Gazze’deki mevcut kriz, İsrail’in 4 Kasım 2008’te Hamas’la olan ateşkesi bozmasıyla başladı. Beş aylık ateşkes iki nedenden ötürü sürdürülemezdi. Birinci ve en önemli neden bu ateşkesin Gazze’deki Filistinlileri azap verici, yavaş bir ölüme mahkûm ediyor olmasıydı: ateşkesin bir koşulu, İsrail’in Gazze ablukasını sürdürmesiydi. Bu ablukanın bir sonucu olarak Filistinliler bölgeyi terk edemiyordu. Bunların arasında, daha göze çarpan örnekler olarak, yurtdışında okumak için vizeleri ve gerekli izinleri olan öğrenciler vardı; ama kanser ya da diğer tıbbi sorunlarına yönelik tedavi göremedikleri için ölen insanlar da vardı. 360 kilometrekarelik Gazze şeridinde 1,5 milyon insanın yaşadığını hatırlayın. İnsanların yetenekleri, güçlü toplumsal bağları ve misafirperverlik gelenekleri var; fakat bölge kendi kendine yetemiyor ve ürünler serbest şekilde Gazze’e girip çıkmadan ekonomi işleyemez. Filistinlilerin meşru müdafada bulunmak üzere silah tedarik etmelerinin engellenmesiyle ortaya çıkan hukuki ve ahlaki haklarının ihlal edilmesini bir yana bırakalım (bu ihtimali belirtmek bile bir tabuyu kırmaktır). Hayatın bütün diğer safhaları ablukayla birlikte altüst olmuştu. İsrail’in kalem, mürekkep, kitap ve diğer gereçlerin girişini yasaklamasıyla eğitim de aksamıştı. Sağlık hizmetleri de yine İsrail’in tıbbi malzeme geçişine izin vermemesinden ötürü aksamıştı. İsrail’in yiyecek malzemelerinin geçişine izin vermemesi, İsrail Hava Kuvvetleri’nin halkı korkutmak için ses bombaları kullanması ve periyodik olarak yapılan bombalamalar ve katliamlardan ötürü çocukların normal gelişimi ve beslenmesi de zarar görmüştü.
İsrail’in, Filistinlilere bölgeden ayrılma imkânı vermediğine bakarak en azından şimdilik onları yerinden etmek gibi bir amaç gütmediğini söyleyebiliriz. Öte yandan, ölü sayısı binlere, on binlere yükseldiğinde, İsrail, Filistinlilerin daha fazla soykırım yaşamamak için kaçmasına izin verebilir ve bu durumda uluslararası toplum tarafından cömertliğinden ötürü övülebilir.
Ateşkesin sürdürülemez olmasının ikinci nedeni ise daha derinlikliydi. İsrail, siyasi bir uzlaşıya varmaya ve toprakları paylaşmaya gönülsüz olduğu, ABD ile aynı tarafta yer aldığı ve akan Filistin kanı İsrail toplumunda siyasi bir itibar kaynağı olduğu sürece, Filistinlilerin direnmekten başka çareleri yoktur. Fiistinliler açlıktan kırılmasa ve bombalanmasa, yerlerinden edilmelerine ve sömürgeleştirilmelerine karşı daha etkili biçimde direnebilirler. İsrail’in Filistin direnişini kırmaya yönelik olarak attığı her bir adım, bir soykırım mantığını da beraberinde getiriyor. Filistinliler abluka altındaydı. Şimdiyse bombalanıyorlar ve toprakları işgal ediliyor. Filistinliler topraklarından dışarı atıldıklarında ve komşu ülkelere yerleştiklerinde, bu defa da oradaki mülteci kamplarında saldırya uğradılar. Aslında Gazze halkı çoğunlukla, bugün İsrail olarak bilinen topraklardan sürülmüş olan mültecilerden oluşuyor. Eğer bu insanlar Gazze’den Mısır’a kovulursa, İsrail’i bu kez Filistinlilere Mısır’da saldırmaktan ne alıkoyacak? İki kere yerinden edilmek, bir kere yerinden olmaya göre daha mı fazla güvence sağlıyor?
