George Bush politik olarak güç durumda mı? Eğer öyleyse neden?
Noam Chomsky: Ülke içerisinde muhalif bir siyasi parti olsaydı, George Bush çok güç bir durumda olurdu. Hemen her gün kendilerini ayaklarından vuruyorlar. Çağdaş Amerikan siyasetiyle ilgili asıl çarpıcı gerçeklik ise, Demokratlar’ın bundan hemen hiçbir kazanç elde etmediği. Elde edebildikleri tek kazanç, Cumhuriyetçiler’in toplumdaki desteklerini kaybetmesi. Bir kez daha söylüyorum, bir muhalefet partisi bu fırsatı değerlendirirdi; fakat Demokratlar Cumhuriyetçiler’in politikasına o kadar yakın ki, bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmiyor. Irak’la ilgili bir şeyler söylemeye çalıştıklarında, George Bush ya da Karl Rove onlara dönüyor ve diyor ki, “Nasıl olur da Irak politikasını eleştirebilirsiniz? Hepiniz bunun için oy verdiniz.” Ve, evet aslında haklılar.
Bu tuzağa çoktan düştükleri göz önüne alındığında Demokratlar bu noktada kendi farklılıklarını nasıl ortaya koyabilirler?
Demokratlar, anketleri benden ve liderliklerinden daha fazla okuyorlardır. Kamuoyunun ne düşündüğünü biliyorlar. Kamuoyunun desteklediği bir konuma karşı çıkacaklarına, böyle bir konum benimseyebilirler. O zaman bir muhalefet partisi ve çoğunluk partisi olabilirler. Fakat o zaman hemen her konudaki duruşlarını değiştirmeleri gerekecektir.
Bir tanesi söyleyelim, örneğin sağlık sistemini ele alalım. İnsanlar için muhtemelen ülke içindeki en önemli sorun. Toplumun büyük bir çoğunluğu, şu ya da bu türden bir ulusal sağlık sistemini destekliyor. Ve bu uzun zamandan beri var olan bir gerçek. Fakat bu konu ne zaman gündeme gelse – basında bu sorundan zaman zaman bahsediliyor – bunun politik olarak imkansız olduğu ya da “politik destekten yoksun” olduğu söyleniyor. Bu da, sigorta sektörünün bunu istemediğini, ilaç sektörünün ve başkalarının bunu istemediğini söylemenin başka bir yolu. Tamam, nüfusun büyük bir çoğunluğu bunu istiyor, fakat onları umursayan kim? Evet, Demokratlar da aynı. Clinton biraz gülünç bir sistemle ortaya çıktı. O kadar karışıktı ki ne olduğunu anlayamıyordunuz ve başarısızlığa uğradı.
Kerry son seçimde, seçimler için katıldığı son tartışmada, tarih sanırım 28 Ekim idi, konu iç meseleler üzerineydi. Ve New York Times sonraki gün bu konuda iyi bir haber yaptı. Doğru bir şekilde, Kerry’nin hükümetin sağlık sistemine herhangi bir muhtemel katılımını hiçbir zaman gündeme getirmediğini, çünkü “politik destekten yoksun olduğunu” vurguladığını söylüyordu. Politik destek demek, onların söyleyiş biçimine ve Kerry’nin anlayışına göre varlıklı ve güçlülerden gelecek destek demek. Evet, Demokratlar mutlaka böyle olma zorunda değiller. Halkın çıkarlarına ve ilgilerine dayanan bir muhalefet partisi de tasavvur edebilirsiniz.
İki partinin dış politikalarında önemli bir farkın olmadığı göz önüne alındığında…
Ya da iç politikada.
Evet ya da iç politikada. Fakat ben bunu bir dış politika sorusu olarak tasarlıyordum. Amerika Birleşik Devletleri’nde kalıcı bir savaş durumu mu inşa ediliyor?
