İsrail Gazze’deki savaşın Hamas’ın roket saldırılarını durdurmak amaçlı olduğunu iddia ediyor ve bu saldırıların devam etmesi altı aylık ateşkes süreci için apaçık bir ihlal teşkil ediyor. Yani askeri harekatın hedefi, roket saldırılarını sona erdirmekten ibaret. Aslına bakarsak, iki taraf arasında patlak veren bu şiddet olaylarını şunları analiz ederek anlayabiliriz: askeri mücadelenin asimetrileri, İsrail işgalinin özellikleri bağlamında ihtilafın dinamik yapısı, Gazze’de azımsanamayacak miktardaki doğal gaz rezervi keşfinin oynadığı ana rol, kazançlı (ve stratejik) enerji kaynakları üzerinde tekel oluşturabilmek için Mahmud Abbas’ın El Fetih Partisi’nin kontrolündeki yozlaşmış Filistin Yönetimi’yle bağlantılı bir siyasi süreç içerisinde yürütülen girişimleri. Ancak Hamas’ın 2006 seçimlerinde elde ettiği görülmemiş zafer bu planları temelinden sarstı. İsrail’in eş zamanlı askeri girişimi olan Kurşun Dökme Operasyonu, 2008’in başlarında bir savaş planı olarak faaliyete geçirilmişti. Bu operasyonun detayları, İsrail askeri istihbaratı tarafından 2001 yılı gibi bir tarihte oluşturulmuştu. Aralık 2008’in sonlarından Ocak 2009’un başlarına doğru gerçekleştirilmesinin amacı ise, sadece İsrail yerel seçimlerini değil, ama daha önemlisi belki de Hamas’ın iktidarını güçlendirecek yaklaşmakta olan demokratik Filistin seçimlerini engellemektir. Böylece İsrail, jeopolitik ve ekonomik güçlerin dengesini daimi olarak kendi tarafına çevirebilecek. Uzun vadede amaç ise İsrail saldırılarını sıklaştırarak en sonunda Filistinli göçünü artırmak için işgal edilmiş toprakları küçük parçalara bölmek.

Orantısız Şiddet: 700’e 4

Şiddetin ilk sorumlusu kim? Kararı siz verin:

Yaklaşık 700 Filistinli öldü ve 3.000 kadarı da yaralandı. Yarısını çocukların oluşturduğu en az 13.000 sivil, şu anda moloz yığınına dönen evlerini terk etmek zorunda kaldı. (Çocukları Koruma Birliği, 02.01.09) Kudüs merkezli B’Tselem (İşgal Edilmiş Topraklardaki İnsan Haklarını Koruma İsrail Merkezi) gibi İsrailli insan hakları grupları, kasıtlı olarak Gazze’deki sivil nüfusu hedef alarak İsrail ordusunun savaş suçu işlediğini onaylıyorlar.

Söylediğim gibi işte örnek haberler: The London Guardian’ın bildirdiğine göre “Gazze’deki BM okuluna atılan İsrail topları onlarca insanı öldürdü”. “Cebaliye mülteci kampındaki BM okulunun dışında patlayan iki İsrail tank mermisi” kırktan fazla Filistinlinin ölümüne neden oldu, “yüzlerce insan devam eden İsrail saldırılarından bu okula sığınmıştı.” Düzinelerce insan yaralandı. Yetkililere göre tam olarak okul hedef alınmıştı. Ayrıca başka bir yerde “yedisi küçük çocuk olmak üzere bir ailenin oniki üyesi, Gazze şehrine düzenlenen hava saldırısı sonucunda kendi evlerinde yaşamını yitirdi.” Saatler önce ise “Gazze şehrindeki başka bir BM okulu olan Esma ilkokulunun İsraillilerce bombalanması sonucu hepsi kuzen olan üç genç adam öldü.” Bu okulda “Gazze’nin kuzeyindeki Beyt Lahiya’daki evlerini terk edip sığınak arayan” 400 kadar Filistinli bulunmaktaydı.

