Sahne sanatlarına ilgi duyan ve şu ana kadar tecrübe ettiği sanatsal pratikler üzerinden (dans, müzik, oyunculuk, görüntü) lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transeksüel (LGBTT) aktivizmi örgütlemeyi hedefleyen bir grup insan olarak Ekim 2007'den itibaren toplanmaya başladık. O dönemde yaşanan travesti/transseksüel ve gey cinayetleri ardından yapılan basın açıklamasındaki performatif eylemin hazırlanma sürecine dahil olduk. Lambdaistanbul içerisinde sahne sanatları alanında politika üretmek isteyen arkadaşların olması, Lambdaistanbul'un yer aldığı çeşitli etkinlik ve eylemlere katılan bir performans grubu fikrini temellendirdi. Öncelikli olarak temasta bulunmak istediğimiz kitle, LGBTT bireylerdir. LGBTT bireylerin dertlerini sorunlarını, tartıştıklarını gündemimize almak ve bunlar üzerinden performanslar yapmanın temel öncüllerimizden olduğunu söyleyebiliriz. Hangi etkinlikler kapsamında nasıl var olabileceğimizi konuşurken Lambdaistanbul'un partisinde performans yapıp yapamayacağımızı tartışmaya başladık. Lambdaistanbul'un aylık olarak düzenlediği partilerle çok sayıda LGBTT bireyine temas etme şansını Onur Haftası etkinliklerini beklemeden bulabilir miydik? Bu partilerin aslında eşcinsel kültür içerisinde kayda değer bir yeri olan gey barlara ve bu barlarda kurulan ortamlara müdahale etme olanağı doğurduğunu fark ettik. Partiler, LGBTT bireylerin sosyalleştiği, birbirleriyle tanıştığı, kalabalık kitlelere ulaşılabilen önemli organizasyonlar olarak görülüyor.

Partide performans yapıp yapamayacağımızı konuşurken bazı çekincelerimizi paylaşmıştık. Partilerde yapılacak performanslarda sahne-seyirci ilişkisinin kurulmasının gerekli olup olmayacağını tartıştık. İstense dahi bu ilişkinin kurulmasının zor olacağını ve farklı tekniklerin denenmesi gerektiğinin farkındaydık. Tabii partiye gelenlerin böyle bir performansa ilgi gösterip göstermeyecekleri partideki atmosfere ve bireylerin eğilimlerine de bağlıydı. Partiye gelen bireylerin çoğu partiye "eğlenmek" amacıyla geldiği için yapılacak bir performansın bu amacı kesintiye uğratma ve hoşnutsuzluk yaratma riski de vardı. Aynı zamanda LGBTT bireyler içinde fazlaca içselleştirilmiş olan "feminen olmanın" altını boşaltmayı hedefleyen bir performansın didaktik kalması ya da yabancılaştırma sağlamayan, seyirlikten öteye gitmeyen bir performans olarak algılanma ihtimali de mevcuttu. Aynı zamanda, popüler gey barlardan "tek yön"ün işletmecisi, o dönemde içeriye "feminen" geyleri almayarak barında kurduğu ortamın talep gördüğünü öne süren açıklamalarda bulunuyordu.[[dipnot1]] İşletmecinin bu politikasına alet olmamak adına bu barı tercih etmeyen LGBTT bireyler, yine de işletmenin çarkını döndürmesine engel olamıyordu. Bar işletmecisinin uyguladığı politika Lambdaistanbul koordinasyon toplantılarında tartışılıyor ve buraya dair bir tavır üretmek isteniyordu. Grup olarak çeşitli tehlikelerin farkında olarak performansın yapılmasında ortaklaşıldı. Bu deneyimin, yeni tartışmalar açması ve pek sorgulanmayan etkinlikler olan partilere nasıl yaklaşacağımız konusunda verimli tartışmalara vesile olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada performans grubu olarak biz de dayattığı feminenlik ölçütüyle eşcinselleri, travesti ve transeksülleri mağdur eden bir işletmeden talepte bulunmak yerine, LGBTT bireylerin, "feminen"lik ölçütüne ve bunu içselleştirmelerine yabancılaşmalarını hedefledik. Nitekim bu ölçüt, eşcinseller arasında da kendini yeniden üretilebiliyor. "Zırıl" (feminen tavırlarıyla eşcinsel olduğu çok net olan kişi anlamında yaygınca kullanılan bir tanım) görüntülerden kaçınarak, "maskülen" görüntüler sergileme çabasına girilebiliyor.

