Kriz zamanlarında Arapların çoğu El Cezire televizyonunu açar. Gerçeğin bütün korkunç ve sarsıcı ayrıntılarıyla, sansürsüz ve yaşandığı gibi ortaya konması bazen daha iç rahatlatıcıdır. İsrail’in 27 Aralık Cumartesi günü Gazze’ye karşı gerçekleştirdiği hava saldırısı sırasında, yani rehin alınmış ve hayati ihtiyaçlardan yoksun bir toplumu terörize etmesiyle, ben de El Cezire’yi açtım.
Saniyeler içinde bilançoyu öğrendim: Bir günde 290 ölü, 700’ü aşkın yaralı. Ancak bu olay ne kadar trajik olsa da –İsrail 1948’de kurulduğundan beri Filistin’de bir günde ölen en büyük insan sayısı- ortada öğrenilecek yeni bir şey yoktu. Dünya’nın her yerindeki felaketler –doğal ya da beşeri- sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ayaklanmalara, hatta devrimlere bile yol açabilir. Bu da bir şekilde sözkonusu bölgelerdeki sosyal, kültürel, ekonomik ve en sonunda politik yapıyı değiştirir; Filistin’deki hariç.
Ekrana göz kırpmadan amaçsızca baktım. Böyle felaketlerin akıbetini öğrenmek kasıtlı bir davranıştan öte, bir ritüeldir. Araplardan ve uluslararası çevrelerden bu ölümlere gelen tepkiler, bu çekingen mırıldanmaların ne kadar aciz ve ilgisiz olduklarının ya da kendi hallerinden memnun olduklarının hatırlatıcısı olabilir.
Amerika bir kez daha Filistinlileri ve Hamas “eşkiyalarını” mantığa karşı gelen şu cümleleri kullanarak suçladı; “İsrail, kendini savunma hakkına sahiptir.” Bu önermeyi daha da gülünç yapan şey ise, dünyanın en ölümcül silahlarına ve hatta nükleer silah kullanan bir orduya sahip olan İsrail’in, tek savunma mekanizması gübre bazlı ev yapımı roketler olan hapsedilmiş bir topluma karşı kendini tehdit altında hissetmesidir. İsrail binlerce Filistinliyi Gazze’de öldürüp yaralarken (sadece Cumartesi gününde bin kişi), yıllardır Filistinlilerin roket saldırıları sonucunda ölen İsraillilerin sayısı yok denecek kadar azdır. Sayılar bir şey ifade ediyor mu?
Avrupa hükümetleri ise sözcüklerini dikkatlice seçti; “kaygılarını belirttiler”,”İsrail’i kendine hakim olmaya çağırdılar” ve benzeri sözler. Arap hükümetleri ise alışılageldiği gibi, gereksiz şeyler ve protokollerle deliye döndüler ve eli kulağındaki krizi kolayca gözden kaçırdılar.
Sonra, aynı şekilde önceden tahmin edilebilen patlamalar başladı. Dünyanın her tarafından duyarlı insanlar Orta Doğu’daki çeşitli televizyonları ve radyo istasyonlarını aradılar ve Tanrı’ya, Arap liderlerine, içinde yaşama bilincini taşıyan herkese bir şeyler yapmaları için yalvardılar, ağladılar, bağırdılar. Bu hararetli yorumları dinleyen ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinli ceset yığının uzunluğunu gören seyirciler de evlerinde ağladılar.
Bu duyarlılık kısa sürede Arap başkentlerindeki sokaklara yayıldı, tabi ki sürekli tetikte olan Arap polisinin ve gizli servisinin gözetimi altında. ABD ve İsrail bayrakları bazen de Mısır bayrakları, İsrailli liderlerin ve Bush’un temsili kuklalarıyla birlikte yakıldı.
‘Bu durumu fırsat bilen’ bazı Arap hükümetleri, Gazze’ye bazı kutuların üzerinde kendi ülkelerinin bayrağı basılı olan bir ya da iki uçak ilaç ve yiyecek gönderme niyetlerini yerel medyada sürekli olarak abartılı bir şekilde duyurdular. Bu esnada, haber ajansları Gazze hapishanesinden Sina Çölü’ne kaçmaya çalışan Filistinlilerden bahsediyordu. Fakat kaçanlar, kararlı Mısır sınır güvenliğiyle karşı karşıya kaldılar.
İlginç bir şekilde, Gazze’nin benzeri görülmemiş trajedisine rağmen, Filistin yönetimi başkanı Mahmud Abbas, senaryoya bağlı kaldı. Pazar günü, Hamas’ı katliam yapmakla suçladı. “Onlarla (Hamas) bunların olmasını engelleyebilmek için konuştuk ve dedik ki ‘lütfen, rica ediyoruz, ateşkesi engellemeyin. Ateşkesin sürmesine izin verin.”