Öyle düşünmüyorum. Kimse aslında savaş istemez. İstediğiniz şey zaferdir. Örneğin, Orta Amerika’yı düşünün. 1980’lerde Orta Amerika kontrol dışına çıkmıştı. ABD Nikaragua’da acımasız bir terörist savaş yürütmek zorundaydı, El Salvador, Guatemala ve Honduras’ta cani terörist devletleri desteklemek zorundaydı, fakat bu bir savaş durumuydu. Tamam, teröristler başarı kazandı. Şimdi Orta Amerika’da şu veya bu düzeyde barış var. Bu yüzden artık Orta Amerika’yla ilgili bir şey dahi okumuyorsun, çünkü orada barış var. İnsanlar acı çekiyor ve zavallı durumdalar, ama yine de barışçıl bir durum var. Bundan dolayı, ortada bir savaş durumu yok. Aynı şey başka yerler için de geçerli. Eğer insanları kontrol altında tutabiliyorsanız, ortada bir savaş durumu olmaz.
Örneğin Rusya ve Doğu Avrupa’yı ele alın. Rusya, Doğu Avrupa’yı neredeyse çok az askeri müdahaleyle yarım yüzyıl boyunca idare etti. Zaman zaman Doğu Berlin’i, Macaristan’ı, Çekoslovakya’yı işgal etmek zorunda kaldılar, fakat çoğu zaman ortam barışçıldı. Ve her şeyin yolunda gittiğini düşündüler – yerel güvenlik güçlerine, yerel politik şahsiyetlere dayanarak idare edersen hiçbir sorun olmaz. Bu kalıcı bir savaş durumu değildir.
Teröre Karşı Savaşta, bir taktiğe karşı zafer kazanmak nasıl tanımlanır? Bir zafere ulaşamazsınız bile.
Ölçüm yolları vardır. Örneğin, terörist saldırıların sayısını ölçebilirsiniz. Evet, terörist saldırılar Bush yönetimi altında, özellikle de Irak savaşından sonra ise keskin biçimde arttı. Bu beklenen bir gelişmeydi; istihbarat örgütleri Irak savaşının terör ihtimalini yükselteceğini tahmin ettiler. Ve CIA’in, Ulusal İstihbarat Konseyi’nin ve başka istihbarat örgütlerinin işgal-sonrası tahminleri de tam olarak bu yöndedir. Evet, terörü arttırdı. Aslında, daha önce hiç var olmayan bir şey yarattı: kendi ülkelerine dönmeleri için profesyonel teröristlerin yetiştirildiği, Afganistan’dan çok daha modern, teröristler için yeni eğitim alanları. Evet, terörü arttırarak da Teröre Karşı Savaş’la uğraşabilirsiniz, bu da bir yöntemdir. Ve açık ölçüye, yani terörist saldırıların sayısına göre, evet, bunlar terörü arttırmakta başarılı oldular.
Sorunun gerçek yönü ise şu: Teröre karşı bir Savaş filan yürütüldüğü yok. Bu, onlara göre önemsiz bir mesele. Bu yüzden, Irak’ı işgal etmek ve dünyanın enerji kaynaklarını kontrol altına almak terör tehdidinden çok daha önemli. Ve bu başka şeyler için de aynıyı geçerli. Örneğin, nükleer terörü ele alalım. Amerikan istihbarat sistemleri, bir “kirli bomba”nın, Birleşik Devletler’e kirli bir nükleer bombayla saldırı düzenlenmesi ihtimalinin önümüzdeki on yılda yüzde 50 olduğunu tahmin ediyorlar. Evet, bu oldukça yüksek bir ihtimal. Bununla ilgili bir şey yapıyorlar mı? Nükleer silahların yaygınlaşmasını arttırarak, nükleer tehdidi arttırıyorlar; çünkü böylelikle, Amerika’nın artan tehditlerine karşılık vermeye çalışan potansiyel rakiplerini çok tehlikeli önlemler almaya zorluyorlar.
Hatta bu bazen tartışılıyor. Stratejik analiz literatüründe bunu bulabilirsiniz. Örneğin, yeniden Irak işgalini alalım. Bize kitle imha silahı bulmadıklarını söylemişlerdi. Bu tam olarak doğru değil. Kitle imha silahlarını buldular, yani 1980’ler boyunca Birleşik Devletler, Britanya ve başkaları tarafından Saddam’a gönderilen silahları buldular. Bu silahların birçoğu hâlâ oradaydı. BM denetçilerinin kontrolü altındaydılar ve parçalara ayrılıp yok ediliyorlardı. Fakat birçoğu hâlâ Irak’ta mevcuttu. ABD işgal ettiğinde denetçiler kovuldu ve Rumsfeld ve Cheney de birliklerine bu üsleri korumalarını söylemediler.
