Sık sık gazete sayfalarında karşımıza çıkıyor HES gündemi. Kah yeni projelendirilen bir HES'e karşı ayaklanan bölge halkının mücadelesini, kah bir HES projesini durdurmaya dönük mahkeme kararını okuyoruz. Sonra haberlerde öyle ya da böyle, başbakan tarafından yapılan bir HES açılışını izliyoruz.

Karadeniz eskiden fıkralarıyla ünlüydü, bugün HES'leriyle. Ancak HES'lerin yarattığı tahribat yüzünden yeni fıkra üretilemiyor Karadenizde. HES'ler ve HES'e karşı mücadele, Karadenizli yerel müzisyenlerin şarkı sözlerinde de yer buluyor artık. Bizler de, bgst dansçıları olarak Karadeniz ile ilgili bir sahne yaptığımızda Karadeniz insanı için son derece can yakıcı olan bu gündemi görmezden gelemiyoruz son bir kaç yıldır.

U.C.B dans gösterisi içindeki Karadeniz sahnesi de kaçınılmaz olarak Türkiye'nin HES politikasını hedef tahtasına koydu. Ne diyordu başbakan Erdoğan bir HES açılışında:

"Yıllar yılı hep söyleriz, hep şu konuşuldu; ‘Su akar, Türk bakar' dediler. Ne yazık ki hep böyleydi ama diyorum ki artık böyle değil. Şimdi bunu değiştiriyoruz. Şimdi ‘Su akar, Türk yapar' diyoruz. Tabii buna müdahil olmak isteyenler olmadı mı? Oldu. Bunun önünü kesmek isteyenler olmadı mı? Oldu. Bunun için birçok eylemler, yargıya gidişler gelişler oldu, oluyor ve olacak. Çünkü ilk insandan bu yana bunlar hep var. Aykırı tipler hep var, burada da olacak…"

Bir başka HES açılışında ise bu aykırı tipleri biraz daha küçültmeye çalışıyordu:

"Bazı çevreci adı altında tipler, gruplar çıkıyor ve bu sıfatla da bu HES'lere karşı çıkıyor…"

Başbakan, bizzat yürütmenin başı olarak, Anadolu'nun dört bir yanında süren suyun ticarileştirilmesi politikalarını bulduğu her fırsatta dile getirdi, getiriyor. U.C.B Karadeniz sahnesi de diyor ki:

"Doğal kaynakları, o kaynaklar sayesinde yaşayan insanların elinden alarak, bunları o insanlara satılabilecek bir mal haline getiren, bu arada bindiği ağacı keserek o doğal kaynakları yok eden politika bir ucubedir. Sadece insan hayatını değil, doğal hayatı bitirecek olan bu politikalar bir ucubedir."

Bu karşı çıkışla biz de katıldık aykırı tipler kervanına. Sonda söyleyeceğimiz lafı başta sarfedip biraz dikkat çekelim istedik. Şimdi konuyu alalım en baştan:

HES NEDİR?

Hidro Elektrik Santrali'nin kısaltması olan HES'ler suyun akış gücünden elektrik enerjisi elde eden yapılardır. Doğada iki çeşit HES vardır: baraj tipi HES ve nehir tipi HES. Son yıllarda yaşanan tartışmalar, Anadolu'nun dört bir yanındaki akarsular üzerinde kurulması planlanan, hatta bir kısmı kurulan irili ufaklı nehir tipi HES'ler üzerinedir. Sayı çeşitli kaynaklarda farklılık gösterse de, söz konusu olan 500 civarı tamamlanmış ya da inşaat halinde, toplam 2000 civarında HES projesidir.

SU BOŞA AKAR MI?

Küçük yaşta öğrendiğimiz akarsu teriminin boşa-akar su olduğu iddiası son yıllarda ortaya çıktı. Meğerse, ister aksın, ister dursun doğal su kaynaklarının ve yapılarının yanında hayatın şekillenmesinin gerekçesi, bu suya bakmak merakı imiş.

Akarsular içme ve kullanma suyu olarak insanlara hayat verirken, aynı zamanda içerdiği kimyasal maddeler, mineraller, vs sebebiyle çevresinde tümüyle verimli ve zengin bir iklim ve bitki örtüsü yaratır. Tarım üretimi için vazgeçilmez sulama işlevi için elzemdir. İçindeki canlılar ve çevresindeki bitki örtüsüyle beraber bir ekosistem oluşturur. İklimi belirler. O iklim ordaki yaşam kültürünü belirler. Dolayısıyla kimse suyun akışına şimdiye kadar boş boş bakmamıştır. Suyun akışına yapılan bir müdahale sonucunda zaten ne su, ne de ona bakacak bir insan kalır.

GERÇEKTEN BİR ENERJİ İHTİYACI VAR MI? VARSA KAYNAK SU MU OLMALI?

