(Aşağıdaki seçki, editörlüğü Stephen R. Shalom tarafından yapılan ve önsözü yazılan, Noam Chomsky ve Gilbert Achcar'ın Perilous Power: The Middle East and U.S. Foreign Policy (Korkutan Güç: Ortadoğu ve Amerikan Dış Politikası) adlı kitabın son sözünden alınmıştır.)

Soru: Amerika ve İsrail'in, Hamas'ın seçimi kazanması ve Gazze ve Lübnan'da art arda meydana gelen çatışmalar karşısındaki tepkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Noam Chomsky: Amerika'nın tepkisi, ABD'nin demokrasiyi sadece ve sadece, bu demokrasi ABD'nin stratejik ve ekonomik hedefleri ile uyum içinde olduğu sürece desteklediğini bir kez daha gösterdi.

Ocak 2006 sonunda Hamas'ın seçimleri kazanmasından bu yana gerçekleşen bazı önemli olayları tekrar gözden geçirmek faydalı olabilir.

12 Şubat'ta, Usama bin Ladin'in demeçleri New York Üniversitesi'nde hukuk profesörü olan Noah Feldman tarafından New York Times'da değerlendirildi. Feldman, Ladin'in nasıl da su katılmadık bir barbarlığın içine gömüldüğünü tasvir ediyordu. Ve şöyle devam ediyordu: "Amerika Birleşik Devletleri bir demokrasi olduğundan, tüm vatandaşlar hükümetlerinin aldığı kararların sorumluluğunu taşıyor, bu nedenle buradaki siviller meşru hedeflerdir gibi sapıkça bir iddia" derken analizini derinleştiriyordu. Hiç şüphesiz tam anlamıyla bir ahlak bozukluğu. İki gün sonra, Times'ın başyazısı tesadüfen, Birleşik Devletler ve İsrail'in de bin Ladin'in ahlak bozukluğuna ortak olduklarını bildiriyordu. Filistinliler özgür bir seçimde yanlış bir şekilde oy kullanarak efendilerini gücendirmişlerdi. Halk bu suçları nedeni ile cezalandırılmalı idi. Muhabirin gözlemlediği kadarı ile "Niyetleri Filistin Yönetimi'ni paradan ve uluslararası bağlantılardan yoksun bırakmaktı"; böylece Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas "yeni bir seçime gitmeye mecbur kalacaktı. Sonunda, Filistinlilerin, Hamas yönetimi altında yaşadıkları hayattan memnun olmamaları dolayısıyla hükümete yenilenmiş ve uysallaştırılmış El-Fetih hareketini getirmeleri umuluyordu." Halkı cezalandırma mekanizmaları ana hatları ile böyle. Makalede ayrıca Condoleezza Rice'ın Filistinlilere yapılan işkenceyi hafifletecek bir harekette bulunmamaları için petrol üreticilerini ziyaret edeceği bildiriliyordu. Kısacası, bin Ladin'in "sapıkça iddiası" Birleşik Devletler tarafından öne sürüldüğünde artık ölümcül bir kötülükten değil, "demokrasinin teşvikine" yönelik haklı bir adanmışlıktan bahsetmiş oluyoruz.[[dipnot1]]

Bu iki makale, benim araştırdığım kadarıyla hiçbir yoruma yol açmadı. Gözden kaçan diğer bir nokta ise bin Ladin'in "sapıkça iddiasının" aslında Amerika'da devletin rutin görevleri ve iş yapma prosedürlerinden biri olduğuydu. Benzer örnekler Şilili seçmenler Allende'yi seçme gafletinde bulunduğunda da yaşanmıştı. "Ilımlı müdahale" ile Şili ekonomisine müthiş bir baskı uygulanmıştı. Sert müdahale sonucunda ise Pinochet gelmişti. Bu duruma uyacak diğer bir örnek ise yüz binlerce Iraklının yaşamına mal olan, ülkeyi harap eden ve muhtemelen Saddam Hüseyin'in kendisi gibi canavarların – ki bunlar çoğunlukla ABD ve İngiltere tarafından sonuna kadar desteklenmişlerdir – yazgısından kurtulmasına neden olan ABD-İngiltere yaptırımlar rejimidir. Aslında bu tam olarak Ladin'in doktrini gibi değil, ondan çok daha sapkın. Şiddet derecesi daha fazla olduğu için değil, hiçbir tahayyülün Iraklıları Saddam Hüseyin'den sorumlu tutamayacağı ortada olduğu için.