Bu yüzden, üsler korumasız bırakıldı ve sistemli biçimde yağmalandı. BM denetçileri çalışmalarına uydu aracılığıyla devam etti ve sistemli biçimde yağmalanan 100’ün üzerinde üs tespit edildi. Bu yağmalar öyle birilerinin içeri girip bir şeyler çalması şeklinde değildi; dikkatli, sistemli biçimde yapılan yağmalardı.
Yani, ne yaptığını bilen insanlar tarafından mı yapılıyordu?
Evet, ne yaptığını bilen insanlar tarafından yapılan yağmalardı. Bunun anlamı şu ki, yağma yapanlar nükleer silahlar ve füzeler, tehlikeli biyotoksinler, her türlü silah için kullanabileceğiniz yüksek hassasiyete sahip teçhizatları aldılar. Kimse bunların nereye gittiğini bilmiyor, fakat bu konuda düşünmekten nefret ediyorsunuz. Evet, bu terör tehdidini esaslı şekilde yükseltiyor.
Rusya, Bush’un programlarına tepki olarak saldırıya dönük askeri kapasitesini ciddi biçimde artırdı. Bu da yeterince tehlikeli bir şey, fakat Ruslar saldırıya dönük kapasitede açısından ezici ABD egemenliğine karşı koymaya çalışıyorlar. Nükleer füzeleri kendi topraklarındaki çok geniş alanlara çoğu zaman korumasız şekilde yerleştirmeye zorlanıyorlar. Ve CIA, Çeçen isyancıların Ruslar’ın demiryolu donanımlarını dikizlediğini gayet iyi biliyor. Bunu muhtemelen nükleeer füzeleri çalma amacıyla yapıyorlar. Evet bu kıyamet olabilir. Fakat Bush yönetimi tehdidi arttırmakla meşgul. Çünkü bunu pek fazla umursamıyorlar.
Aynı şey küresel ısınma için de geçerli. Bush yönetimindekiler aptal değiller. Ciddi bir felâket tehdidini arttırdıklarını biliyorlar. Fakat bu, bir ya da iki kuşak sonra gerçekleşecek. Kimin umurunda? Bush’un yönetim politikalarını belirleyen temelde iki ilke var: zengin arkadaşlarının ceplerini dolarlarla doldur ve dünya üzerindeki hakimiyetini artır. Hemen her şey buna uygun olarak yapılıyor. Eğer bir şekilde dünyayı havaya uçurursanız, evet, bildiğiniz gibi, bu onların derdi değildir. Rumsfeld’in dediği gibi, böyle şeyler olur.
Vietnam’dan bu yana ABD’nin dışa yönelik saldırgan savaşlarını takip ediyorsunuz ve şimdi de Irak’tayız. Ortaya çıkan fiyasko göz önüne alındığında bundan sonra ABD dış politikasında herhangi bir radikal değişim olması ihtimali var mı? Eğer olursa, bu nasıl bir değişiklik olur?
Evet, gözle görülür değişimler var. Örneğin Irak savaşını 40 yıl önceki Vietnam savaşıyla karşılaştırın. Oldukça önemli bir değişim var. Irak savaşına muhalefet, çok daha feci bir savaş olan Vietnam’daki savaşa kıyasla çok daha fazla. Sanırım, Irak, ABD’nin de içinde bulunduğu Avrupa emperyalizmi tarihinde savaş resmi olarak başlatılmadan önce kitlesel protestoların olduğu ilk savaş. Vietnam’da gözle görülür protestoların başlaması dört ya da beş yıl aldı. Protesto o kadar zayıftı ki, hiç kimse Kennedy’nin 1962’de Güney Vietnam’a saldırdığını hatırlamıyor ya da bilmiyor. Çok ciddi bir saldırıydı. Nihayetinde protestoların gelişmesi yıllar almıştı.
Sizce Irak’ta neler yapılmalı?