Yabancı gazetecilerin Gazze’ye girişi hiçbir makul sebep olmadan yasaklandığı için İsrail kuvvetlerinin kasıtlı olarak neden olduğu toplu sivil katliamları ve altyapı hasarlarıyla ilgili B’Tselem gibi İsrailli insan hakları grupları yoğun biçimde rapor vermekteler. B’Tselem’in bildirdiğine göre İsrailli yetkililer, tüm Filistin halkının Hamas’a yardım ağı oluşturabileceğini bu yüzden de meşru hedefler haline geleceklerini söylüyor. Ancak daha kötüsü B’Tselem’in gün ışığına çıkardığı öyküler çok daha korkunç. Bunların çoğu ana akım medya uzmanlarınca görmezden geliniyor, işte bazı örnekler:

1 Ocak 2009’da İsrail kuvvetleri Cebaliye mülteci kampında dört kadın ve onbir çocuğu öldürdü. B’Tselem şu yorumda bulunuyor: “Bu derece büyük sivil kayıplar, ciddi anlamda uluslararası savaş hukuku ihlali anlamına geliyor ve askeri açıdan hiçbir şekilde haklılaştırılamaz.” (B’Tselem, 04.01.09) İsrailli insan hakları grubu, olanları teyit eden onlarca görgü tanığının belgelerine sahip. 4 Ocak’ta “Gazze şehrinin dışındaki bir taksiye askerler tarafından bir tanktan ateş açıldı. Aracın içindeki dört çocuk, annelerinin ve başka bir kadının ölümüne tanık oldular.” 27 Aralık’ta “üç ve altı yaşlarında iki küçük Filistinli çocuk bahçedeki tavukları beslemek için evlerinden dışarı çıktılar. Daha kümese varamadan yanlarındaki evin bombalanması sonucu evleri vuruldu.” Üç yaşındaki çocuk yaşamını yitirdi.

Bunlar yaşanmakta olanların daha çok az bir kısmı. Diğer İsrailli insan hakları grupları, BM yetkilileri, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, Çocukları Koruyalım ve daha onlarca güvenilir bağımsız örgüt; İsrail’in ayrım gözetmeksizin tüm Filistin halkını hedef aldığını doğruluyor. İsrail, yerleşim bölgelerini bombalıyor, enerji santrallerini yok ediyor, kanalizasyon sistemlerini havaya uçuruyor, hastahaneleri imha ediyor ve yolları tahrip ederek herşeyi kanlı bir moloz yığınına dönüştürüyor.

Aralıkta başlayan ihtilafta, yüzlerce Filistinli yaşamını kaybetti, binlercesi yaralandı ve on binlercesi evsiz kaldı; bu rakamları Hamas’ın roket saldırılarını sonucu ölen sadece dört İsrailliyle karşılaştırın. (Guardian, 03.01.09) Tabii ki de bu ölümler çok korkunç ve sert bir şekilde kınanmalı. Ancak bu ölümler sistemli bir biçimde uygulanmış toplu katliamlar değil. Bu katliamlar, İsrail’in devlet terörü üzerine kurulu hükmü altındaki Filistinlilerin son on yıldır yaşamakta oldukları şeylerin ta kendisi.

Uzun Vadeli Manzara: 5000’e 14

Şu örneği düşünelim: İsrail Savunma Kurulu, 19 Eylül 2007’de oy birliğiyle tüm Gazze Şeridi’ni sadece devam etmekte Hamas’ın roket saldırıları yüzünden “düşman bölge” olarak ilan etti. Buna karşı roket saldırıları, bugün olduğu gibi o zaman da, ayrım yapmadan devam eden İsrail bombardımanlarına bir karşılıktı. Ocak 2007’de İsrail Savunma Kuvvetleri, üç gün süren bir hava saldırısı düzenledi ve 30 Filistinliyi öldürdü. 17 Ocak’ta ise Gazze Şeridi tam bir ablukaya alındı. Buna karşılık olarak İsrail’e bu ayın 15’i ve 18’inde Hamas tarafından 150’den fazla roket ve havan topu atıldı. Bunlar hiçbir İsraillinin ölümüne veya yaralanmasına neden olmadı ancak aynı dönem içerisinde yaklaşık 700 Filistinli (78’i çocuk 224 sivil) İsraillilerin yargısız infazları sonucu öldürüldü.

