Mayıs ayı, Amerikan askerlerinin ölüm oranı açısından 2004'ten beri en kötü aydı. Nisan ayı ise işgalin başından beri İngiliz askerleri için en kötü aydı. İşgal öncesinde İngiltere'nin Washington büyükelçisi olan Sir Christopher Meyer, Amerikan ve İngiliz askerlerinin hızla geri çekilmesini son dönemde savunan resmi şahsiyetlerden biri olmuştur. Socialist Resistance dergisi adına Piers Mostyn, Bush'un son kozu olan Amerikan birliklerinin "Akın" harekatının yılbaşından bu güne bilançosunu ve Lübnan'daki son gelişmeleri Gilbert Achcar'a sordu.

Gilbert Achcar: "Akın" harekatı, Bush yönetiminin bu planla ulaşmak istediği asıl amacıyla -Irak başarısızlığını bir başarı öyküsüne dönüştürme amacıyla- kıyaslandığında, her şeyden önce bir kan seli akını ve büyük bir hezimet olarak değerlendirebiliriz. "Akın" ile, aslında bir yığın propaganda yoluyla ulaşmaya çalıştıkları şey budur. "Akın" açıkça başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Harekatın asıl amacı Irak'taki politik yakınlaşmaları değiştirip, Amerika'ya yakın bir ittifak kurmak ve Washington'a Irak'ta daha rahat manevra yapma imkanı sağlamaktı. Mukteda el Sadr bütün bu harekatın en önemli hedefiydi. Harekatın başarısızlığını el Sadr'ın bir sure gözden kaybolduktan sonra yeniden ortaya çıkmasıyla ve haberlerde bu kadar ön planda olmasıyla ölçebiliriz.

PM: El Sadr'ın yeniden ortaya çıkmasının önemi nedir?

GA: Her şeyden önce, sözde Akın operasyonun başarısızlığının bir göstergesi olarak görüyorum. Akın'ın hedefi olduğunu bilen el Sadr, yer altına çekilmiş ve yandaşlarına dikkat çekmeme ve Amerikan birlikleriyle direk temastan kaçınma talimatı vermiştir. 2004'te yaptığı gibi ABD birlikleriyle doğrudan çatışmaya girmeyecektir; 2004'de girdiği çatışmaların maliyeti çok büyük olmuştur. 2004'te neredeyse tutuklanacak hatta öldürülecekti, hareketi de askeri olarak yok edilecekti. Dolayısıyla böyle bir şeyi tekrar etmekten dikkatle kaçındı.

Sadr çok temel düzeyde bir ders çıkardı: ABD ile askeri olarak yüz yüze gelmemeliydi, çünkü ABD karşı konulmaz bir ateş gücüne ve cephaneliğe sahipti. Bunun yerine, ABD saldırdığında yapılacak en doğru şey güvenli bölgelere çekilmek, hatta saklanmaktı. Bu en temel gerilla taktiğiydi ve Sadrcılar bunu çok başarılı bir şekilde uyguladılar. Ayrıca sözüm ona "Akın" operasyonu ile ABD birliklerine duyulan nefret bilenirken oldukça kurnaz politik hamlelerle siyasal güçlerini korumayı, hatta arttırmayı başardılar.

PM: Yakınlarda, daha milliyetçi ve anti-sekter çizgide bir konuşma yaptı, sizce bu bir değişikliğe mi işaret etmektedir?

GA: Bence muhtemelen 2005'in sonları ile 2006'nın başlarına kadar gösterdiği politik duruşu tekrar takınması ya da bu duruşa geri dönmesi için uygun bir zamanın geldiği sonucuna vardı. Şubat 2006'daki Samarra saldırısı [Samarra'daki Şii camisine Sunniler tarafından yapılan ve büyük tahribat yaratan sekter saldırı] bir dönüm noktasıydı. Bu olaydan sonra el Sadr'ın anti-sekter Arap-Irak milliyetçisi imajı, sekter Şii milislerinin lideri imajına dönüştü.

Şimdi bir önceki imajını (Arap Irak milliyetçisi imajını) tekrar inşaa etmeye çalışıyor. Muhtemelen politik iklimin, Şiilerin kendilerine yapılan sekter saldırılara verdikleri cevaplarla sekter bir dalganın yoğun bir şekilde yükselmesine izin verdikleri bir yıldan sonra, yeni bir çaba için müsait olduğunu düşünüyor.

PM: Yani kısasa kısas sekter tırmanışın süresini tamamladığını ve Sadr'ın artık daha milliyetçi bir çizgiye gelebileceğini mi söylüyorsunuz?