En kıymetli örnek ise Washington'un kırk yedi yıl boyunca Küba'ya karşı yürüttüğü terör kampanyası ve Küba'da neden olduğu ekonomik darboğaz. İçerden edindiğimiz bilgiye göre, Eisenhower ve Kennedy yönetimleri "aç Kübalıların artan rahatsızlıklarının" Castro'yu hükümetten düşüreceği inancı ile "Küba halkının rejimden sorumlu olduğuna", dolayısıyla da cezalandırılmaları gerektiğine karar vermişlerdi. Amerikan Dışişleri Bakanlığı "açlık ve umutsuzluk getirmek, sonunda hükümeti devirmek için Küba ekonomisini zayıflatacak her türlü yola hemen başvurulması" gerektiğini bildirmiştir.[[dipnot2]] Bu doktrin hâlâ yürürlükte.

Devam etmemize gerek kalmadan, Filistinlileri demokratik suçları nedeniyle cezalandırmak için bin Ladin'in sapıkça iddiasının benimsenmesinin genel gidişattan bir sapmaya tekabül etmediğini gösterecek yeterli kanıtı buluyoruz.

Birleşik Devletler ve İsrail "niyetlerini" titizlikle uygulamaya dökmeye devam ediyorlar. Örneğin tam da bu yüzden, çok ihtiyaç duyulan bazı sağlık hizmetlerini sağlamaya yönelik bir Avrupa Birliği teklifi, ABD tarafından şu gerekçe ile geri çevrildi: "Uzmanlar bu konuda kaygılı olduklarını belirttiler; zira bu paranın bir kısmı son aşamada hemşire, doktor ve öğretmenlere gidecek olsa da, bir kısmı önceden memur maaşlarına gidecek ve böylece Hamas'a finansman sağlayacaktır." "Teröre karşı savaşın" bir diğer başarısıdır bu olay. ABD desteği ile İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki terörist barbarlıklarına ve diğer suçlarına yenilerini ekliyor. Bazı durumlarda, belki de Hamas'ın can sıkıcı ateşkesi bozmasını sağlamayı amaçlıyor ki, İsrail de "müdafaa" için cevap verebilsin; yine başka bir tanıdık strateji.[[dipnot3]]

Mayıs 2006'da, İsrail Başbakanı Olmert, "Gazze'den çekilme"nin yanı sıra ilan edilen Şaron'un Batı Şeria'daki yayılma projelerini resmileştirmek üzere hazırladığı planı açıkladı. Olmert, Batı Şeria'daki değerli toprakların ve kaynakların (su da dahil) ilhakı ve sürekli daralan Filistin topraklarının tamamen bölünmesini amaçlayan programlara "yakınsama" ("hitkansut") adını koymuştu. Söz konusu programlar, Filistin topraklarını birbirlerinden ve Kudüs'ün Filistinlilere bırakılacak şu ya da bu köşesinden neredeyse tamamen izole edilmiş, İsrail'in Ürdün Vadisi'ni alması, hava sahasını ve bütün dış ulaşımı kontrol altında tutmasıyla kendi içine hapsedilmiş ayrı ayrı kantonlara bölüyor. Müstesna bir halkla ilişkiler zaferi ile Olmert Batı Şeria'dan "geri çekilirken" gösterdiği cesaret için övgüler aldı. Zira kendisi Filistin ulusal haklarının tanınması yönünde en küçük bir umut kalmamasını öngören projesi için son rötuşları da yapmıştı. İnsafsızca ve yasadışı olarak örülmüş "Ayırma Duvarı"nın arkasında yasadışı şekilde ilhak edilen topraklara "yakınsadıkça" terk edilecek olan dağınık yerleşimlerin sakinlerinin "ıstırapları" karşısında feryat etmemiz emredilmişti. Filistin'in yıkımının "tek taraflı" olmaması gerektiği konusunda tek tük ihtarlar yapılsa da, planların uygulanması için gerekli olan milyarlarca doları ödemesi beklenen Washington'un oluru ile İsrail eylemlerine her zaman olduğu gibi devam ediyor. Aslında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın bir teslimiyet belgesinin altına imza koyması daha çok tercih edilecek bir durum olurdu; o zaman her şey yoluna girerdi.

