Türkiye’de halk danslarının tarihsel gelişiminde belirleyici unsurun ulus inşa süreçlerinin dinamikleri olduğunu biliyoruz. Dilimize “Türk halk oyunları” olarak yerleşmiş olan geleneksel dansların sahnelenme süreçlerine de doğal olarak resmi ya da sivil milliyetçi perspektifler damgasını vuruyor. Bununla birlikte 2000’li yıllarda bu alanda çeşitli dönüşümlerin yaşandığına da tanık oluyoruz. Bir yandan Anadolu Ateşi’nin başlattığı, Shaman Dans Tiyatrosu’nun eklendiği profesyonelleşme süreci devam ediyor ve halk dansları sahnesinde farklı dans türlerinin bir arada sunulduğu “melez” dans estetiği yaygınlaşıyor. Öte yandan çoğulculuğun söylem düzeyinde yaygınlaşmasıyla birlikte, “Türk” kimliği dışında kalan etnik ve dinsel kimlikler de sahnede –bu kez adı konarak- temsil ediliyor.

 

            80’li yıllardan itibaren sahnede “ulusal kimlik” temsilinin artık tek belirleyen olmaktan çıktığını; kimlik temelli diğer paradigmaların da devreye girdiğini söyleyebiliriz. Kimlik sorununu Türkiye bağlamında tarihselleştiren Suavi Aydın da, 80’li yıllara kadar kimlik tanımlamalarında referansın “ulusal kimlik” olduğunu, bu yıllardan sonra ise kimlik referanslarının “cemaatlere, halklara, dil gruplarına ya da tarihi hatıra ortaklıklarına, hatta cinsel gruplaşmalara, kurgusal ya da somut küçük gruplara kaydığını” vurguluyor.[[dipnot1]] Bu durumu modernleşme projesinin ulus kimliği edinme çabalarından, postmodern toplumun farklı kimliklerin uyumlu beraberliği anlayışına geçişle açıklayan Aydın, kapsayıcı tek kültür ve kimlik anlayışının yerini çok kültürlülük ve çok kimlikliliğe bıraktığını ifade ediyor. Bu tür çoğulcu bir perspektifin (çoğu zaman yalnızca söylem düzeyinde de olsa) kabul edilmesi, halk dansları sahnesine de etkide bulunuyor.

 

15-30 Haziran 2011’de düzenlenen 9. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış töreninde sergilenen bir gösteri, kimlik temelli bir hareketin “yeni bir dünya” ütopyasının sanatsal temsilini gerçekleştiren ilginç bir örnekti. Olimpiyatların genelinde farklı kültürler ve kimlikler arasında diyalog kurma hedefi vurgulanmıştı; gösteri özelinde ise inanç temelli bir ideal dünya tasavvuru temsil ediliyordu.

 

Oldukça geniş kapsamlı olan etkinlikler günlerce medyada yer aldı. 130 farklı ülkeden gelen öğrencilerin, cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere, resmi ve özel kurum ziyaretleri; açılış ve kapanış törenleri; yarışmalar; İstanbul ve Ankara dışında 24 ilde düzenlenen etkinlikler günlerce televizyon kanallarından yayınlandı. Fethullah Gülen’in açtığı okullarda Türkçe eğitimi alan çocukların; Türkçe konuşma, okuma ve yazma, ses, halk oyunları…vd. müsabakalardaki başarıları, neredeyse bir “Türk gibi” konuşabilmeleri, şarkı söyleyebilmeleri, dans edebilmeleri hayretle karşılandı. Olimpiyatları izleyen birçok ünlü sima Türkçe’nin dünya çapında yaygınlaşmasına yönelik bu çabanın gurur verici olduğunu ifade etti. Yarışmacılar içindeki Ganalı horon ekibinin görüntüleri ise internette tıklanma rekorları kırdı. [[dipnot2]]

 

     

http://www.turkceolimpiyatlari.org/index.php?konu=haber&id=1075

 

