmaktı. Ataerkil ve transfobik bir toplumda "etek giyen bir erkekseniz" başınıza neler geleceğini düşünün artık. Bir yandan "ee tabi Boğaziçi rahat bir okul bu da böyle geziyor" diye düşünenler de oldu. Bir arkadaşım anlattı. Bölümden bir arkadaşım üniversitede toplumsal cinsiyet algılarının tartışıldığı bir forumda, "Boğaziçi'nde eşcinsellerin durumu ne?" sorusuna, "Çok rahatlar, bizim bölümde bir çocuk etek giyip geliyor yani o kadar" diye cevap vermiş!

Yaşadığım yabancılaşmalar ve işin psikolojik boyutu zaten tahammül edilebilir gibi değil. Ancak içinde mutlu olmaya çalıştığım "ben"i inşa ederken, çeşitliliğin olduğu bir dünyanın hayalini kurarken ve bu süreçleri benimle birlikte yaşayan ve artık var benim kendi kurduğum ailemin bir parçası olan, anne, baba, karı, koca, abi, kardeş olduğum arkadaşlarımı ve tanımadığım ama çeşitli örgütlenmelerde gönüllü çalışan ve bu konuda öyle veya böyle bulunduğu yerden bir söz söyleyen insanları düşündüğümde kendimi güçlü hissediyorum.

Geçtiğimiz yıl birkaç arkadaşımla birlikte okulda LGBTT bireylere ve dostlarına yönelik bir toplantı çağrısı yaptık ve luBUnya (B.Ü LGBTT Topluluğu) bu şekilde bir araya geldi. Hayal ettiğimizden çok daha fazla insana ulaşıp, çok daha fazla etkinlik düzenledik. Bu örgütlenme süreci içinde başında trans bir birey olarak birebir aktif olarak yer aldım. Ancak sonradan birden "etek giyen bir erkek" olarak ne kadar yalnız olduğumu farkettim. Çoğu insan bunu bir cesaret örneği, büyük bir aktivizm olarak görmüş, beni luBUnyanın lideri olarak tanımlama girişiminde bulunanlar olmuştu. Çok farklı, çok marjinal, değişik, cesur, efsanevi gibi sıfatlarla nitelenir oldum.

Bugün bundan da son derece rahatsızım. Benim kendimi hissettiğim, içinde olmak istediğim bedenle ilgili sorunlarım var. Herkesin var. Çoğu insan kaşından, gözünden memnun değil. Hepimizin bedenleri başta ailelerimiz tarafından, sonra okullarımızda, orda burda bir şekilde terbiye edilmeye çalışılmadı mı? Benim arzuladığım beden, arzuladığım cinsellik neyse ona göre yaşamaya çalışıyorum sadece. Elimden geldiğince. Bu beni cesur mu yapıyor? Trans bir insansan bedenin kendiliğinden politik bir anlam kazanabiliyor ve bir yandan o politikanın nesnesi de olabiliyor. Ben tabi ki bedenime yüklenen ve benim de yüklediğim anlamlardan rahatsız değilim. Ancak bana cesur olduğumu söyleyip kendince iyi bir şey yaptığını düşünen LGBTT dostu arkadaşlarım, şurada konuşurken benim ne kadar farklı ve cesur olduğumu düşünen arkadaşlar veya bariz bir şekilde benim transseksüel olmadığımı, topluma bu şekilde tabi ki uyamayacağımı düşünen transseksüel arkadaşlarım kurdukları söylemlerle beni kendi kimliklerinden, hayatlarından ve bedenlerinden ne kadar dışladıklarını ve yalnızlaştırdıklarını farkedebiliyorlar mı diye merak ediyorum.

Son olarak Ursula Le Guin'in "Devrimden Önceki Gün" adlı hikayesinden birkaç cümleyle tamamlamak istiyorum: Cesaret neydi? Hiç bir zaman anlamamıştı bu kelimeyi. Korkmamak diyordu bazıları. Bazıları da korkmak ama yine de devam etmek. Ama devam etmeyip de ne yapılabilir? Sahiden başka bir seçenek var mıydı ki?