Aslında yedi yıla aşkın ihtilaf sürecinde Hamas roketleriyle öldürülen İsraillilerin toplam sayısı ondört. Gelişmiş Amerikan ve İngiliz destekli askeri ekipmanlara sahip İsrail kuvvetlerinin öldürdüğü Filistinli sayısı ise tahminen beş bin. (Guardian, 30.12.08) The Guardian’ın bildirdiğine göre “ilk dalga saldırılarda ölenler arasında otobüs bekleyen sekiz küçük öğrenci ve Cebaliye’den aynı ailenin üyesi yaşları birle oniki arasında değişen dört kız var.”

Ateşkesi Kim Bozdu?

Altı aylık geçici ateşkesin İsrail tarafından ihlal edilmesi tarihi kayıtlarla ilgili bir konu. 4 Kasım 2008’de İsrail kuvvetleri gece vakti Gazze’ye saldırarak altı Filistinliyi öldürdü ve Hamas roketlerini susturdu. (Guardian, 05.11.08) Son aralık ayında İsrail misilleme saldırıları için 48 saatlik bir ateşkes ilan etti. BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü’nden bir yetkili bildirdiğine göre İsrail, Hamas hükümet binaları üstüne yüzlerce ton bomba atma fırsatını ele geçirerek bu durumu ihlal etti. (Ha'aretz, 30.12.08)

Filistin Direnişinin Ana Nedeni: İşgal Edilen Topraklarda Uygulanan Yapısal Soykırım

Hamas’ın demokratik seçimlerle iktidarı elde etmesinden sonra, İsrail 2005’te 1.5 milyon Filistinlinin elektrik, yakıt, yiyecek, ilaç ve yaşamsal bakım malzemesi ve yedek parça ihtiyacını gözardı ederek Gazze’ye acımasız bir kuşatma uyguladı. Su ve sağlık hizmetleri kötüleştikçe açlık ve hastalıklar arttı. Bunun sonucunda ölüm oranları yükselmeye başladı. Oxfam gibi uluslararası yardım kurumları büyük bir halk sağlığı krizine yönelik uyarılarda bulundu.

BM Filistin Bölgesi İnsan Hakları Özel Raportörü Richard Falk’a göre tüm bir sivil nüfusun yaşamını tehdit eden İsrail’in Gazze kuşatması bir soykırım amacını açığa çıkarıyor:

“Filistinlilere uygulanan muameleyi Nazi vahşetine benzetirsek olanları sorumsuzca abartmış mı oluruz? Bence hayır. Gazze’deki son gelişmelerin bu derece ürpertici olmasının nedeni şudur: yaşanmakta olan şeyler, İsrail ve müttefiklerinin tüm bir insan topluluğunun yaşamını ölüm tehdidiyle dolu, son derece korkunç koşullar içine sürükleme amacını apaçık ortaya çıkarmıştır. Yaşananların bir soykırım olduğu iddiası, dünya hükümetleri ve uluslararası kamuoyunu mevcut soykırım amaçlarının tam bir felakete dönüşmesini bir an önce engellemeleri için yapılan bir çağrı anlamıma gelmektedir... Ancak ABD’nin İsrail’e verdiği desteği ve Avrupa hükümetlerinin, Hamas’ın Filistin’deki siyasi iktidarını yok etmeye odaklandıklarını düşünürsek, BM’nin bu krize karşı bir şey yapmasını beklemek hiç de gerçekçi olmayacaktır.”

"İşte bu da önceden hazırladığım..."

Kuşatma, “Kurşun Dökme Operasyonu” olarak bilinen uzun süreli askeri harekat için zemin hazırlayan bir stratejiydi. Hamas’ın roket saldırılarını durdurmak amaçlı olduğu ileri sürülse de, bu operasyon 2008’in sonunda başlatılmasından altı ay önce planlanmıştı.

Ottawa Üniversitesi’nden Kanadalı analizci Michel Chossudovsky, Kurşun Dökme Operasyonu’nun aslında “ilk defa 2001’de Başbakan Ariel Sharon hükümetince düzenlenen daha geniş bir askeri istihbarat programının” sonucu olduğunu ortaya çıkardı. Bu programla, “planlanmış bir insanlık felaketi” yaratmak amaçlanıyordu. Ayrıca direnişi kırıp İsrail kontrolünü artırmak ve Filistinlilerin göçünü hızlandırmak için toplu sivil kayıpları ve korku ortamı oluşturmak isteniyordu. İsrail yetkililerinin her zaman iddia ettiğinin aksine askeri hedeflerin vurulması bahsedilen amaca göre ikinci planda kalıyor.