"Feminen olmak\olmamak" gibi bir ölçütün çıkış noktası olan ataerkinin hangi araçlar üzerinden kitleye empoze edildiği sorgulamaları "feminenölçer" konseptini doğurdu. Lambdaistanbul'un "london calling over the rainbow" partisinde (Aralık 2007) bu konsept üzerinden bir performans gerçekleştirmek için çalışmaya başladık. Çalışma için, kolektif bir metin yazımı ve sonrasında doğaçlamaya açık bırakılan oyunculuklarla bir akış oluşturma, bunu da dış gözlerle değerlendirerek temizleme yöntemi izledik. Bu konsept genel olarak "feminen"lik ölçütünün ve bunun saptanabilirliğinin altını boşaltmaya odaklanıyordu. Dedektör olarak işlevlenmesi için dildo kullanılarak tasarlanan "feminenölçer" cihazı, bu cihazı devreye sokan bar işletmecisi, denetimi yapacak olan bir güvenlik görevlisi, farklı türden "feminen"lik ölçütlerine (yürüme şekli, ses tonu, travesti olmak gibi) takılarak içeri alınmayacak üç müşteri ve bu düzeni tanımayıp yıkan drag-queen[[dipnot2]] öğeleriyle bir tablo oluşturmayı hedefledik. Bunlara ek olarak performansın odağını bar denetiminden "feminenölçer" cihazına dolayısıyla da "feminenlik" ölçütüne kaydırmak hedefiyle afiş, obje ve görüntü tasarımı gibi araçlar da kullandık.

Performansın akışından kısaca bahsedecek olursak drag-queenin masalsı ve ironik bir anlatısıyla başlayan performans, mekân sahibinin güvenlik görevlisine "feminenölçer"i tanıtması ve "feminen"leri bara almamasını öğütleyerek sahneden ayrılması ile devam eder. Sonrasında bir transseksüel, feminenliğini bastırmaya çalışan bir gey ve çevresine yeni açılmış[[dipnot3]] bir geyle (lubunca karşılığıyla "kezban") güvenlik görevlisi arasında homofobik karşılaşmalar yaşanır. İzleyicilerin güvenlik görevlisine yabancılaşıp müşterilerle empati kurması amacıyla, güvenlik görevlisinin homo /transfobik söz ve davranışlarına karşı ayrımcılığa uğrayan müşterilerin güçlü tepkiler vermelerini tercih ettik. Masalın anlatıcısı konumunda olan drag-queenin sahneye çıkması ve ironik bir dille güvenlik görevlisini masaldan atmasıyla masal homofobik unsurlardan arınır ve devamındaki drag queen şovu ile de feminenlik ölçütünün altı boşaltılmaya çalışılır.

Parti özelindeyse, daha önceden tercih edilmemiş bir işletme (dogzstar) ve konsept (yurtdışından ünlü djlerin katıldığı elektronik müzik gecesi) söz konusuydu. Bu ortama taşınan herhangi bir faaliyetin, ister istemez oldukça kaygan bir zeminde gerçekleşeceği su götürmüyor. Yine de grubun bu handikapın bilincine varmadan yola çıktığını söylemek pek de doğru olmaz. Daha çok bu sorunun aşılması için bir girişim olarak anlamlanan performans, mekân politikasının (işletme ve gelen kitlenin eş güdümüyle) sekteye uğrattığı bir seyir izledi. Örnek olarak önceki gün mekan sahibiyle yaptığımız görüşmede yaka mikrofonu, ya da hiç olmadı sahne ortasında bulundurulabilecek bir mikrofon talebinin geri çevrilmesi ve projeksiyon aleti kullanımına dair yaşadığımız sorunları verebiliriz.  Performansı sergilediğimizdeyse "duymak için susmak" ihtiyacı hissetmeyen bir kitleyle karşılaştık. Mikrofondan gelen uyarılara rağmen sessizlik sağlanamadı. Nitekim partideki insanlar, bar ortamında ve alkol etkisi altında konsantre olmak için ekstra çaba sarf etmediler. Büyük jestlerle ya da tekrarlanan sözlerle

Kitle bir an için ilgisini performansa yöneltiyor, fakat sonrasında duyulamayan replikler devreye girdiğinde sıkıntılı tablo kendini tekrarlıyordu. Daha önceki performansları dolayısıyla bildik bir sima olan drag-queen'in elinde mikrofonuyla ortaya çıkmasının, bu durağan ortamı hareketlendirdiği söylenebilir.