“Beşinci Mevsim”:

 

Bahsi geçen gösteri, olimpiyatların kapanış töreninde “Beşinci Mevsim” adıyla sergilendi. Cemil Özen’in [[dipnot3]] hazırladığı 20 dakikalık gösteri; sırasıyla yazı, sonbaharı, kışı, ilkbaharı ve ütopik beşinci mevsimi işleyen sahnelerden oluşuyordu. İcracılar yarışmacı çocuklar arasından seçilenlerdi. [[dipnot4]] Her sahne, doğa temalı animasyon video’larının Türkçe bir ses kaydı eşliğinde arka fona yansıtılmasıyla başlıyordu. Danslar, danslara hem bedensel hem de kültürel olarak yabancı olan öğrencilerin icrasını kolaylaştırmak üzere oldukça basitleştirilmiş ve stilize edilmişti. Horonlar, halaylar, zeybekler, hasapikolar, Kafkas dansları gibi yöresel dansların kullanıldığı koreografiler ile mücadele, çatışma, savaş…vb. temaları işleyen daha deneysel koreografiler art arda sergileniyordu. Dans malzemesi olarak yöresel ekip danslarını, Mevlevi dönüşlerini, bale adımlarını bir araya getiren gösteri; 2000’li yıllarda yaygınlaşan melez dans estetiğinin bir başka örneğiydi. Gösterinin dramaturjisinin aktarılmasında ya dansların eksik kaldığı düşünülüyordu ya da seyircinin algısının belli bir çerçeveyle sınırlandırılması hedefleniyordu ki; rastlantılara pek yer bırakılmamıştı: kayıt müzikler, solistlerin canlı icra ettiği Türkçe sözlü şarkılar, video’larla ya da bazen tek başına dinletilen ve aslında mesajı doğrudan ileten Türkçe ses kaydı, dansları destekleyen diğer unsurlardı.

 

http://www.gulcem.com/9-turkce-olimpiyatlari-besinci-mevsim-odul-toreni-sahne-gosterisi-izle.html

 

İlk sahne, ütopyayı gerçekleştirecek, “beklenen yazı getirecek” öncü kimliği tanımlıyordu: “Ahlâkları yüksek, gelenekleri sağlam, birlikte yaşama düşünceleriyle varlığa saygılı olanlar; bugünde yarını, yarında sonsuzluğu taşıyanlar, doğruluğun taşlarını döşeyeceklerdir yollara”. [[dipnot5]]Sahneler ilerledikçe mevsimler de değişti; sıcak mevsimlerin şen şakrak ortamı soğuk mevsimlerde gerginleşti. Final sahnesine yaklaşılırken “baharın küllerinden doğacak yeni bir bahar” müjdelendi. “Mevlam neylerse güzel eyleyecek”ti; renkleri, ırkları, dinleri ve dilleri farklı olan bu çocuklar “yeni bir dünya kuracaklar”dı. Gösteri, yarışmacıların kendi yerel giysileriyle sahneye gelip hep birlikte seyirciye selam vermesiyle sona erdi.

 

Olimpiyatların resmi koro şarkısı olan “Yeni Bir Dünya”nın sözleri de aynı mesajı pekiştirir nitelikteydi: “Gördüm nurlu geleceği rüyamda bir gece / Işıklar yağıyordu, her yer sessizce / Hep birlikte yeni bir dünya kuruyoruz / Sevgi dili Türkçe ile buluşuyoruz.”

 

Gösterinin finalinde kendi renkleri ve kostümleriyle hazır bulunan bu çocukları birleştiren asıl unsur, karşılıklı diyalog ve hoşgörüyü kurması beklenen dil olan Türkçe idi. Yeni bir dünya (ya da “nurlu bir gelecek”) inşa etmelerini sağlayacak diğer unsurlar ise ahlâk, gelenekler, birlikte yaşama inancı ve varlığa saygı olarak tanımlanmıştı. 21. yüzyılın hoşgörü, diyalog, çoğulculuk gibi hakim değerlerini ahlâk, gelenekler ve Tanrı inancı gibi muhafazakâr değerlerle birleştiren bu “yeni dünya” kurgusu içinde, Türkçe’ye ve Türk kültürünün başka unsurlarına kurucu bir önem atfedilmekteydi.