Bu hususta Aralık 2008’de başlayan operasyon, aslında 2001’de “Dagan Planı” olarak bilinen Haklı İntikam Operasyonu’nun hayata geçirilmesi anlamına geliyor. Bu operasyon, ismini kurucusu olan emekli general ve şu anki Mossad şefi olan Meir Dagan’dan alıyor. Bu operasyonun amacı “Filistin yönetiminin altyapısını” yok etmek, ayrıca “Filistinli birçok silahlı kuvvetin silahlarını ele geçirip liderlerini defetmek veya öldürmekti.” Bu stratejinin nihai etkisi Gazze’nin İsrail işgaline karşı siyasi ve askeri direnişinin ortadan kalkması olabilir. Bu ise siyasi olarak asimile olmuş El Fetih partisinin sözde kontrolü altındaki işgal edilmiş toprakların zorla “küçük parçalara bölünmesine” izin verecek.

Şu ana kadar binlerce Filistinlinin ölümüne ve yaralanmasına yol açan bu operasyonun boyutlarının tahmin edilenden çok daha büyük olacağına dair birçok göstergeler var. Savunma Bakanı Yardımcısı Matan Vilnai’nin İsrail Askeri Radyosu’na söylediği şu sözler de bunları doğruluyor: Filistinliler, “başlarına daha büyük bir felaket örecekler, çünkü kendimizi tüm gücümüzle savunmaya devam edeceğiz.”

1999’dan Sonra: Kaynak Çatışmasının Yeri, Gazze

Şimdiki soruysa tabii ki: neden? Uzmanlar, yaklaşan İsrail seçimleriyle olan çarpıcı tesadüfe işaret ediyor. Güney Lübnan’daki korkunç Hizbullah yenilgisinin ardından bir güven tablosu yaratabilmek için Olmert hükümetinin, bu şeçimlerde yeni yöntemler bulması gerekiyor. Yurt içindeki skandalların etkisinden söz etmiyorum bile. Ancak bundan daha önemli olan ise yakın tarihteki Filistin seçimlerinin oynayacağı rol. Eylül 2008 itibariyle İsrail’in politik gözlemleri, işgal edilen topraklarda patlamakta olan bir “anayasa krizine” dikkat çekiyor. Bu kriz, “Hamas ve El Fetih’in bir sonraki Filistin seçimlerinin tarihi konusunda düştükleri anlaşmazlıktan” kaynaklanmakta. Hamas yetkilileri, “Ocak 2009’dan sonra Ebu Mazin’i (Mahmud Abbas) Filistin Yönetimi’nin meşru başkanı olarak tanımayacaklarını belirtiyor, Hamas bu tarihi, görev süresinin bitimi olarak kabul ediyor.” Hamas’a göre “yeni seçimler 9 Ocak’ta yapılmalı çünkü Filistin Temel Kanunu’na (aynı zamanda geçici anayasası) göre Ebu Mazin, dört yıllık başkanlık süresinin sonuna geldi.” Aksi takdirde başkanlık koltuğu, “geçici olarak Meclis Başkanı Abdülaziz Duveyk’e geçecek.” Ancak Duveyk, İsrail hapishanelerinde tutuklu olduğu için Hamas, “kendisi de Hamas üyesi olan” Duveyk’in vekilini göreve getirmek durumunda kalacak. Abbas’ın giderek güç kaybettiğini ve Hamas’a artan desteği düşünürsek, Filistin Yönetimi, sert suçlamalar ve içeride oluşacak itirazlarla karşılaşmadan, daha önce yapmak istediği gibi seçimleri Ocak 2010’a kadar ertelemeyi başarabilecek bir durumda değil. Bu yüzden hem başkanlık hem de parlamento seçimlerinin 2009’da yapılması muhtemeldi ve bu da Hamas’ın işgal edilen topraklardaki iktidarını kuvvetlendirmesini sağlayacaktı.