Acaba Sayın Abbas, Hamas’ın 2005’ten beri hiç intihar bombalaması düzenlemediğinin farkında mıydı? Peki ya ‘ateşkes’in, Gazze’deki Filistinlilerin temel ihtiyaçlara ve ilaçlara erişmelerine izin vermesi yönünde İsrail’e bir yaptırım uygulamadığının? Ya da İsrail’in, Kasım ayında Hamas’ın gizli bir arazisi hakkında bilgi toplamak için yaptığını iddia ettiği Gazze saldırısının ve ölen birçok insanın?
Daha da ilginç olanı, Abbas böyle bir pozisyon seçmişken, birçok İsrailli Gazze’deki savaşın Hamas’ın roketlerinden kaynaklandığına inanmıyordu ve bunu Şubat’ta yapılacak seçimden dolayı İsrail’deki sağ kesimin oyunu toplamaya çalışan huzursuz politikacıların seçim manevrası olarak görüyordu. Aslında İsraillilerin Gazze’ye karşı planlarının, Aralık ayının ortalarında ‘yoğunlaşan’ roket saldırılarıyla pek bir ilişkisi yoktu.
İsrail günlük gazetesi Haaretz, 28 Aralık tarihli basımında “Uzun süreli hazırlık, dikkatlice bilgi toplamak, gizli görüşmeler, işleyişteki düzenbazlıklar ve kamunun yanıltılması: İşte bunlar İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Gazze Şeridi’ndeki Hamas hedeflerine yönelik düzenlediği “Kurşun Dökme” operasyonunun arkasında duranlar.” diye yazdı. Ayrıca Haaretz gazetesi bu planın 6 aydır hazırlandığını ortaya çıkarmıştı.
Haaretz, “Amerika’nın Irak saldırısında ve İsrail’in İSK yedek personeli Eldad Regey ve Ehud Goldwasser’in İkinci Lübnan Savaşı’nın başında kaçırılmasına yönelik verdiği tepkide görüldüğü gibi masum sivillere zarar verme konusundaki sorulara kimse önem vermedi.” diye yazmıştı.
‘İsrail’in Filistinli partnerleri’, Arap Birliği ya da uluslararası toplum sessiz, halinden memnun, durgun ve boş laf üreterek bocalarken neden İsrail sivillere zarar verme, uluslararası yasaları çiğneme ya da bu gibi alakasız konularda bir saniye durup düşünsün?
Filistinli doktorlara ve haber kaynaklarına göre 1 Ocak Perşembe günü, ölü sayısı 420’ye yaralı sayısı ise 2000’e ulaştı. Gazze’deki Khan Yunis kliniğinden bir doktor beni arayıp, “Çok sayıda yaralı tıbbi olarak öldü. Diğerlerinin vücudu ise o kadar çok hasar gördü ki ölmenin onlara daha büyük bir lütuf olacağını düşündüm. Qarara Kliniği’nde daha fazla odamız kalmamıştı. Koridorlar vücut parçalarıyla doluydu. İnsanlar ıstırap içinde bağırıyor ancak bizde yeterince ilaç veya ağrı kesici de yoktu. Bundan dolayı kimi tedavi etmeye çalışacağımızı veya kimi tedavi etmeyeceğimizi seçmek zorunda kaldık. Gerçekten böyle anlarda İsrail saldırılarında ölmüş olmayı diledim, ancak koşmayı ve bir şeyler yapmak için çalışmayı sürdürdüm.” dedi.
Arap ülkeleri, dualarını ve beddualarını İsrail’in Filistinlilere yaptığı saldırıyı durdurabilecek pratik ve anlamlı bir politik harekete dönüştürmedikçe değişecek olan tek şey ölü ve yaralı sayısıdır. Ancak bir insan şunları merak etmeyi sürdürmelidir: “Eğer İsrail bin insan, on bin insan, hatta Gazze’nin yarısını öldürse dahi ABD hâlâ Filistinlileri mi suçlayacak? O zaman Mısır, Gazze sınırını açacak mı? Avrupa hâlâ aynı ‘derin kaygı’sını mı gösterecek? Araplar aynı ağdalı sözlerini söylemeye devam mı edecek? Herhangi bir şey değişecek mi?”
Notlar:
Kültürel Çoğulcu Gündem websitesinden alınmıştır.
Yazar Hakkında
Ramzy Baroud (http://www.ramzybaroud.net) PalestineChronicle.com’un yazarı ve editörüdür. Çalışmaları, pek çok gazetede ve dergide yayınlanmıştır. Son kitabının adı da, İkinci Filistin İntifadası: Bir Halkın Mücadelesinin Tarihi’dir (The Second Palestinian Intifada: A Chronicle of a People's Struggle, Pluto Press, London).