Ateşkes bittiğinde, İsrail artık savaştaydı. Bu, tercih edilerek girişilen bir savaştı ve kapsamlı diplomatik ve askeri hazırlıklara dayanıyordu.
Diplomatik senaryo birçok açıdan İsrail’in yararınaydı. Filistin daha da çok bölünmüştü. Filistin Yönetimi’nin (FY) İsrail’le işbirliği içinde olduğu Batı Şeria, Mahmut Abbas’ın kontrolündeydi. FY iktidarda tutuluyordu, çünkü seçilmiş Hamas milletvekilleri ya FY ya da İsrail hapishanelerinde tutuluyordu; çünkü İsrail güvenlik güçleri ve FY, Batı Şeria’da her hafta çok sayıda insanı tutukluyordu. Gazze ise seçilmiş Hamas yönetimince idare ediliyordu. İsrail tek bir düşmana odaklanabilir ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin bastırılması işini FY’ye bırakabilirdi. İsrail son haftalarda Batı Şeria’da yüzlerce çocuğu tutuklamış ve çok sayıda göstericiyi vurarak öldürmüştür. Fakat bu ihlaller artık rutinleşti ve bir kerede bir düzine insanın öldüğü Gazze’deki daha görkemli katliamların yanında pek anılmaz oldu. Lübnan’daki Hizbullah’ı –ki 2006’da İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü bir dizi katliamı ve boğma harekâtını (“Yaz Yağmurları”) kesintiye uğratabilmişti– Filistinlilere yardım etmekten alıkoyan iç sebepler var. Hizbullah’ın tepki göstermesi, İsrail’in yeni bir hava saldırısıyla Lübnan’da daha binlerce can kaybına yol açabilir ve Hizbullah’ın buna karşı hiçbir savunması yok. Mısır ise İsrail’le hiç olmadığı kadar sıkı bir işbirliği içerisinde; Refah geçiş noktasını kapalı tutuyor ve resmi olarak Hamas’ı kendi halkının katledilmesine yol açmakla suçluyor. Hamas’a göre, Mısır, İsrail’in bir saldırı planlamadığını bildirdi ve bu sayede İsrailliler sürpriz bir saldırı düzenleyerek hava saldırısının daha başlangıcında, tek bir gün içerisinde 200’den fazla Filistinliyi katletme fırsatı bulabildi. İsrail, her zaman olduğu gibi, ABD’nin kayıtsız şartsız siyasi desteğine sonuna kadar güveniyor ve bu destek dünyadaki herhangi bir gücü somut bir müdahalede bulunmaktan caydırmak için yeterli görünüyor. Venezuela ve Bolivya gibi en ilerici ülkelerinde de aralarında bulunduğu birçok ilerici hükümet bu vahşeti kınadı; ancak İsrail’e karşı hiçbir diplomatik tecrit girişiminde bulunmadı ya da İsrail’i durduracak stratejinin bir parçası olabilecek boykot/yatırımları geri çekme/yaptırımlar üçlüsünden herhangi birisini desteklemedi. Dünyanın bazı yerlerinde daha önce görülmemiş büyüklükte sokak gösterileri yapıldı. Fakat Irak işgaline karşı yapılan 15 Şubat 2003 protestoları nasıl küçümsenip görmezden gelindiyse, resmi ağızlardan politik bir beyanatta bulunulmadıkça bu gösteriler de aynı şekilde sonuçlanacak.