 

Yorumlar ve Türkçeye Sahip Çıkma Misyonu:

 

Olimpiyatlar üzerine yapılan yorumların çoğunda Türkçe’nin yaygınlaştırılmasının yarattığı gurur ve mutluluk öne çıkıyordu. Aşağıdaki iki demeçteki “milletin ilahi mesajını yayma”, “Osmanlı’dan bu yana Türk bayrağını dalgalandırma” ve “devletin yapamadığını yapma” ifadelerinin özellikle altını çizmek istiyorum:

 

Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu (Dışişleri Bakanı):[[dipnot6]] Buz dağının görünmeyen kısmında çekilen mücadeleler, zor süreçlerden geçilerek kurulan okullar…Onlar aslında bu milletin ilahi mesajını dünyaya yayıyorlar. Karamanoğlu Mehmet Bey'in resmi dil ilan ettiği ve yıllar geçtikçe dünyaya serpişen Türkçemizi her renkten ırktan, dünyanın her köşesinden gelen gençlerin icra ediyor olması Türkçeye sahip çıkmak değil mi?... Türkiye bir küresel bir güç, Türkçe küresel bir dil olacaktır ve Türkçeyi öğrenenler gelecekte avantajlı olacaktır.”

Yargıtay Başsavcısı Hasan Erbil:[[dipnot7]] Osmanlı’dan bu yana Türk bayrağının dalgalanmasına sebep olanlara teşekkür ederiz. Devletin yapmadığını arkadaşlarımız yaptı. İsmini duymadığımız ülkelerde bayrağımızı dalgalandırdınız, gurur kaynağımız oldunuz.”

En çarpıcı yorum ise şarkı finalinde jüri üyeliği yapan Sinan Çetin’den geldi. Gülen’in siyasi çizgisini “güleryüzlü milliyetçilik” olarak gösterme çabasındaki Çetin, ne yazık ki meramını anlatırken Hrant Dink’in katline başvurma ihtiyacını hissetmişti: [[dipnot8]] “Burada olmayan, hangi nedenle olmadığını bilmediğim büyük bir düşünür, din adamı bir insana teşekkür ederim. Ona teşekkür etmemin en önemli tarafı bu ülkeyi, bu insanları, bu dili sevdirdiği için, milliyetçiliği Hrant Dink'in katillerine, Orhan Pamuk'a 'seni öldüreceğiz' diyenlere bu ülkeyi bırakmadığı için. Bu ülkede, bu ülkeyi sevmenin bir suç olmadığını hatta gurur verici olduğunu dünya ile bütünleştirdiği için Fethullah Gülen'e teşekkür ediyorum.”

 

Türkiye’de (eski) solun milliyetçilikle imtihanından sınıfta kaldığını biliyoruz. “Milliyetçiliğin iyisi”nin peşine düşmek oldukça yaygın bir yanılgı; ama aynı derecede yaygın bir de hastalık var: hafıza kaybı! Siren İdemen ve Yücel Göktürk’ün ifadeleriyle “geçmişi Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne uzanan, 12 Eylül’ü coşkuyla karşılayan, 28 Şubat’a sesini çıkarmayıp Erbakan’ı eleştiren bir yapıdan” söz ediyoruz. [[dipnot9]] Hatırlatmak isterim, bu ülkeyi “böyle” sevenler, başka türlü sevenlere yaşam hakkı tanımamayı görev edinmişlerdi. Dünyanın dört bir yerinde okullar açmak, Afrikalı, Bosnalı…vd. öğrencilere Türkçe öğretmek, İstiklal Marşı söyletmek yalnızca “sevmek”le, ülkeye hizmetle açıklanabilir mi? Çağdaş bir fütühat[[dipnot10]] anlayışının ibareleri hiç mi yok acaba bu tür bir çabada?

