İlkokul ya da orta okul, lise yıllarında, öğretmenin okuduktan sonra kontrol etmem için geri verdiği sınav kağıtlarını hatırlıyorum. Eğer hatalı bir cümle, yanıt, formül, çözüm vs varsa yazdığım kağıtta üzerinde “kırmızı bir çizgi” olurdu – sizinkinde olmaz mıydı? Nedense öğretmenlerin “o yanlış, sakın onu yapma, bir daha tekrar etme” demek istedikleri yerler “kırmızı” kalemle işaretlenir, mavi değil, yeşil değil, kırmızı.

Sanırım bu nedenle kendini tüm halka başöğretmen addeden birileri, günün birinde çıkıp dediler ki, “sakın kırmızı çizgilerimizi geçmeyin” (mavi değil, yeşil değil, yine kırmızı). Belki de herkesin küçüklükten koşullandığı bir şeye daha kolay uyum göstereceğini düşündüler. Aslında çizgi işi yeni değil, rengi yeni adlandırılmış: kırmızı (taktım biraz kırmızıya). Öyle çok çizgi varki ortalıkta, kimileri tarih içinde silikleşmiş, kimileri silinip silinip tekrar çizilmiş. Bu çizgi soğuk savaş yılları komünistlerle komünist olmayanları ayırmış; bir zaman kürtlerle kürt olmayanları ayırmış; sonra irticacılar ile irticacı olmayanları ayırmış.... her neyse genel olarak çizgi çizilmiş, öte tarafta kalanlar için bir korku propogandası başlamış. Fakat çizgi oynak, on onbeş yılda bir yer değiştiriyor, bir siliniyor bir öte yanda beliriyor: bir gün din elden gidiyor, bir gün laiklik elden gidiyor.. bir gün vatan bölünüyor, bir gün bütün halde satılıyor, vs... içindekiler n’yapsın?

İşin ilginç tarafı, yaratılan bu şizofrenik ortamda herkes kendini çizginin içinde görüyor, ve ötesini düşman belliyor.  Üstelik o sanal kırmızı çizginin ardındaki reel renkli çizgileri görmüyor. İşte böyle ortaya çıkıyor tepkiler, “Kardeş Türküler gösterisinde vay efendim “türbanlı” bir kadın nasıl sahneye çıkar” gibisinden. Aslında çok semptomatik bir iki soru var bu konuda, ‘Kardeş Türküler’le 15 Yıl’ gösterisi ardından, “ilerici” olduğunu iddia eden kesimlerden (tırnak içine aldım ilerici terimini çünkü ilerici ile gerici arasında her daim bir kırmızı çizgi vardır, işin kötüsü bu kırmızı çizginin yeri en belirsiz olandır. Herkes kendini çizginin ilerisinde sanır. Ben bir kişinin çıkıp da bu çizgiyi kabul ettiği halde, “arkadaş ben bu çizginin gerisindeyim, ben “gericiyim” dediğini duymadım, okumadım. “ilerici” arkadaşlara duyurayım, maalesef dünyanın ilerlemeci bir çizgiyi takip ederek geliştiği tezi, çoktan tarih oldu. Dünyanın gelişimini izlediği hattın düz olmadığı yaşanan olaylarla kanıtlandı. O çizginin de rengi soldu.)

KARDEŞLİK... AMA BİR YERE KADAR

Semptomatik sorulardan biri şu: “...başörtülü koyunca ... aydın ve özgürlükçü mü oldunuz?” yanıt: birincisi biz koymadık, o hep vardı, hem de sadece sahnede değil, etrafınızda.  Sanırım siz görmüyordunuz. Ancak ilginç, hadi gözleriniz bağlıydı, kulaklarınız da mı duymadı? Keşke görmezden gelmeye çalışmak yerine, kendinizden farklı düşünen insanlardan kaçmaya çalışmak yerine iletişim kurmayı deneseydiniz. Onları kalın kırmızı çizgilerin ardındaki “gerici” tek vücut bir kütle halinde görmek yerine oradaki renkli çizgileri farkederdiniz. Müslüman bir yaşam biçimine sahip olduğu halde, yaşama dair farklı görüşleri olan insanlar tanıyabilir, farklı yaşam biçimlerine, geleneklerine sahip olan farklı kesimlerin içinden daha özgürlükçü bir yaşam için el ele verebileceğini görebilirdiniz.

Tabii ki kolay değil, göremezsiniz. İkidir semptomatik terimini kullanıyorum, ama neyin semptomu açıklamadım sanırım. Aslında açıkladım. Küçüklükten beri bir bireyin yazılı kağıtlarındaki kırmızı çizgilerden bahsettim, küçüklüğünden beri benzer kırmızı çizgilerle şekillendirilmeye çalışılan bir toplumdan bahsettim. Kendini ilerici (sol olarak da kullanılır) kesim içinde görüp, kendini dışarıda bırakan kırmızı çizgilerle mücadele ederken, kendini içeride bırakan “laiklik (ya da laikçilik diyelim)” çizgisinde çizginin dışındakileri daha da dışladığının farkına varmamanın semptomları bunlar.

Benzer bir soru bundan 15 yıl önce “... kürtçe şarkı koyunca... aydın ve özgürlükçü mü oldunuz?” şeklinde gelebilirdi (aslında geliyordu). Bugün, “... travesti koyunca... aydın ve özgürlükçü mü oldunuz?” diye gelebilir. Birbirini kırmızı çizgilerin arkasına mahkum eden kimlikler çoğaldıkça bu soru çeşitlenebilir.

Eğer meseleyi ille “ilericilik/gericilik” ekseninde tartışacaksak, bugün Türkiye’de bunun anlamı “özgürlükçülük, demokrasicilik / ve bunun karşısında olmak” olarak açıklanmalıdır. Daha demokratik bir toplum, farklı dilleriyle, dinleriyle, tercihleriyle birbirinin tercihlerine saygı duyabilen, birlikte yaşayabilen bir toplum olarak tarif edilmelidir. İktidarı kim ele geçirirse diğerlerini baskı yöntemleriyle yasaklayan, kendi yaşam biçimine uymaya ya da bir kenarda kalmaya zorlayan bir toplum olarak değil. Siyasetin en üstünde, siyasi partiler düzeyinde bu ikinci seçeneği bolca görüyoruz zaten. Kardeş Türküler olarak, Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu olarak bizler birinci tariften yanayız. Toplumu bölen kalın kırmızı çizgileri değil, pek çok farklı renkten oluşan zeminleri görmeyi tercih ediyoruz. Hem yanyana daha güzel duruyor, hem de birbirlerinin üstüne çıktıkları yerlerde yeni renkler oluşuyor.