İletişim Yayınları yakınlarda bir İsmail Beşikçi kitabı çıkarmış. Sırrı Süreyya Önder’in yazısı [[dipnot1]] sayesinde öğrendim. Tanıl Bora’nın editörlüğünde, Barış Ünlü ve Ozan Değer’in derlemeleriyle oluşturulan kitabın ilk cümleleri şöyleymiş:

“İsmail Beşikçi, Türkiye’nin ve dünyanın 20. yüzyılda yetiştirdiği en önemli entelektüellerden biri. Buradaki entelektüel kavramı bilgi üreten ve yayan insandan ziyade, kendi devletine ve egemenlere karşı hakikati söyleyen, tabuları yıkan, yasak konulara değinen, yalanları deşifre eden, horlanan ve dışlananların yanında, onların sesi olan, gösterdiği bu cesaret ve ahlâk nedeniyle de çeşitli bedelleri ödemeyi göze alan kişiyi anlatıyor.”

Sırrı Süreyya Önder, 1939’da Çorum’da Türk bir ailenin çocuğu olarak doğan Beşikçi’nin 1960’larda Kürt’ün ve Kürtçe’nin var olduğunu ve sadece var oldukları için zulüm gördüklerini söylediğini yazmış. Beşikçi’nin 70’lerde de Türk resmi ideolojisinin yalanlarını ve suskunluklarını dile getirdiğini belirtmiş. Şermin Korkusuz da aynı kitapla ilgili bir başka yazıda[[dipnot2]], Beşikçi’nin üniversite öğrencisiyken başlayan düşünsel yolunu belirleyen temel faktörün Doğu’yla tanışması, başlı başına bir dil olarak Kürtçe’nin ve Kürtler’in varlığını keşfetmesi olduğunu vurgulamış. Resmi ideolojinin anlatısıyla Doğu’da yaşayıp gördükleri arasındaki farklılığın zihninde yeşerttiği şüpheler, onu Kemalizm ve Kürt meselesi üzerine daha fazla düşünmeye itmiş. Dönemin egemen sosyal bilim yaklaşımında ya Kürtler’in var olmadığını ya da var sayılsalar bile bir kalkınma sorununun nesnesi olduklarını belirten Korkusuz, Beşikçi’nin kuşkusunun muhatabının, hem resmî söylem hem de bu sosyal bilim anlayışı olduğunu belirtmiş.

İsmail Beşikçi’nin bu tür karşılaşmaları yaşadığı ve muhtemelen tavrını oluşturmaya başladığı dönemde, 1965-1971 yılları arasında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde sosyoloji asistanı olarak çalışırken yazdığı bir mektuba rastladım geçenlerde. Yaptığım araştırma için çok önemli olan ve beni de şaşırtan bir yazıydı bu. Beşikçi, 9 Aralık 1969’da Robert Kolej Türk Folklor Kulübü’nün yayınladığı Folklora Doğru dergisinin yazı işleri müdürlüğüne bir mektup göndermişti. O dönemde tez çalışması yapıyordu ve dergiye Alikan Aşireti’yle ilgili yazıyı göndermek üzere olduğunu da not düşmüştü. Dergide Ocak 1970 tarihinde yayınlanan bu mektupta, Türk aydınının cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye’yi Türk olarak görmeye alışık olduğunu ifade etmiş ve şöyle sormuştu: “…Halbuki Anadolu’da geniş bir Kürt etnik grubunun olduğu şüphesizdir ve Folklora Doğru’nun, Kürtler’in folkloruyla ilgili yayınları da olacaktır. Bu bakımdan Türk yerine Türkiye (örneğin Türkiye Folklor Kulübü) denilmesi daha doğru değil midir?…” Ulusların ve halkların eşitliği ve kardeşliğinin hiçbir itirazı gerektirmeyecek kadar temel bir doğru olduğunu vurgulayan Beşikçi, bu doğruyu folklor gibi halka daha yakın bir konuda çalışan gençlerin daha kolay anlayacağını belirtmişti ve konunun yönetim kurulunda tartışılmasını rica etmişti.