 

Cemaati “emperyal bir Türkçülüğün ana araçlarından biri” olarak tanımlayan[[dipnot11]], iktisadi örgütlenmesine vurgu yapan Orhan Gazi Ertekin, yapının geçmişin oligarşik merkezini ele geçirdiğini belirtiyor. Kemalist iktidarın siyasi araçlarını ve yöntemlerini kullanan bu yeni yapının halk İslamı dışında bir İslam’ı temsil ettiğini ifade ediyor. Cemaatin Türkiye’deki dindarlık halleri ve tarihi üzerinden anlaşılabilecek bir konuma sahip olmadığını da vurguluyor: “Din içi bir konumlanmadan çok; operatif, işlevsel yapısı yüksek, farklı bir konumlanma olarak görmek lazım."[[dipnot12]]

 

Fethullah Gülen’in web sitesindeki yazılardan birinde, M. Enes Ergene tarafından “siyasi ve ideolojik yapılanmadan bağımsız; dinî, sosyal ve kültürel kimliğe sahip bir hareket"[[dipnot13]] olarak tanımlanan Gülen hareketinin en temel ve en kapsamlı iki dinamiği hoşgörü ve diyalog olarak ifade ediliyor. İslam dininin evrensel değer sistemi, ‘karşılıklı diyalog ve hoşgörü’ esasına dayandığı için, Gülen hareketinin sosyal çoğulculuğun küresel ölçekte yaygınlaşması için çaba sarf ettiği vurgulanıyor. Gülen’in küresel ölçekte başlattığı eğitim faaliyetlerinin temel amaçlarından birisi de bu dinler ve medeniyetler arası diyaloğa köprü oluşturmak olarak ifade ediliyor.[[dipnot14]]

 

Olimpiyatları “Gülen cemaatinin en parıltılı vitrini” olarak tanımlayan Derya Bengi ise, cemaatin eğitim kurumlarının o ülkelerde cemaatçi finans kurumlarının kredileriyle, nice alanda at koşturan cemaatçi işadamları tarafından çekilip çevrildiğini ifade etmiş[[dipnot15]]: “Küreselleşme çağına çabucak intibak eden bu Anadolu sermayedarları “şeriatçılar geliyor” diye nicelerinin uykusunu kaçırsa da; gelen şeriat falan değil, kusursuz bir kapitalist ağ, dindarların vahşi neoliberalizmi. Fethullahçılık, cübbesiyle, çember sakalıyla karikatürize edilen İslamcıların tersine, cami yerine okul açan, din eğitimi yerine dil eğitimiyle dünyayı kuşatan, bilim ve teknoloji budalası inançlı elitler yetiştirmeyi hedefleyen, milliyetçi-muhafazakâr (kendi hoşlandıkları tabirle “muhafazakâr demokrat”) bir hareket.”

           

Dinsel referanslara sahip olan, ama bir o kadar da milliyetçi, muhafazakâr ve kapitalist nitelikteki bu kimlik hareketi, yine kendi gibi muhafazakâr ütopyasını sahneye yansıtırken halk danslarını da araçsallaştırıyor. “Mesaj”ın kitlelere iletilmesi için beden dili dışında da her türlü araç ve tabii ki maddi imkân kullanılıyor. Sahnedeki çocukların nasıl bir dünya kuracaklarının ayırdında olduklarını pek zannetmiyorum. Ama bedenlerine oldukça yabancı olan figürleri en iyi şekilde icra etmek için ter dökerlerken heyecanları da yüzlerinden okunuyor. Onların heyecanının bendeki yansımasını ise, birçokları gibi sevinç, mutluluk, hele de gurur olarak adlandırmam ise ne yazık ki pek mümkün değil.