Mevcut enerji tüketimi tartışılmaz kabul edildiğinde tabii ki bir enerji ihtiyacı var. Mevcut enerji tüketimi derken, nüfusun dar bir kesimine büyük gelir getiren bir üretim ve tüketim kültürünü kabul ediyoruz. Bu koşullar altında dahi, HES'lerin üreteceği elektrik, ülke ihtiyacının ancak %5'lik bir bölümüdür. Bugün enerji nakil hatlarında ortaya çıkan kayıp/kaçak elektrik oranındadır. Dolayısıyla HES iştahını enerji ihtiyacıyla açıklamak, üstelik bunu yaparken "dışa bağımlılıktan kurtulma" gibi cümleler kurmak, büyük bir çoğunluğu milliyetçi-muhafazakar insanlardan oluşan toplumun bu hislerini istismar etmekten öteye gitmez. Kaldı ki bugün artık sermayenin dini, imanı ve milliyeti kalmamıştır. Tüm bu HES'ler milli değil, uluslararası bir sermaye tarafından kurulmaktadır.

Karadeniz özelinde sık konumlanmış küçük akarsulardan bahsediyoruz. Bu yüzden "dereler" olarak adlandırılıyorlar. Kışları yüksek bir debiye sahip olmakla birlikte, yazları ancak yaşamsal fonksiyonları yerine getirecek kadar su akıyor Karadeniz vadileri arasından. Dolayısıyla "elektrik ihtiyacı" argümanı, ekonomik olarak verimsiz olan bu dereler için aslında geçerli değil. Fakat şirketlere 49 yıllığına satılan "elektrik üretimi hakkı" değil, "suyun kullanım hakkı". Küresel ısınma ile birlikte gündeme oturan su ihtiyacı düşünüldüğünde, su hakkının kamudan alınıp özele teslim edilmesi suyun ticarileştirilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Yani bundan iki yıl sonra, devlet satın alma garantisi vermiş olduğu halde, şirket çıkıp "elektrik üretiminden kar elde edemiyorum, ben bu suyu şişeleyip satmaya karar verdim" diyebilir, "yanımdaki tarım arazilerine sulama için satmaya karar verdim" diyebilir, "fakat pahalı satıyorum, isteyen çiftçi sulayamadığı arazisini bana ucuza satsın, ben de kendi sulayabildiğim bu küçük arazileri tekelde toplayayım ve küresel tarım sermayesinin hizmetine sunayım" diyebilir.

MANÜPÜLASYON, DEZENFORMASYON, DEMOGOJİ… HALK AĞZIYLA YALAN DOLAN, İŞİN ASLI TALAN

"Tabii hayatın, doğal hayatın korunmasına azami ölçüde hassasiyet göstereceğiz…" (bu da yukarıdaki açılış konuşmalarından bir cümle)

Söz konusu bir bahçe değil de, ev yönetimi ise, sözler değil, yazılı kanunlar, yani yasalar ve kurallardır geçerli olan. Ancak bu yasaların yazılı olduğu yerde kalması değil, uygulamada hayat bulması önemlidir. Evet, çevre ve doğal hayat hem anayasayla hem de diğer düzenlemelerle koruma altında görünmektedir. Fakat uygulamadaki insan faktörü gözün gördüğü ile kağıdın yazdığı arasına mesafe koyabilir.

HES tartışmalarında sık geçen bir terim ÇED raporlarıdır. Yani Çevre Etki Değerlendirmesi raporları. Bu raporların işlevi herhangi bir yapının çevresine vereceği hasarı tespit etmek ve bunu minimumla sınırlamaya çalışmak, sınırlandırılamıyorsa, yapıya izin vermemektir. Yine yazılı olarak ÇED raporu hazırlama koşulları oldukça yerindedir. Raporu kimler yazabilir, ne tip mühendisler çalıştırmalı, neleri incelemelidir, vs bunların hepsi belirlenmiştir. Belki de başka bir ülkede işe yarayabilir, ama bizim ülkemizde herkes işini iyi bilir. Şöyle ki:

- ÇED raporları genellikle fason olarak hazırlanmakta. Örneğin, beş altı kişilik özel bir gurubun bir hafta içinde 3 ayrı bölgeye ait ÇED raporu hazırlayabilmesi kabul edilebiliyor. Kimse çıkıp "bu insanlar hangi ara bölgeye gittiler, su akışını hesapladılar, suyun yarattığı ekosistemi incelediler, hangi verileri kaydedip, bu verileri ne ara işlediler?" diye sormuyor. Bakanlık, raporu kabul ederken "bu raporu yazanlar benim koyduğum vasıflardaki kişiler mi?" demiyor. "Rapor hazırlayan şirketle, HES projesini veren şirket arasında ekonomik bir ilişki var mı?" diye kimse incelemiyor.


