Endonezya’da akaryakıt zamlarına karşı yükselen protestolar şirketlerin kentlerdeki ve kırsaldaki tahribatlarına karşı patlak veren tepkilerin en sonuncusu.

Zamlar başka bir ülkede daha insanların ayaklanmasına neden oluyor. Bu sefer Endonezya’da akaryakıta yapılan zamlar ile gösteriler ve grevler biçimini alan bir ayaklanma kendini gösteriyor. Art arda gelen protestolar, tek amaçları ormanları yok etme ve emekçilerin rızklarından çalma pahasına karlarını çoğaltmaya, emekçilerin ücretlerini en düşük seviyede tutmaya çalışan devlet ve kapitalist sınıfa karşı emekçilerin verdiği mücadelede yeni bir raunt olarak görülebilir.

Hâlihazırdaki çatışma, hükümetin akaryakıta yaptığı yüksek zamlardan sonra başladı. Hükümet, devlet bütçesinin gider kaleminin yüzde 13’ünü oluşturan sübvanse edilmiş akaryakıtın maliyetlerini düşürmek için bir litre dizel yakıtının maliyetine yüzde 22, benzininkine ise yüzde 44 gibi yüksek bir oranda zam yaptı.  Endonezya’daki akaryakıt fiyatları çok düşük olsa da, fakir Endonezyalılar için zaten bu büyük bir yük. Dolayısıyla zamların hemen protestolarla karşılanması sürpriz olmadı.     

 “Zam duyurusu protestocuların yolları kapadığı ve polisle karşı karşıya geldiği başkentte çatışmaların fitilini ateşledi.” Yogyakarta ve Surabaya’da öğrenciler toplandı ve öğrencilerin bazıları polisçe tutuklandı. Bundan önce de hükümet akaryakıta zam yapmaya niyetlendi, ancak BBC’ye göre “şiddetli protestolar bu girişimlerin önünü kesti” Başka bir deyişle, hükümetin isyancı dalgadan duyduğu korku, neo-liberal fiyatlandırma reformunu engelliyor. Bu yürek ferahlatıcı bir durum.

Başka bir yürek ferahlatıcı durum ise 21 Haziran’da Cakarta’dan: “Kentin uydu sanayi merkezlerinde, binlerce işçi hükümetin sübvanse edilmiş akaryakıtın fiyatını yükseltme planına karşı şalterleri indirdi. Bekari yakınında, Cikarang’deki sanayi tesislerinde birçok işçinin cuma namazından önce işyerlerini terk ettiği ortaya çıktı. Endonezya İşçi Sendikaları Konfederasyonu başkanı Said İkbal, Bekasi, Cibitung ve Cikarang’daki sanayi tesislerinin kitleler halinde işyerlerini terk eden işçiler tarafından felce uğratıldığını söyledi.”

Bu en son protesto ve grev dalgası bir vakum içinde oluşmuyor. Uluslararası ve yerel şirketlerin aşırı düşük işçi ücretlerinden istifade etmeye çalışmalarına tepki olarak, ülke birkaç yıldır arka arkaya işçi isyanlarına sahne oluyor. Endenozya aynı zamanda 1998 yılında diktatör Suharto’nun düşmesinden sonra ortaya çıkan politik açılımı emek hareketini güçlendirmek için başarıyla kullanıyor: Ülkede canlı bir sendikal hayat, grevler, hayat koşullarını iyileştirmek için bastıran işçiler var ve bu konularda zaman zaman kazanımlar da elde edildiği gözlemleniyor.  

Sendikalar geçenlerde asgari ücretin iyileştirilmesi talebi ile gösteriler yaptı. Şubat ayında “hükümet asgari ücreti yüzde 40 arttırarak, yaklaşık 200 dolara yükseltti.” Hükümet bu artışı şöyle gerekçelendirdi: “yüzde 6’yı aşan ekonomik büyümeden daha adil bir pay almak isteyen sendikaların kitlesel gösterileri ülke genelinde ücretlerde bir artış getirdi.” Düşük ücretli emeğin sırtından elde edilen kapitalist başarı bir direnişe yol açtı. Emekçiler direnmelerinin karşılığını almış görünüyorlar.     

