Bimeras Kültür Vakfı, 20 Eylül - 20 Ekim tarihleri arasında “iDANS” adı altında uluslararası bir çağdaş dans festivali düzenledi. Festival kapsamında dans gösterilerinin yanı sıra, iki günlük uluslar arası, akademik bir konferans ve çeşitli konserler de yer alıyordu. Ana mekânı garajistanbul olan etkinliğin çerçevesini “solo” kavramı oluşturuyordu.

“Dansın ve bedenin tanımlarını sorgulayan ve araştıran çalışmalara yer verildiği” belirtilen programda, “dans ve performans tarihinde ‘solo’ tarzının öneminin ve ifade özgürlüğü ve zenginliğinin vurgulandığı” ve bu alandaki egemen pozisyonlar ve kurumlara karşı bir alternatif oluşturulmaya çalışıldığı bildiriliyordu. [[dipnot1]]

Öncelikle bir aylık bir programı ciddi aksaklıklar yaşanmadan yürüten ve dans kuramıyla ilgili Türkçe bir kitap yayınlayarak[[dipnot2]] alana önemli bir katkı sunan festival düzenleyicilerinin emeğinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Festival süresince yayımlanan bülten de, içerdiği gösteri yazıları ve söyleşilerle birlikte, henüz tam oluşmamış dans eleştirisi alanına katkıda bulundu.

Çağdaş dans alanına hakim olan eğilimleri[[dipnot3]] ortaya koyması bağlamında oldukça faydalı olduğunu; yurtdışındaki gösterileri takip edemeyenler açısından önemli bir panorama sunduğunu düşündüğüm festivalde takip edebildiğim 7 dans gösterisi[[dipnot4]] sonucunda oluşan izlenimlerime gelince:

"Dans gösterisine gidip bir şey anlamadan çıkmak" şeklinde ifade edilen bir deneyimin kaçınılmaz sonucu olan “dansofobi”[[dipnot5]] ye katkı sunduğunu düşündüğüm bazı gösteriler seyrettim. Bazen “kavramsal sanat” olarak da ifade edilen bu tür gösterilerde, entelektüel bir birikime sahip olmanız; seyrettiğiniz gösteride kavramsal tartışmalara değen yönler yaklamanız ya da hiç olmadı çok fazla beklentiye kapılmadan sadece “hissetmeniz” bekleniyor: “Çağdaş dansta seyirci de olan bitenin bir parçası. Kendisini sorgulayarak, o anda sahnede olanların ona ne duygusu verdiğini, içindeki hangi kapıyı açtığını düşünerek seyrederse, gerçekleşen performans da amacına ulaşmış oluyor.“Çağdaş danstan korkmayın” diyor Prof. Dr. Aksan, “Anlamak sözcüğünü unutun ve sadece seyredin.”[[dipnot6]] .

Sahnedeki eserde herhangi bir “anlam”, toplumsallaştırabileceğiniz bir “dert” aradığınızda hayal kırıklığına uğrayabiliyorsunuz. Bedenin girebileceği formların çeşitliliği, bu formların ters-düz edilmesi (ya da yapıbozuma uğratılması) gösterinin temel çıkış noktası olabiliyor; bu da sizin sanatsal beklentilerinizi ya da seçimlerinizi doğal olarak karşılayamayabiliyor. Gösterilerin çoğunun gerçekleştiği Garajistanbul’dan çıkıp da İstiklal Caddesi’ne uzandığımda “hissettiğim” rahatlama duygusunun, entelektüel tembellik eğiliminden çok, sahip olduğum bu beklentiyle açıklanabileceğini düşünüyorum. Tabii ki sahnede (ya da mekânda) kurulan atmosfer ve seyirciyle kurulan ilişki biçimi de bu durumlarda belirleyici olabiliyor:

Eğer “herkes için sanat”ı savunuyorsanız (ki savunmak durumunda değilsiniz); seyircide oluşan etkiyi hesaba katmak durumundasınız. Tabii esas derdiniz “seyirciyi rahatsız etmek” de olabilir; bu durumda bunu açıkça beyan etmek yeterlidir. Seyirci bunu bilerek gelir (ya da önceden haberi olur ve gelmeme hakkını kullanır); ve nihayetinde hiçkimse hayal kırıklığına uğramamış olur...[[dipnot7]]
?SOLO
kaynak: http://www.idans.info/tr/index.php

 

Sahnedeki icracı(lar)ın seyirciyle doğrudan ilişki kurduğu, belli bir dramaturjiye, dramatik çatıya, ya da en azından toplumsallaştırılabilecek bir meseleye sahip olan eserlerde ise seyircinin “düşünme” eylemi zevkli bir sürece dönüşebiliyor. Festival kapsamındaki iki gösteri, Xavier Le Roy’nın 1999 yapımı Product of Circumstances’ı ve Tarek Halaby’nin 2005 yapımı An attempt to understand my socio-political disposition through artistic research on personal identity in relationship to the Palestinian-Israeli conflict’’i buna örnek olarak gösterilebilir.

