tales in no language, an’da milyonlarca kez kırılan bedenin bir hikayesi. Kırılganlıkların, uc uca eklenerek bedeni oluşturduğu, bedenin görünmez olduğu noktada özgür, görünür olduğu o an’da kendini tamamlama çabası. Oradan buradan bulduğu saplarla, camlarla, kabuklarla, parçalarla kurduğu ilişkiye dair, bedenin evrenindeki organik ve inorganik her bulguya dair bir araştırma sunuyor.

Görünmez kılındığı oranda çıplak kalan yüze; hareket etmesiyle anlamlara ve dolayısıyla kırılganlığa açık hale gelen beden arasında; yüzün bedenin geri kalanıyla, bedenin bir başka bedenle, bedenin kendi parçacıklarıyla karşılamasına dair bir akış…

Bedenin objeleşmesi, bedenin bir hareketiyle durağan objeler içinde yarattığı etki, bedenin o hareketiyle boşaltmış olduğu alanın bir durağanlık, obje için yeni bir var oluş potansiyeli yaratması.

Ya da,

Yüzün özneleşmesi, bu özneleşmenin bedeni sürüklediği milyonlarca performans, bu özneleşmenin yarattığı temsillerin barındırdığı uc uca eklenmiş kırılganlıklar.

Kırılganlıklarını sakladığın ölçüde ‘bencil’, kırılganlıklarını açtığın sürece ‘ kurban’ olma korkusu. Korkuları saklamak adına sürekli konuşma arzusu. Kelimelerden örülen bir dünyada, sessizlik iktidarsızlığın eş anlamlısı. İktidar, öznenin hediyesi. Özne, yüzsüz bedenin imkansızlığı.

Tüm bu his,düşünce, hayal alışverişlerinin içindeyken, yalın ve samimi beden kullanımlarıyla eserle aramdaki ilişkiye izin veren dansçılar Aslı Bostancı ve İlyas Odman’ın performansını etkileyici buldum. Gönüllerinin taa içlerinden bir şeyleri seyirciye açtıklarını hissetmek ve yıllardır emek verdikleri alandaki yoğun bir bedensel çabalarına tanık olmak çok güzeldi.

Kompozisyonel olarak benim için bir kırılma anı olan yüzlerini açtıkları yere tutunamadım, oraya geliş ve yüzlerini açış anındaki niyetin daha vurgulanabileceğini düşünüyorum.

Elektroniğin, sesi alışıldık yapıların dışına çıkmasına izin vererek özgürleştirdiği ve çoğullaştığı bir zamanda, performanstaki ses tasarımına dair soru işaretlerim oluştu. Ses, bedenleri harekete geçiren\ bedenlerin içinden gelenin altını çizen ve ona işaret eden\ o anın hissini kuvvetlendirmek ve harekete zemin sağlamak için mi ya da nasıl bir niyetle tasarlanmıştı? Ses titreşimlerinin her birinin yoğunluğuna, tonuna, genişliğine ve beraberinde getirdiği moleküler parçacıklara çok meraklı bir izleyici olarak ses tasarımından daha fazla keyif almayı arzu ederdim.

Aslı Bostancı’nın daha önce işlerini izlemiş olanlar bana katılır mı bilmiyorum; ancak kendisine özgü bir yol çizmeyi başardığını düşünüyorum. Böylesi bir yol için gereken entelektüel ve estetik çabayı gösterdiği, beslendiği ve üreterek bunu paylaştığı için özel bir sanatçı olduğunu düşünüyorum.

Çocukluğumun uzun gecelerinde beklediğim beyaz atlı prensesime de bugün bu pasajı armağan etmek istiyorum;

(Tarihsiz)

Bıraktım. Bıraktım. Hepsini, kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım. Ama hiçbiri kendi dünyalarını anlayamadı. Ve bana ölümsüzlüklerin sonsuz acıları kaldı. Ya da sonsuz bağımsızlıkları. Bu kadar duyguyu nasıl taşıyacaktım? Bunca yıl taşımış, bunca büyük kentin onca büyük alanlarında bu yalnızlığıma bir destek aramıştım. Beni yaşamcıl kılmakla en büyük ölümlerin en derin acılarını bana vermemiş mi bu insan olma çabası? Ben, insan olma çabasının sürekli üstüne giden ben ? Artık beni benden alsınlar. Atsınlar bir alanın sabah süpürülen, sabah boş şişeleri taşınan büyük bir çöp tenekesine. Ben de biraz onlardan olmak istiyorum. Duyguları ölçüleyen, sevgilerini sevmeyen, acılarını acımayan, yollarını yürümeyen, uykularını uyuyan, iştahlarını yiyen, sevişme isteklerini boşaltanlardan olmak istiyorum. Sevişme isteğinin sonunda tüm aşkları boşaltanlardan olmak istiyorum. Sevişme isteğinin sonunda tüm aşkları üstleyecek yorulmazlığı değil, yorgunluğu istiyorum bir insanın yürek atışlarında. Ama sessiz gecelerin sonu var mı sanıyorsun? Hayır? Hayır mı? O zaman bir Anadolu bozkırında özlediğin o adsız ve sıfatsız (Zarif? Snob? Dalgacı?) beni, nasıl oluyor da bir Orta-Avrupa kentinin bu kalabalık, trafiği yoğun caddesinin orta yerindeki, bu kahverengi halı döşeli odasında buluyorsun? Çünkü herkesi, her yerde bulmak mümkün. Yazmayı keseceğim. Yeter. Gece ilerledi. Neredeyse bir çocuk doğurabilirim.

-“Tezer Özlü, “Kalanlar” -