Fiili hapishanelerinde çürüyen Gazze ve Batı Şeria halkı tüm bunları itaatkâr bir biçimde izlemekle yükümlü. Aksi takdirde sadist teröristler oluyorlar.

En son aşama, İsrail ordusunun bir doktor ve kardeşini Gazze'deki evlerinden kaçırması ile 24 Haziran'da başladı. İngiliz basınındaki kısa haberlere göre onlar "tutuklanmıştı". Amerikan basını ise bu konuda çoğunlukla sessizliği tercih etti.[4] Onlar da muhtemelen İsrail hapishanelerindeki diğer 9.000 Filistinli tutukluya katılacak. Bu hapishanelerdeki Filistinli tutukluların 1.000'i hakkında hiç bir suçlama olmadığı söyleniyor; dolayısıyla burada kaçırılmadan bahsediyoruz. Ve geri kalanların birçoğu hakkındaki cezalar da İsrail mahkemeleri tarafından verildi. İsrail'deki bu mahkemeler hukuk yorumlayıcıları tarafından bir rezalet olarak değerlendirilip sert bir biçimde kınanmıştı. Mahkumların arasında sayıları ve durumları pek az ilgi çeken yüzlerce kadın ve çocuk da var. Pek ilgi çekmeyen diğer bir şey de İsrail'in gizli hapishaneleri. İsrail basınına göre bu hapishaneler Hizbullah üyesi olduğundan şüphe edilen birçok Lübnanlı için İsrail'e giriş kapısı oluyor. Bu kişiler sınırın güneyine aktarılıyor ve işkence eşliğinde sorgulanıyorlar. Bazıları Lübnan'daki savaş sırasında yakalanmış, bazıları İsrail inisiyatifi ile kaçırılmış, bazıları ise rehine olarak ele geçirilmişler. Varolan muhtelif kamplardan belki de biri olan, 2003'te tesadüfen keşfedilen 1391 numaralı kamp daha sonra hafızalardan silinmişti.[5]

Bir sonraki gün, yani 25 Haziran günü, Filistinliler Gazze sınırından bir İsrail askerini kaçırdılar. Bu hiç kuşkusuz gerçek bir olay. Okur yazar olan herkes onbaşı Gilad Shalit'in adını bilir ve serbest bırakılmasını ister. Kaçırılan ve adı sanı bilinmeyen Gazzeli siviller ise kimsenin umurunda değildir. Yakalanan askerlere haklı olarak insanca davranılması konusunda ısrar eden uluslararası hukuk, sivillerin de yasadışı biçimde tutuklanmasını tümüyle yasaklar. Nitelikli bir İsrailli gazeteci olan Gideon Levy, İsrail'in verdiği cevabı şöyle tasvir ediyordu: "bombaladı, top mermileriyle dövdü, karartma uyguladı, yıktı ve kuşatmayı zorla kabul ettirdi; en kötü teröristler gibi adam kaçırdı ve kimse sessizliğini bozup tüm bu kahrolası şeyler niçin yapılıyor, hangi hakla? diye sormadı." Ve yazar ekliyordu, "bu tür eylemler gerçekleştiren bir devlet artık herhangi bir terör örgütünden ayırt edilmez hale gelir." İsrail ayrıca Filistin hükümet üyelerini kaçırdı; Gazze'nin elektrik ve su tesisatının büyük bir bölümünü yok etti ve birçok başka suça imza attı. Oy haklarını yanlış bir şekilde kullanan Filistin halkının bu şekilde toplu bir cezalandırmaya tâbi tutulması, Af Örgütü tarafından "savaş suçu" olarak tanımlandı ve kınandı. Çocuklar da dahil birçok masum sivilin ölümüne neden olan, binlerce insana artan bir sefalet getiren, Filistin toplumunda geniş kapsamlı bir hasara neden olacak bu gelişmelerin sonucunda, birkaç gün içinde Birleşmiş Milletler'in Gazze teşkilatı bir "halk sağlığı felaketi" uyarısında bulundu. Bu durum, Gazze gibi yüzde 80'e yakın yoksulluk, yüzde 40'a yakın işsizlik oranının olduğu bir yerde zaten çok önceden beri bir tehlike işareti olarak kendini gösteriyordu. Ve sözü edilen koşullarda çabuk ve ivedi bir önlem alınmaması durumunda durumun hızla kötüleşeceği ortada.[6]