İki çalışma da, Yvonne Rainer’ın ünlü “No Manifestosu”ndan sonra dans alanında yaygınlaşan “Gösteriye Hayır” eğiliminin; yani bitmiş bir gösteriden çok, prova ya da yaratım süreçlerinin seyirciyle paylaşıldığı eser geleneğinin devamı olarak görülebilir. Sunum-performans türüne”[[dipnot8]] örnek oluşturan iki eser de ve seyircinin “dans” ya da “ideal dansçı bedeni” seyretme beklentisini boşa çıkarıyor. Otobiyografik niteliğe eserlerde dans disiplininin kendisi sorgulanıyor ve dans ya da hareketten çok, sanatçının kendi bedeniyle ya da toplumsal kimliğiyle-konumuyla kurduğu ilişki masaya yatırılıyor. Bir yandan kişisel deneyimler seyirciyle doğrudan paylaşılırken, bir yandan da hakim koreografik anlayışlara, seyirci-sanatçı ilişkisine dönük eleştiriler ortaya konuyor. Sonuç itibariyle mizahi-eleştirel yönü ağır basan, seyirciyle sıcak bir iletişimi mümkün kılan samimi bir sanat dili ortaya çıkıyor.

An attempt to understand my socio-political disposition through artistic research on personal identity in relationship to the Palestinian-Israeli conflict
kaynak: http://www.idans.info/tr/index.php

Talaby’nin “performans ve stand-up komedi sınırlarında sanatın dünyayı nasıl kurtaraMAyacağı üzerine bir solo...[Filistin-İsrail çatışmasıyla ilişkili olarak kişisel kimlik üzerine sanatsal araştırma yoluyla sosyo-politik mizacımı anlama denemesi]” [[dipnot9]] olarak tanımladığı gösterisi, Filistin sorununa dair bilgilenme deneyiminin sahneye yansıması niteliğinde. Sahnede oldukça rahat hareket eden sanatçı, oyunculuk yapıyor, Arapça şarkı söylüyor; tek yapmadığı şey dans etmek! Seyirciyle göz teması kuruyor, onu da performansın bir parçası haline getiriyor. “Sizi rahatsız edeceğim” diyerek, gözüne parlak bir ışık yansıtıyor; bir yandan da ironik bir biçimde yanında getirdiği gözlükleri, renkli ışık filtrelerini seyirciye dağıtıyor. Filistinli kimliğinden dolayı yaşadığı traji-komik olaylardan örnekler verirken, yakıcı bir siyasi gündemi sanatsal platforma taşımış oluyor. Ancak bunu yaparken (mizahtan da faydalanarak) seyirciyle eşitlikçi bir ilişki kurmayı başarabiliyor; seyirci tepkisini hesaba katan bir performans gerçekleştiriyor: “Dünyayı sahne üzerinde değiştiremem, ama belki birilerinin düşüncelerini etkilerim, veya biryerlerine dokunurum, bu konular üzerinde biraz düşünmesini sağlarım ve belki bunun sonucunda kendi görüşlerini ve ifadelerini geliştirir…. Kaldı ki, seyirciyi eğitmek gibi bir durumda olmamalıyım.”[[dipnot10]] 
Moleküler biyoloji alanında doktora çalışması yaptığı sırada haftada iki gün ders alarak dansla tanışan Xavier Le Roy da, yaşadığı bu bilimsel-sanatsal deneyimi seyirciyle paylaşıyor. Barkovizyonla desteklediği akademik sunumu sürekli kesintiye uğratarak öğrendiği dans hareketlerini sergiliyor ve seyircide yabancılaşma etkisi yaratıyor. Kendi bedensel formasyonunu masaya yatıran ve yer yer bununla dalgasını geçebilen sanatçı, sanatın ve bilimin bedene dönük yaklaşımlarını karşılaştırma olanağı sunuyor. İçinde bulunduğu iki disipline yönelik eleştirilerini, alternatif üretme konusunda yaşadığı zorlukları seyirciyle paylaşıyor. Gösteri sonrasında seyirciyle yaptığı söyleşide, oldukça mütevazı bir sanatçı tavrı sergiliyor: son derece karmaşık bir şekilde dile getirilen soruları anlamak için fazlasıyla çaba sarf ediyor; yapmadığı şeyleri yapmış gibi göstermiyor ve asıl yapmak istediğini ortaya koymaya çalışıyor. Seyirci tepkisini kavramaya çalışıyor ve eksiklikleri varsa bunu ortaya koymaktan çekinmiyor.
Product of Circumstances (1999)
kaynak: http://www.idans.info/tr/index.php


Her iki çalışma da, “dans gösterisi” formatı beklentisindeki seyirciyi farklı sergileme teknikleriyle karşı karşıya bırakıyor. Seyirci “beyin jimnastiği”ne çağrılıyor; bahsi geçen konulara dair farklı tavır olasılıkları sergileniyor. “Bilinçlendirme” hedeflenmeden ama sanatçının tavrı da es geçilmeden ortaya konan meseleler hakkında sıkılmadan fikir yürütebiliyorsunuz; ruh sıkıntısı duymadan salondan ayrılabiliyorsunuz…