Askeri açıdan bazı temel noktalar var: Mevcut ihtilafı “savaş” olarak adlandırmak bir tanımdan çok, analoji kurmak olur; çünkü “savaş” kelimesi halihazırda orduların savaş alanında çarpışıp bir toprak üzerinde hak iddia etmesi fikrini çağrıştırıyor. İsrail tüm savaş gereçlerine sahip, ama karşısında savaşacağı bir ordu yok. İstediği yeri ele geçirebilir ve buna karşı koyan herkesi öldürebilir. İstediği an Filistinlilerin yaşadığı yerleri vurabilir, yok edebilir ya da hedef alabilir. Gazze’deki El Mezan Merkezi’nin 31 Aralık 2008 tarihli listesine göre, o tarihe kadar (41’i çocuk) 315 kişi öldü; (85’i çocuk) 939 kişi yaralandı ve 112 ev, 7 cami, 38 özel sanayi ve tarım işletmesi, 16 okul, 16 hükümet binası, 9 yardım kuruluşu bürosu ve 20 güvenlik tesisi vuruldu. 31 Aralık 2008 tarihli Filistin İnsan Hakları Merkezi rakamlarına göre ise (33’ü çocuk) 334 kişi öldü; (218’i çocuk) 966 kişi yaralandı; 37 ev, 67 güvenlik merkezi, 20 atölye vuruldu. Diğer yandan Batı Şeria’ya yönelik 40 İsrail saldırısı sonucunda 3 Filistinli öldü ve daha yüzlercesi tutuklandı veya kaçırıldı.
Uluslarası Ortadoğu Medya Merkezi’nin internet sitesini gözden geçirirsek, aşağıda İsrail’in saldırılarını başlattığı günden bu yana yok ettiği bazı hedefleri görebiliriz:
27-28 Aralık 2008
-Filistin polis merkezi
-Refah polis karakolu
-Saraya güvenlik karargahı
-Beyt Hanun belediye binası
-Refah valilik ofisleri
-Gazze şehrindeki bir polis cipi
-Filistin Mahpuslarla İlgili İşler Bakanlığı
- El Karara’daki seralar
-Gazze’deki yardım ofisleri
-Bir tıbbi malzeme deposu
-Refah’taki bir benzin istasyonu
-Refah’taki bir akaryakıt kamyonu
-Gazze şehrindeki bir polis karakolu (El Şucaya)
-Gazze şehrindeki El Şifa hastanesi
-Gazze şehrindeki evler ve Cebaliya mülteci kampı
-Hamas'ın Gazze şehrindeki El Aksa TV istasyonu
-Hamas'ın Han Yunus’daki Asda basın bürosu
-Refah’taki tüneller
-Gazze/ Tel El Hava’da bir apartman
-Nuseyrat mülteci kampındaki bir araba
-Gazze’deki İslam Üniversitesi (kız öğrenci yurdu dahil birkaç bina)
-Cebaliye’de bir cami
-Gazze sahilindeki bir balıkçı iskelesi
29 Aralık 2008
-Cebaliye’de bir ev (5 kız çocuğu öldü, evdeki çocukların tümü)
-Gazze şehri El Zeytun mahallesinde bir demir atölyesi
-Han Yunus’ta bir ev
-Abasan kentinde bir ev
-Gazze’deki İçişleri Bakanlığı
30 Aralık 2008
-Bakanlıklar
-Gazze şehrindeki Halk Direniş Komiteleri merkezi
-Beyt Lahiya’da bir ev
-Gazze’nin kuzeyinde başka bir yakıt kamyonu
-El Karara’daki BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü’ne ait okul
-Refah’ta evler
-Cebaliye’de bir ev
-Tel El Hava’da bir spor kulübü
-Beyt Hanun’da bir polis karakolu
-Beni Suheyla Belediye Meclisi
-El Kassam Tugayları’nın eğitim sahaları
-El Bureyc’deki Ömer Bin El Hattab Camii
-Gazze’nin kuzeyindeki El Hulafa Camii
-Gazze’nin kuzeyindeki valilik bürosu
-Gazze/ Tel El Hava’daki bakanlıklar tamamen yok edildi. (Maliye, İçişleri ve Eğitim Bakanlıkları dahil)