İsrailli askeri ve siyasal planlamacılar, böyle bir durumun İsrail’in işgal edilmiş topraklara yönelik planları açısından mühim sıkıntılar doğuracağını kabul ediyorlar. On yıl önce İngiliz petrol şirketi BG International, Gazze sahili açıklarında çok büyük bir doğal gaz yatağı tespit etti. Bu rezerv, yaklaşık 35 milyar metreküp doğal gaz içeriyor ve değeri 4 milyar doların üzerinde. Gazze çevresinde havadan ve denizden güvenliği sağlayan İsrail, Gazze doğal gazına ucuz fiyatla sahip olabilmek için BG ile çabucak pazarlık koltuğuna oturdu.

The Telegraph’ın bildirdiğine göre İsrail’in nedenleri çok açık: “Gazze deniz sahasının kuzeyinde bulunan İsrail’in kendi doğal gaz yatakları birkaç yıl içerisinde tükenebilir ve uzun vadeli tek kaynağı komşu Mısır’dan gelen bir boru hattı olacak.”

İngiltere Dışişleri Bürosu, rezervleri “Filistin’in bugüne kadar bulunan en değerli doğal kaynağı” olarak tanımlıyor. Tel Aviv muhabiri Arthur Neslen, konuyla ilgili bilgi sahibi bir İngiliz kaynağından şöyle aktarıyor: “Bu pazarlıktaki en büyük taraflar İngiltere ve ABD, bunu Filistin Yönetimi ve İsrail arasındaki ilişkileri iyileştirmek için kullanabilecekleri bir araç olarak görüyor. Bu pazarlık malzemelerinden biri.” Bu proje, Mısır’dan gelecek gazın yaklaşık yarı fiyatına İsrail’in enerji ihtiyacının yüzde onluk kısmını karşılayabilir. Gaz rezervi, deniz üzerinden doğrudan İsrail’deki Askalan’a pompalandığında, Gazze Şeridi etkili bir biçimde abluka altına alınmış olacak. Neslen’in belirttiğine göre başka bir bilgi kaynağı, BG-İsrail pazarlığı ve “Olmert-Abbas siyasi sürecini destekleme girişimleri” arasında “açık bir bağlantıya” dikkat çekiyor. Ancak bu süreç özellikle Filistin halkını tecrit etme amaçlı ve Neslen’in bildirdiğine göre “dört milyar dolarlık gelirin üçte dörtlük kısmı Filistinlilerin eline geçmeyebilir. Filistin Yatırım Fonu resmi olarak oranlara itiraz etse de halk tepkisinden çekindiği için başkasını da öngöremeyecek. İngiltere ve ABD’nin “tercih ettiği seçenek” ise gaz gelirlerinin “Abbas’ın kontrolü altındaki uluslararası bir banka hesabında tutulması.” Bunun üzerine tabii ki de Hamas Ekonomi Bakanı Ziad Thatha anlaşmayı “Filistin gazını Sionist işgalcilere satan bir soygun” olarak nitelendirdi.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Aslına bakılırsa daha hiçbir anlaşmaya varılmadan Hamas 2006’da Filistin Yasama Kurulu seçimlerini kazandı. Bu sonuç Hamas ve batı yanlısı El Fetih arasındaki sert mücadeleyi daha fazla kışkırttı. ABD ve İsrail’in El Fetih’e silah yardımında bulunmasının da bunda büyük bir etkisi vardı. Sonuç olarak Filistin Yönetimi 2007’de ikiye bölündü. Gazze Hamas’ın kontrolünde, Batı Şeria ise El Fetih. ABD ve İngiltere’nin aracı olduğu İsrail ve Filistin Yönetimi arasındaki doğal gaz anlaşmasından hariç tutulunca, Hamas seçimleri kazanır kazanmaz ilk olarak anlaşmanın geçersizliğini ve tekrardan masaya oturulması gerektiğini bildirdi.