Evet, Irak’ta yapılması gereken ilk şey neler sürüp gittiği hakkında ciddi olmak. Bunu söylediğime üzgünüm, ama politik yelpazenin hiçbir yanında geri çekilme sorunuyla ilgili hemen hiç ciddi tartışma yok. Bunun sebebi Batı’da katı bir doktrin olmamız. Bu, dini bir fanatizm ve bizim şuna inanmamız gerektiğini söylüyor: Irak’ın temel üretimi lahana ya da salamura olsaydı ve dünyanın petrol kaynakları da Orta Afrika’da olsaydı bile Birleşik Devletler Irak’a saldırırdı. Buna inanmayan herhangi biri, bir komplo teorisyeni, Marksist, deli ya da başka bir şey olmakla mahkum ediliyor. Evet, siz de biliyorsunuz ki işleyen üç gri hücreniz bile varsa, bunun tam anlamıyla saçma bir şey olduğunu bilirsiniz. ABD Irak’a saldırdı, çünkü çoğu hâlâ çıkarılmamış çok büyük petrol rezervleri var ve tam dünya enerji sisteminin kalbinde. Bu şu anlama geliyor: ABD, Irak’ı kontrol altına almayı başarırsa, kendi stratejik gücünü muazzam biçimde genişletir. Zbigniew Brzezinski bunu, Avrupa ve Asya üzerinde canalıcı bir manivela gücüne sahip olmak olarak adlandırıyor. Evet, petrol rezervlerini kontrol etmek temel sebep bu - sizi stratejik güç yapar. Eğer yenilenebilir enerjiye sahip olsanız bile, yine de bunu yapmak isterseniz. Irak’ın işgal edilmesinin sebebi bu, çok önemli bir sebep.
Şimdi geri çekilmeyle ilgili konuşalım. Herhangi bir günün gazete veya dergisini ele alalım. Birleşik Devletler’in egemen demokratik bağımsız bir Irak oluşturmayı amaçladığını söylemekle işe başlıyorlar. Şunu söylemek istiyorum, bu uzak bir ihtimal bile olabilir mi? Bağımsız egemen bir Irak’ın politikalarının nasıl olabileceğini bir düşünün. Az çok demokratik olursa, Şii bir çoğunluğa sahip olacaktır. Doğal olarak da İran’la, Şii İran’la bağlantılarını geliştirmeyi isteyecekler. Din adamlarının çoğu İran’dan geliyor. Esas itibariyle Güney’i idare eden Bedir Tugayları İran’da eğitiliyor. Yakın ve önemli ekonomik ilişkileri var, ki bu daha da artacak. Bu yüzden, gevşek bir Irak/İran ittifakı ortaya çıkacaktır. Dahası, sınırın öte yanı Suudi Arabistan’da, ABD destekli fundamentalist despotluğun sert biçimde baskı uyguladığı Şii bir nüfus var. Ve Irak’ta bağımsızlığa doğru giden herhangi bir hareketlenme kesinkes onları da harekete geçirecektir, ki bu zaten oluyor. Bu Şii nüfus ise, Suudi Arabistan petrolünün çoğunun bulunduğu yerde yaşıyor. Evet, Washington’daki nihai kabusu tam olarak hayal edebilirsiniz: dünya petrolünün çoğunluğunu kontrol eden, Washington’dan bağımsız ve muhtemelen yüzünü, kendisiyle ilişki kurmak için sabırsızlanan ve halihazırda bu yönde adımlar atan Çin’in ve başkalarının bulunduğu Doğu’ya dönmüş gevşek bir Şii ittifakı. Bu tahayyül bile edilemeyecek bir şeydir. ABD, halihazırdaki koşullarda, buna izin vermemek için nükleer savaşa girer.
Şimdi, Irak’tan geri çekilmeyle ilgili herhangi bir tartışmanın gerçek dünyayı, en azından bu meseleleri dikkate alması gerekir. Sadece Birleşik Devletler’de politik yelpazenin her yanında yapılan yorumlara bakın. Bu meselelerin tartışıldığına ne kadar tanık oluyorsunuz? Siz de biliyorsunuz ki, hemen hemen hiç bu meselelere değinilmiyor. Bu da demek oluyor ki, tartışma Mars’ta yapılıyor. Ve bunun iyi bir sebebi var. Liderlerimizin rasyonel emperyal çıkarları olduğunu kabul etmemize izin verilmiyor. Onların iyi kalpli ve ne yaptığını bilmeyen insanlar olduklarına inanmamız bekleniyor. Fakat öyle değiller. Akılları tamamen başlarında. Başka herkesin anlayabildiğini anlayabiliyorlar. Bu yüzden geri çekilmeyle ilgili konuşmada ilk adımın şu olması gerekir: Bush’un demokrasi veya benzeri bir vizyonun peşinden gittiği hayali durumu değil, reel durumu düşünün. Gerçek dünyayı algılayabilirsek, onunla ilgili konuşmaya başlayabiliriz. Evet, geri çekilmemiz gerekiyor; fakat bu konuyu gerçek dünyada konuşmalı ve Beyaz Saray’ın ne düşündüğünü bilmeliyiz. Onlar hayal aleminde yaşamaya istekli değiller.