Ama hikaye burada bitmiyor. İş dünyası ve işveren örgütleri işçi ücretlerindeki artışın fabrikaların kapanmasına ve iş kaybına sebep olacağı konusunda uyardı. Hükümet yeni ücret kanununu uygulamakta ağırdan alınca yeni protestolar baş gösterdi. Hükümetin kararından bir gün sonra, yani 6 Şubat’ta daha çok hareketlenme görüldü: “On binlerce insan hükümetin asgari ücretteki artış kararını uygulamayı geciktirmesini protesto ediyor” Ve protestolar sürüyor… Emekçilerin bastırması, hükümetin verdiği ödünler, hükümetin ödünlerinden vazgeçmesi, emekçilerin daha fazla bastırması. Başka bir yürek ferahlatıcı durum da şu: Emekçiler hükümetin kendileri ile dalga geçmesine müsaade etmiyorlar.       

10 Nisan’da Cakarta’da düşük ücretleri protesto eden ve hükümetten her yurttaş için sağlık sigortasını hayata geçirmesini talep eden sendikaların organize ettiği bir gösteri vardı. Binlerce insan bu gösteriye katıldı. 1 Mayıs İşçi Bayramında, Cakarta’nın merkezinde buluşan işçiler, toplu taşımayı durdurup ana yolları trafiğe kapatarak güçlerini alanlarda bir kez daha gösterdiler. Kesinlikle büyük bir kalabalık vardı: ülkenin en büyük üç sendikasından 135 binin üstünde işçi bir araya gelmişti. İşçiler, hükümetin zaten sınırladığı, ama işçilerin toptan kaldırılmasını istediği taşeron işçiliği protesto ettiler. 

Akaryakıt fiyatlarındaki artış sadece süregelen çekişmeler dizisindeki en son gelişme. Hükümet bu konuda uyarılmadığını söyleyemez. Fiyat artışının duyurulmasından çok önce, önemli protesto gösterileri oldu. 18 Haziran’da ülke çapında binlerce insan pirinç fiyatlarındaki artışı protesto etmek için yürüdü. Göstericiler Molotof kokteyli atarken, polis göz yaşartıcı gaz ve su kullandı. Cakarta’da parlamento binasının yakınında 3000 kişilik güçlü bir protesto yapıldı. Bu protestoların bilinen sendikal eylemlilikleri aşan, ilave başka bileşenlerinin de olduğunu belirtilmeliyiz.

Sözün özü, bu protestolar, neo-liberal düzenlemelere ve kapitalizmin kentli emekçileri sömürmesine karşı büyüyen sınıf mücadelesinin bir göstergesidir. Neo-liberalizmin yıkıcı etkileri bunlarla sınırlı değil. Bir de, bu yılın ilk aylarında bir kazanın protesto ve grevlere sebep olduğu Freeport madeni var. Uluslararası [maden arama] şirketlerinin kırsalda çevre felaketlerine, çatışma ve ölümlere yol açan aktiviteleri var.    

 “Yerel ve uluslararası şirketlerin, kadim arazileri (oranın yerlilerine ait olup o bölge insanının ihtiyaçlarına göre idare edilen araziler) ele geçirip ormansızlaştırmaları kolaylaştırıldıkça, çiftçiler ve plantasyon sahipleri, maden şirketleri ve müteahhitler arasındaki arazi ihtilafları hiddetlenmekte. 2011 yılında 22 ölüm ve yüzlerce yaralı ile sonuçlanan bu türden 600 aşkın çatışma kaydedildi.”  