Hamas’ın, seçimlerin anayasa uyarınca 2009’da ve eğer mümkünse hemen ocak ayında yapılması gerektiğini söylemesiyle, İsrailli askeri ve siyasal planlamacılar tüm politik olasılıklarıyla beraber muhtemel bir Hamas zaferini kabul ettiler. Zamanında İsrail’i 1967’deki sınırlarıyla tanıma istekliliğini dahi gösteren, Gazze’nin doğal kaynaklarını elinde tutan Hamas hükümetinin güçlenmesi, bölgedeki dengelerin kökten değişmesine neden olabilir. Çünkü bu durum, Filistinlilere sürdürülebilir bir ekonomik büyüme, yabancı yatırımı, daha önce görülmemiş altyapı gelişmeleri ve böylece İsrail’le çok daha eşit konumda bir ilişki imkanı sağlayacak. Önümüzdeki yıllarda, İsrail’in artan bir şekilde enerji kaynaklarını değiştirme ihtiyacı duyacağını göz önünde tutmak gerekiyor. Bu arada İsrail’in işgal edilmiş topraklar için hazırladığı İngiliz ve Amerikan destekli orijinal planları da suya düşmüş olacak. Bu plan içinde ılımlı El Fetih yönetimindeki işgal edilmiş topraklar, İsrail kontrolündeki doğal kaynaklarının kazancı İngiliz ve Amerikalılara akan, az gelişmiş ve ufak parçalara ayrılmış gettolar anlamına geliyor.

İsrail’in Askeri Hedefleri

Uzmanlar ise İsrail savunma kaynaklarının sözlerini körü körüne tekrarlıyor. Onlara göre İsrail, Hamas’ın roket saldırılarını durdurmaya çalışıyor ve operasyonu da Hamas’ı bir daha İsrail’e roket atamayacak hale getirene kadar devam ettirecek. Durumun belirsizliğine ve yapılan hesapları kabul etmeyen yapısına dikkat çeken uzmanlar, bu amacına ulaşamaması durumunda İsrail’in hedeflerinin boyutu hakkında kararsızlar.

Bu analiz düşünülürse İsrail’in resmi savaş amacını ciddiye almak çok zor. Ancak aksine, Kurşun Dökme Operasyonu’yla Hamas’ın Filistin topraklarındaki işler durumda siyasi ve askeri direnişini yok etmenin hedeflendiği konusunda çok az şüphe var. Böylece Hamas yaklaşan 2009 seçimleriyle toplumsal ve siyasi gücünü kuramadan, Filistin’in Abbas liderliğindeki yozlaşmış Filistin yönetimi altında “küçük parçalara ayrılmasına” fırsat doğmuş olacak. Yani operasyonun iki ana hedefi var:

1. Kısa vadeli hedef olarak; Gazze’nin gaz rezervlerini tartışmasız İsrail, İngiltere ve ABD tekelinde toplamak. Ayrıca bölgedeki ayrımcı hakimiyetin devamını sağlamak.
2. Uzun vadede ise İsrail’in bölgeye tekrar saldırılarda bulunmasını kolaylaştıracak devamlı koşullar yaratmak. Bu koşullar, Filistinlileri evlerini terk etmeye ve göçe zorlayacak. Boşalan topraklara ise İsrailli yerleşimcileri yerleştirerek yeni koloniler oluşturulmaya devam edilecek.

Bu demek oluyor ki Gazze’deki savaş; demokrasiye, halkların kendi kaderini tayin etme ve kendi öz kaynaklarını kendi yararları için kullanabilme hakkına karşı verilen bir savaş. İsrail 1948’den beri işgal edilen topraklarda uygulanan baskı ve ayrımcılık politikalarını yaymaya devam ediyor. 1948’de Filistinlilerin “Felaket” olarak adlandırdığı göç olaylarında 750.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda bırakılmıştı ve yüzlercesi İsrail kuvvetlerince öldürülmüştü. O günden beri İsrail, BM’nin çözüm önerilerini ihlal etmeye devam etti ve Filistinlilerden mümkün olduğunca çok toprak ele geçirmeye çalıştı. İsrail, Filistinlilerin devlet kurma ve kendi kaderlerini tayin etme haklarını ellerinden aldı ve ırkçı yasalar uygulayarak Filistinlileri kişisel özgürlükler ve insan haklarından mahrum bıraktı. İsrail’in iç güvenlik örgütü Şin Bet’in emekli başkanı Ami Ayalon gibi yetkililer bile izlenen politikaları “ırk ayrımcılığı” olarak tanımlıyor: “Bir Filistinlinin sabah işe giderken bile maruz kaldıkları, aşağılanma ve çaresizlik dolu, uzun ve bitmeyen kabus... En kısa sürede burada ne çeşit bir demokrasi istediğimize karar vermeliyiz. Şu anki model ayrımcılık anlamına geliyor ve Musevilikle bağdaşmıyor.” (Ma'ariv, 05.12.00)