İsraillilerin öne sürdüğü üç talebin Hamas tarafından kabul görmemesi Filistinlilerin cezalandırılmasına bahane oldu. Bu üç talep: Hamas'ın İsrail'i tanıması, tüm şiddet eylemlerine son vermesi ve önceki antlaşmaları kabul etmesi olarak sıralanıyor. New York Times editörleri, Hamas liderlerine talimat veriyorlardı. Öncelikle Hamas "2002'deki Beyrut Barış İnisiyatifi ve Arap Birliği'nde tümüyle kabul gören, Mısır ve Ürdün'ün de onayladığı temel kuralları" kabul etmeliydi. Ve bunun yanında bunu "ideolojik anlamda verilmiş bir taviz olarak değil, gerçek dünyaya adım atmak için bir giriş bileti, yasadışı bir muhalefet olmaktan yasal bir hükümet olmak yönünde bir gelişme katetmek için gerekli bir kural olarak" yapmalıydı – yani bizim gibi.[7]

Fakat söylemedikleri bir şey vardı; o da İsrail ve Amerika'nın bu koşulların hepsini tamamen reddettiği gerçeğiydi. Bir devlet olarak Filistin'i tanımıyorlar; Hamas bir buçuk yıldır tek taraflı bir ateşkese riayet ettiği ve müzakereler iki devletli bir yapılanmada uzlaşma yönünde ilerlerken uzun-dönemli bir ateşkes çağrısı yaptığı halde şiddete son vermeyi reddediyorlar; ve 2002 Arap Birliği'nin anlamlı bir diplomatik uzlaşma için diğer tüm öneriler ile birlikte yaptığı, ilişkilerin normalleşmesi yönündeki çağrısını su katılmadık bir saygısızlıkla görmezden geliyorlar. İsrail, Amerikan'ın siyasetini tanımladığı düşünülen "Yol Haritası"nı onayladığında bile, haritayı tamamıyla anlamsız kılacak on dört "çekince" ekledi. Bunu, Washington'un üstü kapalı onayını alarak ve yorum yazılarında konunun sessizlik içinde geçiştirilmesini sağlayarak yaptı.[8]

Hamas'n seçim başarısı, ABD ve İsrail tarafından hevesle sömürüldü. Önceden müzakereler için bir "karşı taraf" yokmuş gibi yapmak zorundaydılar. Dolayısıyla Oslo Antlaşması'nı imzaladıktan sonra sistematik bir şekilde yapmakta oldukları şeyi yapmaktan, yani Batı Şeria'yı ele geçirme projelerini (önceki eylemlerinin kapsamını hep bir adım daha ileri götürerek) gerçekleştirmekten başka çareleri yokmuş gibi davrandılar. Clinton ve İsrail başbakanı Ehud Barak'ın son yılları olan 2000'de yeni yerleşimlerin inşa edilme hızı doruğa çıkmıştı; sonraki Bush-Şaron yönetiminde de bu hız artmaya devam etti. Hamas hükümetteyken, Olmert ve işbirlikçileri bir "taraf" olmadığı için feryat edebilirlerdi. Bu nedenle, Filistin'in ilhak ve yıkımına devam etmekten başka çareleri yokmuş gibi davranabilirlerdi. Bunu yaparken, belki tek taraflı "yakınsama" ile ilgili birtakım ılımlı çekinceleri olsa da, Batı kamuoyunu kibarca alkış tutacak şekilde biçimlendireceklerine güveniyorlardı; fakat Hamas'ın programları bir çok yönden kabul edilemez olsa da, İsrail'inkinin bir o kadar, hatta daha kötü olduğu, üstelik sadece retorikten ibaret olmadığı gerçeğinin üzerini örtmesini bekliyorlardı. Aslında çok önemli bir fark şuydu: Onlar Filistinlilerin haklarını sistematik bir şekilde reddediyorlardı.