GA: Evet, kesinlikle. Sadr, muhtemelen, eski imajını yeniden kazanmasının her zamankinden daha acil olduğu şu anda ortalığın biraz yatıştırılabileceğini düşünüyor. Sünni Arap Iraklılara ulaşması lazım, çünkü büyük bir politik harekatın hedefinde kendisinin olduğunu biliyor.

İki kürt lider de yakın zamanda, Maliki hükümetini devirmeye çalışan bir "komploya" karşı uyarıcı açıklamalarda bulundular. Bu "komplonun" tam ortasında bulunan diğer bir isim de ABD'nin atadığı başbakan Iyad Allawi'den başkası değil, ABD ve İngiltere'nin Irak'ta en güvendikleri yardakçısı.

Dolayısıyla Irak'taki durum çok hassas bir hale geliyor. Irak'ta çok kritik bir dönüm noktasındayız ve önümüzdeki haftalar ve aylar oldukça belirleyici olacak. İşte tam da bu anda Mukteda El-Sard politik olarak saldırı konumuna geri dönmeye karar vermiştir. Bu kuşkusuz Sadr açısından çok zekice bir hamledir.

PM: Sunni muhalif guruplardan herhangi bir tepki işareti var mı?

GA: Evet var. El-Sadr'ın yeni çizgisi Sünni Araplar arasında sekter olanların aksine milliyetçilerden genel kabul gördü. El Kaide tipi anti-ABD'ci anti-Şii fanatikleri saymazsak Irak'lı Sünni Araplar arasında iki tip güç hakim: Bir yanda, sekter ve anti-İran'cı fikirlere sahip, Suudilere yakın ve Şii'lere karşı ABD ile işbirliği yapmaya hazır bir kesim.

Ve öte yanda ABD'yi asıl tehlike ve en büyük düşman olarak gören dolayısıyla da anti-ABD'ci Şii güçlerle, tabii ki İran'dan yeterince bağımsız olduğunu düşündükleri güçlerle (çünkü İran korkusu bütün Sünni guruplarda hakim) ittifak kurmaya hazır bir kesim.

İşte Mukteda El-Sadr burada durmaktadır. Son bir kaç yılda kendisine giderek daha fazla arka çıkan Tahran'la pek açık bağlantıları olmasına rağmen belli bir derecede politik özerkliğini hala koruyor, ayrıca ateşli bir bağımsız olduğu da biliniyor. Yandaşları İran'ı eleştiren açıklamalar yapmaktan çekinmiyor. Örneğin geçenlerde Iran ve ABD temsilcileri arasında Irak üzerine yapılan toplantıyı, daha once pek çok Sünni gurubun yaptığı gibi, Iran'ın iç işlerine karışma olarak nitelendirip bunun kabul edilemez olduğunu söylemişlerdir.

PM: Daha once değindiğiniz ABD'nin Akın operasyonundaki başarısızlığı ve tasfir ettiğiniz hassas politik konjonktürü göz önüne aldığımızda, yazın sonuna doğru bir dönüm noktasına gireceğimizi düşünüyor musunuz? Yeniden dirilebilecek bir milli birlik duygusu, Amerika'nın askeri saldırganlığının açık başarısızlıklarıyla birleşip Amerikalıları radikal bir kararın hatta geri çekilme kararının eşiğine getirebilir mi?

GA: O kadar kolay değil. Ben El Sadr'ın ne yapmaya çalıştığından bahsediyorum. Başarılı olabileceğini söylemiyorum. Elbette bir dereceye kadar başarılı olabilir ama bütün bu mücadeleyi kazanarak asıl başarıyı yakalayıp yakalamayacağını şimdiden kestirmek zor. Çok zor durumlarla karşı karşıya.

Allawi operasyonu hala sürüyor. Bu operasyonun amacı ABD desteğinin cazibesini kullanarak mezhepler arası bir politik koalisyon kurup Maliki hükümetini devirerek Allawi'yi Irak'ın kurtarıcısı, "güçlü adam" olarak yönetime geri getirmek. Bu operasyonun başarılı olamayacağına dair her türlü bahse girerim ama yine de böyle bir operasyonu tamamen gözardı edemezsiniz. ABD'nin ve ABD'nin güvenle kendi kontrolünde olduğuna inandığı Irak askeri birliklerinin bir bölümünün (hala öyle birlikler varsa) desteklediği bir darbe ihtimalini göz ardı edemezsiniz.

Ancak kesin olan şey yakın zamanda çok hayati değişikliklerin olacağı. Bush yönetimi için "Akın" harekatı, ya iddiayı iki katına çıkarma ya da pes etme operasyonu. Bush yönetimi ABD'de büyük baskı altında. Demokratların birliklerin geri çekilmesi için bir program oluşturulması için baskı oluşturmak konusunda nasıl yan çizdiklerini görsek de, Irak konusu başkanlık seçimleri için çok önemli ve ABD kamuoyu savaşın devam etmesine karşı tavır almış durumda.

