Meg Stuart’ın HAU3’teki residence’ı sırasında farklı disiplinlerden davet ettiği sanatçılarla yarattığı “Sketches\Notebook” projesi, 25 Ocak’ta Berlin HAU stüdyolarında performe edilmeye başladı. Taslak halindeki fikirleri denemek ve derinleştirmek için bir grup performer, müzisyen ve görsel sanatçıyı projesine davet eden Meg Stuart, obje-ses-ışık üçlüsünün hareket ve beden üzerindeki etkisine dair küçük parantezler açıyor.

Bu proje benim için, açılan ve kapanan parantezlere sahipti. Objelerden feyz alan ya da sesin itkisiyle bir parça başlıyor, kendi içinde genişliyor ve bir yerde kapatılıyordu. Bu açıdan bir eskizden daha çok tamamlanmaya yaklaşmış, en azından tamamlanmaya niyetlenilmiş küçük parçalar vardı. Sanırım, çalışmaya yakınlaşamama sebeplerimden biri buydu. Ne delicesine bir doğaçlama ortamı vardı ne de temizlenmiş çatısı belli bir kompozisyonel çatı. Eskizden yola çıkılmış biraz derinleştirilmiş ama sığlıktan kurtulamamış; etkileyici imgelerin harekete ve bedene aktarılma sürecinde cimri davranılmış. Dolayısıyla o imgenin bende bıraktığı etki o kadar güzel ama sahnedeki deneme ya da tanık olduğum performans güçsüz ki kendi imgelemimde takılmak,  o ana tanıklıktan çoğu zaman daha cazip gelebiliyordu. 

“Sketches\Notebook”, kompozisyon çatısı ne yapıldığından çok nasıl yapıldığına vurgu veren, skor anlamında gevşek doğaca ve provalara değil de o an’a dayanan bir projeydi. Bu tarz çalışmalarda koreograf belli performerları, performerların sahne var oluşlarına güvendiği için, onların kinetik zeka ve yorumlarına ihtiyaç duyduğu için projesine davet eder.  Bu durum şüphesiz koreograf ve icracı arasında demokratik bir ilişkinin göstergesi olarak yorumlanabilir. Meg Stuart, projede icracı olarak sahne üstündeydi. Sahne üzerindeki icracı olarak var oluşu, diğer performerlarla o anları inşa etme deneyimi, oyunun kurallarını koyandan çok oyunu yeniden ve yeniden keşfeden birini hissettirdi bana. O anda olmaktan, o insanlarla onu yapıyor olmaktan duyduğu haz ve heyecan görülmeye değerdi.

Her biri Meg Stuart tarafından özenle seçilmiş sanatçılar arasındaki farklılıkların, sanatçıların kendi özgüllüklerinin kendi öznelliklerinin işe yeterince yansıyamadığı kanısındayım. Dolayısıyla sanatçıların tercihlerinin, bu tercih farklılıklarını doğuran öznelliklerin yeterince altı çizilemediğinde bir şeyin nasıl yapıldığından çok neyin yapıldığı daha fazla vurgu alıyor ve proje bu anlamda yaptığı dramaturjik tercihi gerçekleştirmede başarısız oluyor.

Sesçiler, ışıkçı ve kostümcü sahne üstünde konumlandırılmıştı, bu sanatçıları bedenleri ile sahnede işlerini icra ederken izlemek projenin en etkileyici kısmıydı:  Meg Stuart’ı solosuna hazırlayan kostümcünün Meg Stuart’ı giydirirken ellerinin çabukluğunu görmek, kostümü çekip çekiştirirmesi… Projenin kavramsal çerçevesine yaptığı katkının yanında sahnedeki var oluşlarıyla gündelik hayat performansları ile sahne üzerinde yapılan performansın blurlaştığı bir alana işaret ediyorlardı, ki böyle iç içe geçişler benim oldukça ilgimi çekiyor. 

Projede etkileyici bir ışık kompozisyonu vardı. Işık öğesi otomatik ve elektronik ayarlar yerine elle maniple ediliyor ve mekanda performer, ışık kaynağı ve ışıkçı (ki bunu maniple edenler değişiyordu) arasında başka bir ilişki ve bağlam yaratılmasına izin veriyordu. Atmosfer yaratan ışık, sanatçıyı aydınlatan ışık, geçiş sağlayan ışık gibi geleneksel atıfları genişletiyor. Hem bedenler tarafından şekilleniyor hem de bedenleri şekillendiriyordu.

Eserin sonunda bir ampulün önüne farklı objeler koyarak oluşturulan renk ve yansıma katmanları bir masalın sonu gibiydi. Işığın performerlara değil de performerların elleriyle inşa ettikleri ışık, etrafında birleşen topluluğun bir ritüeli andıran birlikteliğine yol veriyor, bir buçuk saat boyunca olanların demlenmesini, bedenlerin sükûnetini telkin ediyordu. Işık gitti, masal bitti, herkes evine.

Bense Berlin’de kalmak istiyordum.