ABD, İngiltere ve Batı Avrupa maddi yardımlar, büyük miktarda silah ve askeri malzeme tedariği ve diplomatik destekle İsrail’in yasadışı Filistin işgaline arka çıkıyor. Küresel sosyal adalet hareketi, gösteri ve yürüyüşler düzenlemek dışında Gazze’ye olan desteğini artırmalıdır. Medyaya, kamu ve sivil toplum örgütlerine Gazze krizinin uzun vadeli politikaların bir sonucu olduğunu kabul etmeleri için baskı yapmalılar. Bu krizi anlayabilmek için İsrail’in İngiltere ve ABD destekli ayrımcı ve sömürgeci bir rejim olduğu gerçeğini kabul etmek gerekir.

Bu demek oluyor ki küresel sosyal adalet hareketi, küresel emperyalist sistemin modern konjonktürü dahilinde mevcut krizin kaynaklarının kamuoyu tarafından anlaşılırlığını genişletmeye ve derinleştirmeye yönelmelidir. Güney Afrika’daki ırkçı ve ayrımcı düzen, uluslararası toplu diplomatik savaşımlar ve ekonomik boykotlarla alaşağı edilmiştir. Aynı şekilde İsrail’in ayrımcı ve sömürgeci rejimi de kapsamlı bir diplomasi mücadelesi ve ekonomik boykotlar gerektirmektedir. Böylece İsrail’in İngiltere ve ABD’yle olan bağlantılarını zayıflatılabilir; Yahudi ve Yahudi olmayan herkese demokrasi ve eşitlik getirecek anlamlı bir ihtilaf çözümüne doğru ilerlenebilir.

Peki nerden başlayabiliriz? Göze çarpan bir örnek, BM Sözleşmesi 22. madde uyarınca Uluslararası İsrail Savaş Suçları Mahkemesi’nin (UİSSM) kurulması için çağrı yapılması. Bu çağrı, BM Ekonomik ve Sosyal Komisyonu’nda Özel Danışmanlık statüsüne sahip Londra merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan İslami İnsan Hakları Komisyonu (İİHK) tarafından destekleniyor. İİHK Başkanı Massoud Shadjareh’in gözlemleri şöyle: “Böyle bir mahkemenin kurulması çok gecikmeli olmuştur ve Gazze’deki mevcut saldırılar dışında Lübnanlılara ve Filistinlilere karşı önceki savaşlarda işlenen savaş suçlarıyla ilgili olarak son derece büyük önem taşımaktadır. Uygun prosedür ve emsaller mevcut. Artık sıra BM’de, eğer dünyadaki bunca öfkeli insanın zerre kadar güvenini kazanmayı umuyorsa harekete geçmeli.” İİHK’nin mahkeme çağrısına bağımsız İsrail savaş suçları uzmanlarından birçok yorum geldi. Onlardan biri de Illinois Üniversitesi’nde Uluslararası Hukuk Profesörü olan Francis Boyle:

“UİSSM’nin kurulması, İsrail savaş ve insanlık suçları kurbanları ve soykırıma uğrayan Lübnan ve Filistin halklarına nispeten bir adalet sağlayabilir, tıpkı Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nin Balkanlarda yaptığı gibi. Bunun dışında BM Genel Kurulu’nun UİSSaM’yi kurması Başbakan Olmert, Dışişleri Bakanı Livni, Savunma Bakanı Barak, Genel Kurmay Başkanı Aşkenazi gibi İsrail liderleri ve diğer üst rütbeli İsrail generalleri üzerinde caydırıcı olabilir. Çünkü böyle bir durumda Lübnan ve Filistin halklarına karşı işledikleri uluslararası suçlarla ilgili haklarında davalar açılacak.”

BM Sözleşmesi 22. Madde uyarınca İsrail’in işlediği savaş suçları için bir mahkeme kurulması talebinizi BM Genel Kurulu Başkanı’na ileten bir yazı yazarak siz de UİSSM’nin hayata geçirilmesi için bir şeyler yapabilirsiniz.