-Önceden Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a sadık 17. Kuvvet tarafından kullanılan bir askeri kamp
-Gazze şehrinde bir süthane
-Beyt Lahiya’da bir atölye
-Gazze’nin kuzeyinde başka bir ev (iki çocuk öldü)
-Refah-Mısır sınır geçiş noktası
-El Miğraka’da bir El Fetih liderinin evi
-Beyt Hanun’da bir ev (iki çocuk öldü)
-El Mağazi mülteci kampındaki bir ev
31 Aralık 2008
-Gazze şehrindeki ambulanslar (bir doktor, şoför ve sağlık görevlisi öldü)
-Gazze şehrindeki oksijen dolum tesisi (Gazze’deki hastahaneler tarafından kullanılmakta)
1 Ocak 2009
-Gazze şehrindeki Filistin Yasama Konseyi
- Gazze şehrindeki Eğitim Bakanlığı
-Gazze şehrindeki Adalet Bakanlığı
-Nuseyrat mülteci kampındaki bir ev
-Refah’ta bir atölye
-Refah’ta bir piknik alanı
-Refah'taki tüneller
-Refah’ta bir klinik
-El Mağazi’de bir ev
-Nizar Rayan'nın evi. Karısı, çocukları ve kendisi öldü. (16 kişi)
2-3 Ocak 2009
-El Karara’daki bir apartman
-Cebaliye’de bir ev (iki çocuk öldü)
-El Bureyc mülteci kampındaki bir ev
-Cebaliye’de bir cami
-Gazze şehrindeki Amerikan Okulu
-El Şucaya’da bir ev
-Gazze şehrinde bir ev
-Gazze şehrindeki balıkçı tekneleri
-Gazze Vadisi köprüsü üzerindeki bir araba
-Gazze’de bir polis karakolu
-Gazze’de en az 20 ev
İsrail’in bombalama stratejisi, aynı hedefleri tekrar tekrar vurmaktır. Bu, sadece altyapı üzerinde daha kalıcı bir hasar yaratmakla kalmıyor; daha önceki saldırıda yaralanan mağdurlara yardım etmeye çalışan sağlık görevlileri ve bölge sakinlerinin de ayrıca kayıplar vermesine neden oluyor.
İsrail’in hamlelerini karşı tarafın ordusu değil, iki siyasal kaygı kısıtlıyor: İlk olarak, İsrail diplomatik tecrite uğrama tehditiyle karşılaşmadan kaç kişiyi öldürebilir? İsrail bu sorunu, ABD’nin Irak’ta yaptığı gibi, gazeteci ve gözlemcileri bölgeye sokmayarak çözmeye çalışıyor. İsrail, kara harekatıyla birlikte İsrailli muhabirler de dahil kimseyi Gazze’ye sokmayarak tam bir karartma stratejisi uyguladı. Yoğun istihbaratını ve kullandığı silahların hassasiyetini düşünürsek, İsrail’in ölü sayısını belirli bir kesinlikle belirleyebilecek bir güce sahip olduğunu söyleyebiliriz. En azından şu anda meydana gelen ölümlerden bazıları, sınırları zorlayıp İsrail’in hiçbir ciddi tepki çekmeden ne kadar ileri gidebileceğini görmek için planlanmışa benziyor.
İsrail’in ikinci kaygısı ise şu: İsrail ordusunun askeri kayıpları, İsrail halkının savaşa olan desteğini ortadan kaldırmayacak kadar düşük bir seviyede tutulabilir mi? İsrail bu ikinci soruna çözüm olarak, uzak mesafeden hasar verebilmek için hava gücünü ve toplarını kullanıyor. Kara harekatını da bu nedenle gece gerçekleştirdi. İsrail, Gazze’nin elektrik altyapısını çok uzun süre önce ortadan kaldırdığı için kızılötesi gözlükleriyle gece görüş yeteneğine sahip olan İsrail askerleri karşısında Gazzeliler, ister siviller isterse sivilleri savunmaya çalışan başka birileri olsun, tam bir karanlık içindeler.