Bush yönetimi görünüşe göre elindeki son kartı oynuyor. Aynı zamanda arkasını sağlama almak için Baker-Hamilton raporu doğrultusunda (başlangıç için çok sınırlı olsa da) muhtemel bir uzlaşma için Tahran'a uzanmaya çalışıyor

PM: Ceplerinde devreye sokabilecekleri başka bir plan yok mu?

GA: Bence yok, bir tek Allawi operasyonu var. Oynayabilecekleri son koz bu.

PM: Peki yeni bir güçlü adamı iktdara getirecek bu planın, Şii kontrolu altında olması dışında Saddam döneminden ne farkı var?

GA: Saddam dönemine dönüş mümkün değil. O diktarörlüğü yeniden kuramazsınız. Irak'taki şu anki durum "İkinci Saddam'ı" oynayacak herkesi çok zor durumda bırakacak ve sonunda da mutlaka başarısızlığa uğratacak bir durum. Şii nüfusun, diktatör kendi içlerinden birisi değilse yeni bir diktatörlüğü kabul etmeye hazır olduğunu düşünmüyorum. Allawi Şiiler arasında bir hain olarak, dahası eski bir Baascı olarak görülüyor. Bence ABD destekli bir diktatör, Şiilerin asırlardır bekledikleri hayallerinden, yani çoğunluk olarak güçlerini arttırmaktan vaz geçmeleri demek olduğu için, Şiilerin böyle bir şeyi kabul etmelerinin imkan dahilinde olmadığını düşünüyorum. Ayrıca İran da oyunun içinde ve en azından bu koşullarla böyle bir senaryoyu kabul etmeyeceklerdir.

Dolayısıyla ABD için Irak'ta kazanmalarını sağlayacak hiç bir strateji ya da koz görmüyorum. Burada soru "ABD kazanacak mı, kaybedecek mi?" değil. Çoktan kaybetmiştir, ve bu kesinlikle geri döndürülemez bir kayıptır. Sorun, daha baştan başarısız olmaya mahkum delisaçması planları uygulamaya çalışmakla Irak'a daha ne kadar zarar verebilecekleridir.

PM: Lübnan'a dönersek, Nahr el Bared Filistin mülteci kampının kuşatılması ve bombalanması sizce küçük bir sünni guruba yönelik göreceli olarak küçük bir gösteri miydi yoksa daha derin bağlantılar da var mı? Amerikan gazeteci Seymour Hersh "Fetih el Ensar"ın aslen Lübnan hükümetince desteklendiğini ve olayların ise bir çeşit "geri tepme" olduğunu iddia etti.

GA: Lübnanla ilgili meselede iki tür "komplo teorisi" var: birincisi, Amerikancı güçler ya da "hükümetteki çoğunluk" güçlerine göre "Fetih el İslam" Suriye ajanları tarafından yönlendirilmektedir. Bu güçlere gore son dönemdeki çatışmalar eski Başbakan Refik el Hariri suikasti sonucu Washington, Paris ve Londra'nın BM Güvenlik Konseyi'ne gitmesiyle oluşan uluslararası mahkemeye karşı kışkırtılmıştır.

Diğer yanda Hersh'in makalesine atıfta bulunan bazı kişilerce ortaya atılan ikinci komplo teorisi ise, "Fetih el Islam"ın bizzat hükümetteki çoğunluk tarafından ve bunların arkasındaki Suudiler ve ABD tarafından yönlendirilmekte olduğunu iddia etnektedir.

Doğru olarak kabul edilecek yalnızca birkaç olgu vardır. Örneğin "Fetih el Islam"ın en önemli lideri Suriye'de hapsedilmiştir, dolayısıyla, olayların BM Güvenlik Konseyi'nde uluslararası mahkeme kurulması kararının alındığı oylamadan hemen sonra alevlenmesi gerçeği dışında, Suriye rejiminin bu gurubun arkasında olduğunu düşündürecek sağlam bir zemin yoktur

Sünni fanatik köktenciliğin resmi ya da gayrıresmi olarak genellikle Suudi güçlerle ilişkili olduğu da bir gerçektir. Bir noktada Hariri bloğunun, Şii karşıtı sekter gelenekten gelen (ve sonunda El Kaide'ye katılmış) ve amaçları Hizbullah'ın temsil ettiği Lübnanlı Şiilerle sonuna kadar mücadele etmek olan bir Sünni köktenci gurupla ilişkileri olmuş olması muhtemeldir. Ancak sadece bununla onların bu gurubu yönlendirdiği yolunda bir çıkarsamada bulunmak oldukça temelsizdir.