- Tek bir dere üzerine birden fazla HES projesi ihaleye açılıyor. Oysa ÇED raporları bir proje için yazılıyor ve diğer projeler hiç yokmuş gibi bir değerlendirme yapılıyor.

- "Can Suyu" denen bir su miktarı var. Bunun anlamı, çevresindeki ekosistemin korunması için dere yatağından akması gereken minimum su miktarı. Yani bir HES yapılacak, suyu alıp elektriğini üretecek ve dere yatağına bu can suyu kadar suyu bırakacak. İşte bu can suyu son derece spekülasyona açık bir konu. Birincisi, can suyunun hesaplanması öyle kısa sürelik bir iş değil, bölgenin yaşam döngüsünün incelenebilmesi lazım. Ayrıca, yukarıda geçtiği gibi, bir HES'in bırakacağı can suyu, aynı dere üzerindeki ikinci HES'in alacağı su miktarını belirleyecek ve bu zincirleme olarak diğer HES'leri bağlayacak. Üçüncüsü ve en önemlisi her nasılsa şirketlerin hazırlattığı ÇED raporları ve yargıya başvuran insanların hazırlattığı ÇED raporları aynı dere için son derece farklı can suyu miktarları ortaya koymakta.

Kısacası, denetim mekanizmaları kasıtlı olarak işletilmedikten sonra, yasayla korunmanın bir faydası yok. Yaşanan çevre katliamını da sözlerle ifade edebilmek çok zor bu nedenle aşağıdaki görseller bir HES inşaatının vadilere, ormanlara, dere yataklarına nasıl zarar verebildiğini daha iyi gösterecek, çevreye duyarlı bir zihniyet ile talancı bir zihniyet arasındaki farkı ortaya koyacaktır.

Yok edilmeye çalışılan vadiler, dereler, canlılar… (Görüntü Vatandaş Mustafa belgeselinden alınmıştır.)

Bir vadi, içinden geçen dereyle birlikte nasıl katledilir, örneği. (Görüntü Anadolu'nun İsyanı belgeselinden alınmıştır.)

HES'LER SADECE KARADENİZ'İN Mİ DERDİ?

HES deyince akla ilk başta Karadeniz, hatta Doğu Karadeniz geliyor. Oysa bu Anadolu'da derelerin aktığı her vadinin gündemi. Aynı mantıkla sadece Karadeniz'in değil, Ege'nin, Doğu Anadolu'nun da sularına el konuyor. İnternette yapılacak kısa bir aramayla, adı HES ile birlikte anılan hemen her vadi için bir koruma gurubu kurulduğunu görebiliyoruz. Ayrıca bu guruplar kendi aralarında da platformlar şeklinde örgütleniyor. Rize'nin, Artvin'in, Trabzon'un derelerini koruyanlar, Muğla'nın, Antalya'nın, Desim'in, Erzurum'un derelerini koruyanlarla kardeşliğini ilan ediyor.

U.C.B Karadeniz sahnesini, HES karşıtı bir sahne olarak hazırlarken diğer bölgelerde de HES krizi yaşandığına işaret etmek için dans müziğimizi Karadeniz bölgesinden seçmedik. Muğla-Yuvarlakçay'ın HES isyanı sırasında Yasemin Pakyürek tarafından bestelenen ve Yuvarlakçay'lı kadınlar tarafından söylenen "rap" formundaki bir şarkıyı düzenlemeyi tercih ettik. Yuvarlakçay'lı kadınların eylemde bu şarkıyı söylerken çekilen görüntüleri, "şalvar rap" adı altında sosyal medya'da hızla yayılmış, kamuoyunun Yuvarlakçay lehine şekillenmesinde ve şirketin vadiden çekilmesinde oldukça etkili olmuştu.

Sahnenin arkaplan çalışmasında, internet sitelerinde yer alan bilgiler ve görüntülerin yanısıra en kapsamlı katkıyı, Mahmut Hamsici'nin NotaBene yayınlarından çıkan "Dereler ve İsyanlar" kitabından edindik. Tümüyle saha çalışmalarına dayanan, kendi iddiasının aksine HES'ler konusunun politik, yasal, ideolojik, bilimsel arkaplanını gözler önüne seren detaylı bir çalışma. Mahmut Hamsici'nin kitabını tavsiye eder, kendisine burdan teşekkür ederiz.

Teşekkürlere geçmişken, hem verdiği bilgilerle, hem de sahnede kullandığımız görüntülerle bizi desteklemiş olan, Karadeniz İsyandadır platformu aktivistlerinden Eren Dağıstanlı'ya, bestesini bizimle paylaşan Yasemin Pakyürek'e, "Anadolu'nun İsyanı" belgeselini hazırlayan isimsiz çevre aktivistlerine yürekten teşekkür ediyoruz.