İsrail’in aktif haldeki ordusu yaklaşık 170.000 kişiden oluşuyor. Tam bir seferberlik halinde, 17-49 yaş arasında askeri hizmete uygun 2,4 milyon insana sahip oluyor. Ayrıca herkes belli bir miktar askeri eğitim görmüş durumda. İsrail’in askeri bütçesi, mevcut gayri safi milli hasılasının yüzde 9’unu oluşturuyor; bu da yaklaşık 18,7 milyar doları buluyor. ABD’den İsrail’e, yıllık 3 milyar dolara yakın para geliyor. İsrail, 1.000 kadar ana savaş tankına, 1.500 adet düşük nitelikli tanka, 1,000’in üzerinde topa, 500’ün üzerinde savaş uçağına, 200 kadar helikoptere, 13 savaş gemisine ve 3 denizaltıya sahip. Son derecede gelişmiş insansız hava araçları var; ayrıca havadan çekilen fotoğraflar ve uydular sayesinde çok kesin istihbarat elde edebiliyor.
Hamas temel olarak siyasi bir örgüt olmasına karşın, roket ve patlayıcı üretip militanlarını hafif silahlarla eğitebilecek kapasitede bir askeri kola sahip. Hizbullah, 2006’da Lübnan’da İsrail kara birliklerine karşı belirli bir başarı sağlamıştı; ancak bu kısmen sahip olduğu silahlar sayesinde gerçekleşmişti. İsrail tanklarına anti-tank füzelerle hasar verebilmiş ve gece görüş gözlükleri sayesinde İsrail askerleriyle gece savaşabilmişlerdi. Ancak Hamas’ın bu tür silahlar elde edebilmesinin neredeyse hiçbir yolu yok. 2002’de Filistinli militanlar Cenin’i İsrail kuvvetlerine karşı savunurken bazı patlayıcılar üretebilmişlerdi; ama mühimmat ve erzakları bitti ve sonunda İsrail, kampın merkezini buldozerlerle dümdüz edince tamamen yenilgiye uğradılar.
Mevcut durumu “savaş” olarak adlandırmak temelde mecazi bir anlam taşıdığı için, sivil kaybın zıttı olan “askeri kayıp” kavramı Filistin tarafı düşünüldüğünde pek bir anlam taşımamaktadır. Eğer bir asker, hatta bir militan savaşta öldürülürse, askeri kayıp sayılır. Eğer aynı asker kendi evinde kilometrelerce uzaktan fırlatılmış bir füze ya da top mermisi yüzünden ölürse, bir suikast kurbanı haline gelir. Eğer söz konusu askerin tüm ailesi ve başkaları sırf bu askerin yakınında oldukları için ölürse, o zaman bu insanlar cinayet kurbanı olur. Bunu tanımlayacak başka sözcükler bulunabilir; mesela: “yan hasar. Ancak cinayet en uygun sözcüktür ve eğer Filistinlilere karşı bu kadar yaygın bir ırkçılık olmasaydı cinayet işlendiği gayet açık olurdu.
İsrail, kurbanların kaçının “militan”, kaçının “sivil” olduğu üzerine tahminler yürüterek bizleri insanlıktan çıkmaya davet ediyor. Bu oyunda, İsrail öldürdüğü herkesin militan olduğunu iddia ediyor ve militan olmayanları da sivillerin arasına saklanan militanların kurbanları olarak tanımlıyor. BM ise öldürülenlerin beşte birinin sivil olduğu tahmininde bulunarak oynanmakta olan bu oyunun kurallarını kabul etmiş oluyor. Ardından detaylar üzerine ayrıca tarşılabilir. Ancak öldürülenler Filistinli olmasaydı, hiç kimse bu oyunu kabul etmezdi. Hiç kimse Hamas roketlerinin ya da önceki yıllardaki intihar saldırılarının kurbanlarını sınıflandırmaya çalışmıyor. Şüphesiz bunların birçoğu aktif görevde olmayan askerlerdi, çünkü İsrail’de sürekli bir seferberlik hali var. Ama herkes onların sivil olduğunu ve öldürülmelerinin suç (en azından terörist bir eylem) olduğunu biliyordu. Çoğu kişi takdir eder ki, bir kafeteryada meydana gelen intihar saldırısının kurbanlarını aktif veya yedek asker olarak gruplandırmak iğrenç bir şeydir. Ancak aynı mantığı, pazaryerindeki, okuldaki, hastahanedeki veya üniversitedeki Filistinlileri kapsayacak şekilde genişletmeye kalktığınızda başarısız olursunuz. Bu Filistinlilerin hepsi –aksi kanıtlanana dek– meşru cinayet hedefleridir (ve İsrail aksini kanıtlamak için başvurulabilecek kanıtları hiçkimsenin görmesine izin vermemektedir).