Diyalogların uzun oluşu ve büyük jestlerin çokça tercih edilmemesi, performansın skeç formatından net olarak ayrışmaması ve bar ortamında sergilenmesi karşılaştığımız başlıca sorunlardı. Performans sonrası görüşlerini aldığımız kişilerin "çok iyiydi"den öteye gidemeyen yorumları, ya da parti ortamındaki performansın varlığını yadırgayan kişilerin marjinalleştirici eleştirileri, ürünün salt eğlenceye dönük tüketilebilir bir çerezlik olarak algılandığını gösteriyordu. Bu noktada bir parti ortamında kurulmaya çalışılan sahne-seyirci ilişkisinin ne denli sağlıklı olabileceğini tartıştık. Sonuçta performans anlamında, bir "müdahale"den bahsediyorsak, eylemin bir noktada insanlara "dokunma"sı, yani onların dâhil olduğu bir ortamda kurulan söylemin izleyicileri de etkilemesi gerekiyordu. Bilindik sahne-seyirci ilişki kalıplarından sıyrılmayı gerektiren bu "dokunma" ihtiyacı, aslında drag-queen kısmında bir nebze giderilse de, burada kurulan söylemin performansın geri kalan kısmıyla bütünlüklü olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü drag-queen, hedeflendiği üzere bu sistemi tanımayan ve dağıtan bir öğe olarak anlamlanmaktan ziyade, kurulan ortamda zaten bunalmış olan kitlenin eğlence ihtiyacını doyurmak için imdada yetişen bir araç haline geldi. Burada "feminen geyler ve transeksüeller de barlara girebilmelidir" mesajının ötesine geçilememesi aslında bu dokunma olasılığını baştan azaltıyor; çünkü bu mesaj, zaten oradaki kitle için politik doğru olarak görünüp onaylanmaktan öteye geçemiyor. İçselleştirilmiş "feminen"lik ölçütünün sorgulanmasına dair oluşan boşluğun bir diğer sebebi de performansın akışının atıl kalması olabilir; çünkü müşteri olarak gelen karakterlerin "feminen"liğe dair yaklaşımları net çizilmiyor ve üçü de kendisini mağdur görmeyen güçlü karakterler olarak konumlanıyorlar.

Çözüm önerisi olarak akla gelen yöntemler başka karakterlerle başka diyaloglar kurmak üzerinden gelişince, sorunlu bir tekniği, diyalog üzerinden bir akış kurularak didaktik bir etkinin ortaya çıkma tehlikesini, tekrar üretmiş oluyoruz. Alternatif bir dokunma yöntemiyse, mekâna gelen kişileri "feminenlik" ölçütüne maruz bırakarak "feminenölçer"i önceden gündemlerine sokmak ve performansta yer alacak tiplemelerle empati kurmalarını kolaylaştırmak olabilir. Örneğin, mekân kapısında "feminenölçer"le performans konseptinden habersiz olan insanların denetlenerek gelişigüzel bir sayı üzerinden "feminenlik"lerini ölçmek, bu ölçüte sürekli olarak maruz bırakıldığımızı imleyen ve ortamdaki insanlara "dokunan" bir hamle olabilir. Bu anlamda, performansı geniş bir çerçevede ele almak ve aslında her eylemin bir performans olarak anlamlanabileceğini düşünüp, çıkacak etkiye odaklanmak gerekebilir.

"Feminenlik" üzerinden şekillenen bir ayrımcılığı ve cinsiyetçiliği eleştirmeye çalıştığımız bu performansın değerlendirmesi çerçevesinde konuştuğumuz bir diğer konu ise parti ortamları idi. LGBTT bireylerin ortamlarından ve aktivizminden beslenmek öncülü olan bir grup olarak, partilerde cinsiyetçi ortamların örgütlenebilmesi ve "cinsel özgürlük" altında normalleştirilebilen teşhirci ve cinsiyetçi pratiklere dair tartışmaya çalıştık. LGBTT bireyler olarak ve LGBTT aktivizmine dahil olma isteğimiz cinsiyetçi pratiklere, ortamlara; eleştirel ve uyanık olmaya dair sorumlulukları beraberinde getiriyor. Partiler, LGBTT bireylerin sosyalleştiği ve LGBTT derneklerinin yaşadıkları ekonomik zorluklara dair maddi destek sundukları ve dayanışmanın sağlandığı, kalabalık kitlelere daha rahat ulaşılabilen organizasyonlar oldukları düşünülerek düzenleniyor. Ancak bu tür nedenlerin sayılması, cinsiyetçi pratiklere ortam sunabilen partilerin olmasını ne derece meşrulaştırabilir ya da bu çekinceleri ikinci plana atabilir? Lambdaistanbul gibi cinsiyetçiliğe karşı yıllardır güçlü bir duruş ve politika üretmeye çalışan bir sivil toplum örgütü için uzun zamandır tartışılmayan bu soruların yeniden gündemleşmesi şüphesiz büyük önem taşıyor. Lambdaistanbul performans grubu olarak gerek parti ortamlarında gerekse performansta edindiğimiz tecrübe ve sonrasında yaptığımız değerlendirme üzerinden benzer bir performansla partilerde var olmak istemediğimiz konusunda ortaklaştık. Bundan sonraki süreçte, LGBTT bireylerin hikâyelerinden ve dertlerinden yola çıkarak performanslar, performans-eylemler hazırlamaya devam etme niyetindeyiz.