Bu çirkin oyundaki ikinci perde ise 12 Temmuz'da Hizbullah'ın iki İsrail askerini kaçırması ve birkaçını da öldürmesi ile başladı. Bu olay, İsrail'in tüm gücünü kullanarak saldırmasına neden oldu. Bu saldırı sonucu yüzlerce insan hayatını kaybetti ve Lübnan'ın, İsrail işgalleri ve iç savaş sonrası yeniden inşa ettiği yapılarını da yeniden yerle bir etti. Nedenleri ne olursa olsun, Hizbullah Lübnan'a pahalıya mal olacak korkunç bir kumar oynadı. Deneyimli bir Ortadoğu muhabiri olan Rami Knouri'nin de ifade ettiği gibi burada "[sivil nüfusu] koruyabilecek ve zorunlu hizmetleri sunabilecek paralel ya da alternatif liderliklerin" askeri kanatlarıyla birlikte yükselişlerine neden olan süreçlerin ne kadar tehlikeli olabileceğini görüyoruz.[9]

Analizciler olayın nedenleri konusunda ayrışıyorlar. Financial Times'a göre "Hizbullah'ın resmi çizgisi, kaçırmanın İsrail hapishanelerinde kalan birkaç Lübnanlı tutsağın serbest bırakılmasını amaçladığı yönündeydi. Fakat saldırının boyutu ve zamanlaması, İsrail'in iki cephede aynı anda savaşmasını sağlayıp, Filistinliler üzerindeki İsrail baskısını azaltmanın da kısmen amaçlandığını gösteriyordu." Hizbullah'ın, yine sınır ötesi bir baskınla askerleri esir aldığı, bir tutsak değiş tokuşu ile son bulan, Eylül 2000'de gerçekleşen Aksa intifadasına karşı tepkisini ve İsrail'in 2002'de Batı Şeria'da gerçekleştirdiği yıkıcı saldırılara yanıtını hatırlayan bir çok kişi bunu onaylıyor.[10] Diğerleri ise 2000'deki değiş tokuşta gündem yapılan tutsakların bir gerekçe olabileceği iddiasını onaylıyorlar. Buna neden olarak da, Hizbullah'ın asker kaçırma eylemini bu son krizden önce de denemiş olması ve yukarıda bahsedildiği gibi İsrail'in gizli hapishanelerinin varlığı gösteriliyor. Hizbullah uzmanı, Lübnanlı bir akademisyen olan Amal Saad-Ghorayeb, Gazze bağlantısını temel bir veri olarak değerlendiriyor; fakat, "tutsakların ülke içindeki öneminin" ihmal edilmemesi gerektiğini vurguluyor.[11]

Yine bazıları İran ve/ya Suriye'yi temel aktörler olarak ele alıyorlar. İran ve Suriye'nin Hizbullah'ın eylemlerini kontrol ettiği bilinen bir gerçek olsa da, çoğu uzman ve İranlı muhalif bu görüşe katılmıyor. Arap liderlerinin çoğu ise suçu İran'a yüklüyor. Olağanüstü yapılan bir Arap Birliği zirvesinde, Arap liderler olayda İran etkisinin olmasından kaynaklanan endişeleri nedeniyle "Arap kamuoyuna açıkça meydan okumaya" hazırdılar. Dubai'li bir askeri uzman, İran'ın Hizbullah aracılığıyla, "barış sürecinin çökmesine ve Filistinlilerin öldürülmesine" hiçbir tepki göstermeyen "Arap hükümetlerini köşeye sıkıştırdığını" iddia etmişti. Ve işte şimdi, İsraillilere karşı pek çok başarı kazanan Hizbullah vardı." Hizbullah'ın eleştirilmesine Suriye, Yemen, Cezayir ve Lübnan tarafından karşı çıkıldı; Irak hükümeti "çok nadir görülen bir birlik içinde" İsrail'in eylemlerini "suç teşkil eden bir saldırı" olarak nitelendirip kınadı. Ve göreve gelmesi Washington tarafından alkışlarla karşılanan başbakan Nuri al-Maliki, "İsrail saldırılarını durdurmak için tüm dünyayı hızlı bir biçimde harekete geçmeye" çağırdı. Arap liderlerinin "kamuoyuna meydan okumaya" istekli olması, bölgede radikal İslamcı grupları güçlendiren geniş çaplı bir etkiye neden olabilir. Mısır'daki Müslüman Kardeşler Örgütü lideri Mahdi Akef'in Arap devletlerini ani ve sert bir biçimde kınaması dikkate değer bir gelişmedir. Ortadoğulu bilim adamı Fawwaz Gerges'a göre, "Müslüman Kardeşler Örgütü" Mısır'da yapılacak özgür bir seçimi "oy çokluğu ile rahatça alabilir'. Fawwaz'a göre, kollarından biri Hamas olan örgüt, başka birçok yerde geniş bir etkiye sahip.[12]