Hamas’ın askeri yeterliliği belirsiz olsa da, Gazze işgali hiç de 2006’da Lübnan’da yaşananların bir tekrarı olacağa benzemiyor. Filistinliler savaş için hazır olabilirler veya kaybedecek çok az şeyleri olabilir; ancak İsrail’in silahlarıyla asla baş edemezler. Aslına bakarsanız İsraillilerin Lübnan’da bu kadar şaşkına dönmesinin sebebi, o güne kadar hep hafif silahlanmış ve çaresiz düşmanlarla savaşmaya alışmış olmalarıydı. İsrail Gazze’yi nasıl işgal etmesi gerektiğini biliyor. 2005’teki “geri çekilme”den önce İsrail kuvvetleri tahkim edilmiş yerleşimlerden harekete geçerek faaliyet gösteriyordu ve kuzey-güney yönündeki üç ana yolu zırhlılarla kapatarak Gazze’yi üç parçaya bölmüşlerdi. Gazze’nin her karışını gözetlemek ve isterlerse çocuklar dahil halkı keskin nişancılarla vurabilmek için kapsamlı hava gözetleme araçlarını ve kulelerdeki kameraları kullandılar. Önce top atışları ve hava saldırıları düzenliyor, sonra evleri ve mahalleri yıkmak üzere hava desteği ve ahır zırhlı kuvvetler eşliğinde üslerinden çıkıyorlardı. Savaş helikopterleri –Hizbullah’ın tersine herhangi birisini vurma kapasitesine sahip olmayan– hafif silahlı militanların adım atmasına izin vermiyordu. Misket bombalarıyla istedikleri gibi yasak bölgeler yaratıp mayınlı alanlar oluşturabiliyorlardı. Bu saldırılar, incecik Gazze şeridinin büyük bir kısmını yaşanmaz duruma getirdi ve bu toplama kampını iyice sıkışık hale soktu.
Eğer her şey şu an olduğu gibi İsrail’in istediği şekilde giderse, diğer soru şu olacak: İsrail kazanırsa ne yapmaya karar verecek? Muhtemelen birçok tüneli yok edecek ve bölgeyi işgal ederek roketleri susturacak. Ayrıca büyük ihtimalle tek tek evleri arayıp katliamlar yapacak ve seçilmiş Hamas liderlerini yakalama veya öldürme girişimlerinde bulunacak. Çoğu ülke Hamas hükümetini tanımayı reddediyor ve İsrail’in Hamas’ın bir terör örgütü ilan edilmesi talebine boyun eğiyor. Böylece ortada Hamas liderlerinin yaşamlarını koruyacak hiçbir engel kalmıyor; aynı şey, onlara oy veren (ya da vermeyen) insanların hayatı için de geçerli. İsrail, Gazze’yi yeniden işgal eden askerleri sayesinde yüce görevine geri dönebilecek: altyapısı bu kez çok daha büyük bir hasara uğramış olan Filistin halkının aç bırakılması. Alex de Waal’ın Darfur hakkında söylediği gibi “aç bırakmak” geçişli bir fiildir, bir insanın bir diğerine yaptığı bir şeyi belirtir.
Yazar Hakkında:
Justin Podur, Toronto’da yaşayan bir yazardır. Podur, 2002’de Gazze’deydi. Blog: http://www.killingtrain.com.