Çatışmayı ateşleyen her neyse bir şey çok net: Çatışma çok açık amaçlar için anında kullanılmıştır. Birinci amaç, Lübnan ordusunun en kolaydan başlayarak (ki en kolayı Lübnanlı Şii ve Sunni askerlerin sekter ayrılıklara düşmeden kendilerine karşı kolaylıkla birleşeceği Filistinlilerdir) diğer güçler karşısındaki kabiliyetini test etmek. İkincisi de bu gurupla savaşma bahanesiyle orduyu Kuzey Lübnandaki Filistin göçmen kampına yerleştirerek kontrolü ele geçirmek.

İşte bu nedenle Hizbullah lideri Hassan Nasrallah, Lübnan güçlerinin kampa girmelerini bir "kırmızı çizgi" olarak nitelemiştir. Hizbullah'ın daha once Lübnan ordusuyla dayanışma içinde olduğunu açıklamasına rağmen Nasrallah neden böyle bir açıklama yapmıştır? Çünkü Nasrallah, bu Filistin kampının, Lübnan ordusunun BM Güvenlik Konseyi'nin 1559 nolu (Washington, Londra ve Paris'in desteklediği) önergesinin bir parçası olan bir planı, Filistin kamplarını ve Hizbullah'i silahsızlandırma planını test edebileceği bir deneme alanı haline geldiğini farketmiştir.

Nasrallah, Nahr el Bared savaşının sonunda kendi güçleriyle savaşmaya giden bir yolun ilk adımından başka bir şey olmadığını anladı. Bunu, süregiden çatışmada Lübnan ordusuyla aktif dayanışma gösterisi içine girmiş Washington'un davranışlarına bakarak anlayabilirsiniz: Washington bizzat silah göndermekte ve müttefiklerini Lübnan ordusunun hangi mühimmata ihtiyacı varsa göndermesi için teşvik etmektedir.

PM: Daha genel olarak bakarsak, sizce, geçen yılki savaşın yıldönünüme yaklaştığımız şu günlerde savaşın genel durumu nedir? Ateşkesten bu yana herhangi bir değişiklik oldu mu?

GA: Hayır, durum kesinlikle bir açmazda. Durum tam bir çıkmaz sokak, bu da ortamın çok gergin ve tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Aylardır ülke, yeni bir kanlı savaşı hatta yeni bir iç savaşı ateşleyecek sekter patlamanın eşiğinde.

Hizbullah'ın stratejisi tamamen bataklığa saplanmış durumda. Sebebi de kendi sekter görüşleri ve diğer mezhep gurupları ve mevcut güç odaklarıyla iktidar paylaşma anlayışlarının koyduğu sınırlardır. Beceriksiz bir hamleler serisi sonunda, ki bunda Suriye diktatörlüğüyle kurdukları ittifakın hiç de önemsiz olmayan bir rolü vardır, ülkenin Şii ve Sünni mezhepleri arasında bölünmüş olduğu şu anki duruma gelmesinde katkıları oldu. Geçen yaz Israil saldırılarının başlamasıyla azalmış görünen sekterlik kısa süre sonra yeniden ve güçlü bir şekilde geri geldi. Hizbullahın sekter doğası, Hariri cephesinin, Sunnilerin sekter duygularını apaçık bir şekilde kullanabilmesini kolaylaştırdı. Sonuç olarak bütün süreç bataklığa saplandı ve muhalefet geçen kış başlayan seferberlikle ürettiği politik inisiyatifini kaybetti.

PM: Muhalefet derken, Batı yanlısı hükümete karşı başlatılan, Hizbullah'ın ve Aoun'un başını çektiği hareketi mi kastediyorsunuz?

GA: Şii Hizbullah'ı ve Emel'i, Maruni general Aoun'u ve pek çok diğer küçük gücü kastediyorum. Sekter terminolojiyle söylersek, Şiilerin ezici çoğunluğu, artı Sünni çoğunluğa karşı ittifak içindeki Hristiyanların önemli bir bölümü, artı Dürzi'lerin çoğunluğu ve diğer bir Hristiyan fraksiyon. Lübnan'daki güçlerin görünüşü böyle, sivil savaşın en ateşli olduğu günler kadar sekter.


Bu röportaj, 6 Haziran 2007 de telefonla yapıldı. Gilbert Achcar, savaş karşıtı bir aktivist ve Lübnan’da büyümüş bir akademisyendir. Son kitapları, Noam Chomsky ile yazdığı “Korkutan Güç: Ortadoğu ve Amerikan Dış Politikası” ve Michel Warshawski ile yazdığı “33 Gün Savaşı: Israil’in Lübnan’da Hizbullah’a Karşı Savaşı ve Sonuçları” dır.