Pentagon'un Savunma İstihbarat Servisi'ndeki Ortadoğu ve terörizm dairesinin önceki başkanı Emekli albay Pat Lang ise daha geniş kapsamlı bir analiz sunuyor: "Bu temelde bir kabile savaşı. Bir düşmanın varsa ve Hamas'ın önerdiği gibi geçici bir ateşkesi kabul etmek istemiyorsan, yapabileceğin tek şey düşmanı yok etmek. Üç adamın kaçırılmasına karşı İsrail orantısız bir tepki verdi. Fakat öyle görünüyor ki, bu olayın kendisi İsrail'e, kendi kamuoyuna ve ABD'ye sunabileceği zekice bir mazeret sağladı."[13 ]

Amaçlar ve çelişen faktörler üzerine yapılabilecek spekülasyonların bizi gözümüzün önündeki trajediyi göremeyecek kadar körleştirmesine izin vermemeliyiz. Lübnan yok ediliyor, İsrail'in Gazze hapishanesinde hâlâ işkenceler sürüyor; ve çoğunlukla gözden ırak olan Batı Şeria'da, tarihte az rastlanan gaddarca bir olay gerçekleşiyor. ABD ve İsrail, bir ulusu yok etmeye yönelik projelerini tamamlıyorlar.

Bu eylemler ve bunlara Batı tarafından verilen tepki, emperyalist zihniyetin farkına varılamayacak ölçüde derinlerine kök salmış vahşi gaddarlık, burnu büyüklük ve incinmiş masumiyetten oluşan karışımını örnekliyor. Sonuç olarak, iddia edildiği gibi Gandhi'nin kendisine Batı medeniyeti hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, niçin bunun iyi bir fikir olabileceğini söylediği kolayca anlaşılabilir.

Notlar:
1. Noah Feldman, "Becoming bin Laden" (Messages to the World: The Statements of Osama bin Laden kitabının eleştirisi), New York Times Book Review, 12 Şubat 2006, s. 12; Steven Erlanger, "U.S. and Israelis Are Said to Talk of Hamas Ouster," New York Times, 14 Şubat 2006, s. A1.
 
 2. Louis Pérez, "Fear and Loathing of Fidel Castro: Sources of U.S. Policy Toward Cuba," Journal of Latin American Studies 34, sayı. 2 (Mayıs 2002), s. 227–254.
 
 3. Steven R. Weisman, "Europe Plan to Aid Palestinians Stalls Over U.S. Salary Sanctions," New York Times, 15 Haziran 2006, s. A10. Bakınız Tanya Reinhart, "A Week of Israeli Restraint," Yediot Ahronot, 21 Haziran 2006. Bu kalıp için çarpıcı bir örnek de önceden planlanmış 1982 işgalini haklı çıkarmak için yoğun (ve muvaffak olamamış) bir çaba ile Filistin şiddetine yol açmaktı. Buna karşın, Filistin şiddeti Hamas'ın ateşkesini reddeden grupların Gazze'den attığı Kassam roket saldırılarıyla devam ediyor. Bunlar canice ve aptalca eylemler.
 
 4. Jonathan Cook, "The British Media and the Invasion of Gaza," Medialens (UK), 30 Haziran 2006; Josh Brannon, "IDF Commandos Enter Gaza, Capture Two Hamas Terrorists," Jerusalem Post, 25 Haziran 2006; Ken Ellingwood, "2 Palestinians Held in Israel's First Arrest Raid in Gaza Since Pullout," Los Angeles Times, 25 Haziran 2006, s. A 20. Bu konuda Los Angeles Times'ın dışında, sadece Baltimore Sun (25 Haziran) ve the St. Louis Post-Dispatch'de (25 Haziran) birkaç marjinal söz vardı. Ayrıca, ana-akım medya da Shalit'in kaçırılmasını tartışırken bu olaya gönderme yapmayı tercih etmedi. İngilizce yayınlar arasında olayı en ciddi ele alan Turkish Daily News'dı (25 Haziran). (Veritabanı araştırmasını David Peterson yapmıştır)
 
 5. Aviv Lavie, "Inside Israel's Secret Prison," Ha'aretz, Ağustos 22, 2003; Jonathan Cook, "Facility 1391: Israel's Guantanamo," Le Monde Diplomatique, Kasım 2003; Chris McGreal, "Facility 1391: Israel's Secret Prison," Guardian, 14 Kasım 2003, s. 2.
 