Derginin daha sonraki sayıları okunduğunda, mektubun kulüp içinde belli bir tartışmayı kışkırttığı anlaşılıyor. Örneğin bir sonraki sayıda yazı işleri müdürlüğünün mektuba yönelik cevabı yayınlanmış. Cevap yazısında öncelikle siyasi ve ideolojik yönüyle istismara yatkın bir meseleyle karşı karşıya olunduğu ifade edilmiş. Tutucu bir görüş de olsa, Türkiye’nin bir Türk vatanı olarak kabul edilmesi gerektiği ifade edilmiş. Bununla birlikte, büyük çoğunluğu Türk olan bir toplumun içerisindeki ufak etnik grupların da bir kenara bırakılmasının doğru bir tutum olmadığı da vurgulanmış. Folklor dünyasının gündemindeki “Türkiye Folkloru” tartışmasının kulüp içinde henüz kendilerini tatmin edecek bir seviyeye ulaşmadığını belirten öğrenciler, yine de isim değişikliği yönünde adımlar atıldığını yazmışlar. Örneğin yeni kurulan araştırma merkezine “Türkiye Folkloru Araştırma Merkezi” ismi verilmiş. Daha sonraki bir sayıda yayınlanan “Robert Kolej Türk Folklor Kulübü Yönetim Kurulu’ndan Okurlara” başlıklı cevap yazısında ise tartışmaları şöyle özetlenmiş: “….. Faaliyetlerimizin yeniden gözden geçirilmesi sonucu vardığımız sonuç odur ki Robert Kolej Türk Folklor Kulübü esasında “Türkiye Folkloru” üzerinde çalışmalar yapmakta fakat bunu senelerin alışkanlığı sonucu “Türk Folkloru” şeklinde belirtmektedir. Türkiye’de yaşayan çeşitli etnik grupların kültür, sosyal yapı ve yaşayışlarındaki değişik özellikleri “Türk folkloru” adı altında toplamak ve incelemek objektif gerçekleri inkâr eden ve bilimsel olmaktan uzak kalan bir anlayıştır…. Çalışmalarımızın bundan sonra pratikte de “Türkiye folkloru” şeklinde düzeltilerek bir bütünlük kazanacağına inancımızı belirtiriz…”. Ancak yazı şöyle ilginç ve biraz da beklenmedik bir ifadeyle sonlanmış: “…Bu görüşümüze uygun olarak kulübümüz isminde yer alan “Türk” kelimesinin “Türkiye” şeklinde değiştirilmesi, değişikliğin dilbilgisi kurallarına uymayacağı ve dolayısıyla bir anlam taşımayacağı gözününde tutularak gereksiz görülmüştür.

Bahsi geçen isim değişikliği ancak 1974 tarihinde gerçekleşebilecektir. 1971’de kolejin Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmesiyle birlikte Boğaziçi Üniversitesi Türk Folklor Kulübü adını alan kulüp, 1 Haziran 1974 tarihindeki genel kurul kararıyla bugünkü ismine kavuşur: Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü. İsim değişikliği önerisinde bulunan yönetim kurulu üyeleri arasında Levent Soysal, Levent Alpay, Şemsa Özar, Şahap Metre Uygur, Cemal Küçüksezer, Tanay Sıtkı Uyar, ve Yalçın Eker gibi isimler bulunmaktadır.

Türkiye’nin yakın tarihi, kültürel ve siyasal iklim değişiklikleri göz önüne alındığında oldukça erken bir tarihte başladığı söylenebilecek olan bu tartışma, folklor kulübünü belli bir tavır oluşturmaya yöneltmiş gibi görünmektedir. Folklor ile milliyetçilik arasındaki tarihsel ilişkiyi sorgulayan pratikler geliştiren bu üniversite kulübü 90’lı yıllara gelindiğinde “Türkiye folkloru” anlayışını kültürel çoğulcu bir paradigmaya evriltecek ve sanatsal çizgisini de bu şekilde yeniden kurgulayacaktır.

Benim de öğrencilik yıllarımda bir parçası olduğum Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü bu çizgiyi günümüzde de devam ettiriyor. Tarihsel olarak İsmail Beşikçi gibi genç ve muhalif aydınlarla temas kurmuş bir yayıncılık pratiğinden, araştıran, sorgulayan, tartışan bir kulüp geleneğinden beslenmesi sanatsal çalışmaları için de sağlam bir zemin oluşturuyor. Türkiye’de folklor alanında geliştirdiği alternatif pozisyonunu koruması, belki de çığır açıcı yeni tartışmalara zemin oluşturması dileğiyle…