700 bin üyeli Köylü Birliği’nin kurucularından biri “ülkedeki doğal kaynaklar ekseninde insan hakları ihlallerinin sürüp gittiğini ve yıldırma, işkence ve zorla tahliyelerin çok yaygın olduğunu” söylemeden önce “yeni bir yoksulluk” ve “topraksızlaştırma ve açlık krizi” ine işaret etti. Neo-liberalizm kentlerde yoksullaşma, düşük ücret ve zam; kırsalda ise açlık ve ölüm demektir. Ormansızlaştırma konusunda bir moratoryum ilan edilmiş olsa da, tahribatlara izin veren, ekolojik felaket ve insani acı anlamına da gelen bir sürü muafiyet, yasal boşluk ve yasadışı işler hız kesmeden sürdürülüyor. Bir Greenpeace yetkilisine göre Sumatra’nın yağmur ormanları yedi yıl içinde yok olabilir.   

Ormansızlaştırma sürerken yerel, kadim topluluklar direniyor. “Riau vilayeti Kuala Cenaku köyünden Mursay Ali 10 yıl boyunca, büyük tavizler koparmış zeytin plantasyonu şirketlerine karşı savaşmış: Plantasyonlardan belki 35 bin insan etkilendi. Herkes çok acılı. Protestolarda insanlar öldü. Şirketlerden önce, bal, balık, hintkamışı, karides gibi birçok doğal kaynağımız vardı. İstediğimiz her şey vardı. Şirketler geldikten sonra hepsini kaybettik. Şimdi hepimiz daha yoksuluz. Şirketleri, ama en çok da hükümeti suçluyorum. 4100 dönüm toprağımızı bize geri verin lütfen. Gerekirse toprağımız için ölürüz de. Bu bir yaşam, ölüm meselesi.”

Bu arada, kentlerde sendikalar işçilerin kızgınlığına tercüman olurken, ama aynı zamanda “sosyal ortaklık” mistifikasyonu ile bu kızgınlığı görece ılımlı taleplere kanalize ediyorlar. Hatta bir hükümet yetkilisi 1 Mayıs İşçi Bayramında sendikaların yürüyüşüne katıldı. Bu, patronların bu kadar ılımlı formdaki işçi organizasyonlarından memnun oldukları anlamına gelmiyor: Endonezya’da sendika kurmak, sendikalı olmak yasal olsa bile, şirketler sendika kurmaya çalışan işçileri işten atıyor, sendikalı işçilere ince baskılar uyguluyor.   

Görünen o ki, yasalar içinde kalıp hiçbir anti-kapitalist yönelimi olmayan ılımlı işçi örgütleri bile patronlara aşırı geliyor. Ücret artışına karşı patronların tehditlerine zaten değindik: Onlara göre asgari ücretteki artış işten atma ve işyeri kapatma gerekçesidir. Buna, özgüvenli bir işçi hareketi şöyle bir soru/cevap verebilir: “Fabrikayı kapatmaya mı çalışıyorsun? O zaman biz onu işgal ediyoruz ve yönetimini ele alıyoruz.” Aynen Yunanistan’da Vio.Me fabrikasının işçilerinin yaptıkları gibi.

Endonezya’da işler bu raddeye gelmedi henüz. Ama hükümeti asgari ücrette bir artışa zorlamış, daha yakınlarda dillendirdikleri kızgınlıkları ile akaryakıt zamlarını öteletmeyi başarmış bir işçi hareketinin neo-liberal kapitalist sömürü karşıtı mücadelesinden daha cesaretli, daha yürek ferahlatıcı adımlar beklenebilir. Bir gözünüz Endonozya üzerinde olsun; onun greve giden işçilerinde, protestocu öğrencilerinde ve direnen köylü ve yerli halklarında olsun. Hükümetler, fabrikatörler, güçlü ve zenginlerin içine yeni korkular salabilecek ve bizi de sevindirecek güzel şeyler yapabilirler, her an.