 6. Gideon Levy, "A Black Flag," Ha'aretz, 2 Temmuz 2006; Christopher Gunness, "Statements by the United Nations Agencies Working in the Occupied Palestinian Territory," 8 Temmuz 2006; Af Örgütü basın açıklaması, "Israel/Occupied Territories: Deliberate Attacks a War Crime," AI Index: MDE 15/061/2006 (Kamusal), Haber Servisi Numarası 169, 30 Haziran 2006.
 
 7. Baş makale, "A Problem That Can't Be Ignored," New York Times, 17 Haziran 2006, s. A12.
 
 8. Yol Haritası ve 14 Çekince Üzerine İsrail Bakanlar Kurulu Açıklaması, 9 Temmuz 2004, ilk olarak 25 Mayıs 2003'te yayınlandı.
 
 9. Rami G. Khouri, "The Mideast Death Dance," Salon, 15 Temmuz 2006.
 
 10. Roula Khalaf, "Hizbollah's Bold Attack Raises Stakes in Middle East," Financial Times, 13 Temmuz 2006, s. 5; David Hirst, "Overnight Lebanon Has Been Plunged into a Role It Endured for 25 Years – That of a Hapless Arena for Other People's Wars," Guardian, 14 Temmuz 2006, s. 29; Megan K. Stack and Rania Abouzeid, "The Nation of Hezbollah," Los Angeles Times, 13 Temmuz 2006, s. A1; Neil MacFarquhar ve Hassan Fattah, "In Hezbollah Mix of Politics and Arms, Arms Win Out," New York Times, 16 Temmuz 2006, s. I:1; Amos Harel, "Israel Faces a Wide Military Escalation," Ha'aretz, 12 Temmuz 2006; Uri Avnery, "The Real Aim," 15 Temmuz 2006, Gush Shalom sitesinden ulaşabilirsiniz.
 
 11. Mouin Rabbani, Democracy Now!, 14 Temmuz 2006, deşifrasyonuna internetten ulaşabilirsiniz; Saad-Ghorayeb, zikreden Halpern ve Blanford, "A Second Front Opens for Israel," s. 1. [Tutsakların sayısı resmi olarak kabul edilen bir ya da iki tanesi dışında bilinmiyordu. Ana-akım medyada konuya ilk yer veren Ha'aretz gazetesinin köşe yazarı Nehemia Shtrasler'di. Nehemia Shtrasler, İsrail Lübnan'dan çıktıktan sonraki altı yıl boyunca, kimsenin Hizbullah'ın temel talebinde [Lübnanlı tutsakların salıverilmesi] yalnız bırakılmasını doğru bulmadığını yazıyordu. Lübnan Başbakanı, Fuad Siniora, daha iki gün önce bu tutsakların salıverilmesinin antlaşma için temel bir koşul olduğunu söyledi. Samir Quntar'a ek olarak, İsrail'in elinde yıllardır salıvermediği 15 tutsak daha var. Onları yıllar önce ılımlı Siniora'nın ellerine teslim edebilirlerdi. Bakınız. Shtrasler, "A Path to Strengthen the Extremists," Ha'aretz, 21 Temmuz 2006 (İbranice). (22 Temmuz 2006 tarihinde güncellenmiştir.)]
 
 12. Hassan Fattah, "Militia Rebuked by Some Arab Countries," New York Times, 17 Temmuz 2006, s. A1; Dan Murphy and Sameh NaGuib, "Hizbullah Winning over Arab Street," Christian Science Monitor, 18 Temmuz 2006, s. 1; Edward Wong and Michael Slackman, "Iraqi Prime Minister Denounces Israel's Actions," New York Times, 20 Ekim 2006, s. A1; Fawwaz Gerges, Journey of the Jihadist: Inside Muslim Militancy (Orlando, FL: Harcourt Inc., 2006), s. 26.
 
 13. Lang, Dan Murphy'den alıntılandırılmıştır, "Escalation Ripples Through Middle East," Christian Science Monitor, 14 Temmuz 2006, s. 1.