ABD Çin ile bir süper güç olarak nasıl baş edecek?
Çin ile olan problem nedir?
Örneğin, kaynaklarla ilgili rekabet.
Evet, pazara inanıyorsanız, yani bizden bekledikleri şekilde inanıyorsanız, o zaman pazar yoluyla kaynaklar için rekabet edin, olur biter. O zaman sorun nedir? Sorun, Birleşik Devletler’in pazarın işleyiş tarzını beğenmemesi. Evet, bu çok kötü. Kaybeden taraf siz olduğunuzda, pazarın işleyiş tarzını kim beğenir ki? Çin bir tehdit oluşturmuyor. Biz onu bir tehdit haline getirebiliriz. Eğer siz Çin’e karşı askeri tehditleri artırırsanız, o zaman onlar da cevap verir. Ve onlar da zaten bunu yapıyor. Askeri güçlerini, saldırıya dönük askeri kapasitelerini tesis ederek cevap verecekler ve bu bir tehdittir. Evet, bu yüzden biz onları bir tehdit olmaya zorlayabiliriz.
40 yıldan fazla bir süredir sürdürdüğünüz politik aktivizmde en fazla pişman olduğunuz şey nedir? Neyi daha farklı bir biçimde yapmak isterdiniz?
Daha fazlasını yapmak isterdim. Çünkü sorunlar o kadar ciddi ve kahredici ki bu konuda daha fazlasını yapmamak utanç verici.
Size umut veren nedir peki?
Aslında bana umut veren kamuoyu. Birleşik Devletler’de kamuoyu çok iyi incelenmiş bir alandır, bu konuda çok şey biliyoruz. Çok az haber yapılıyor, ama biliyoruz. Ve bildiğiniz gibi, ben pek çok konuda kamuoyunun ana akım kesimi gibi düşünüyorum. Silah kontrolü veya yaratıcılık ya da buna benzer bir konuda aynı fikirleri taşımıyorum; fakat pek çok önemli meselede, örneğin burada konuştuğumuz konularda, eleştirel uçta yer aldığımı düşünüyorum ve bu, kamuoyunun politik yelpazesinin gayet içinde bir konum oluyor. Bence bu çok umut verici bir işaret. Bence Birleşik Devletler bir örgütçü için cenneti olmalı.
Bu politikaları değiştirmek için ne tür örgütlenmeler içerisine girilmeli sizce?
Demokratik değişimin bir temeli vardır. Örneğin Bolivya’da birkaç gün önce olanları düşünün. Nasıl solcu bir yerli lider seçildi? Kendisini dört yılda bir seçimlerde gösterip “Bana oy verin” mi diyordu? Hayır. Çünkü suyun özelleştirilmesinin engellenmesinden kaynaklara ve yerel meselelere kadar her konuda daima çalışan çok büyük halk örgütleri var ve bunlar gerçekten katılımcı örgütler. Evet, demokrasi budur. Biz henüz bunun çok uzağındayız. Ve bu örgütlenmenin önündeki en önemli görev.
Yazarlar Hakkında
Geov Parrish, Seattle’da yaşayan köşe yazarı ve gazeteci. Seattle Weekly, In These Times ve Eat the State için çalışıyor. WorkingForChange’de (DeğişimİçinÇalışma), “Straight Shot” (Tam Vuruş) köşesinde yazıyor.
Noam Chomsky, ünlü bir dilbilimci ve politika kuramcısı. Son yayınlanan kitapları arasında şunlar bulunuyor: Hegemony or Survival, (Hegemonya mı, İnsanlığın Bekası mı?), (Metpolitan Books) ve Profit Over People: Neoliberalism and the Global Order, (Halkın Sırtından Kazanç: Neoliberalizm ve Küresel Düzen), (Seven Stories Pres).