Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimine günler kalmış ve Kürt Özgürlük Hareketi’nden bir siyasetçi cumhurbaşkanlığı için adaylığını koymuş olmasına rağmen, bir süredir Kürtlerin önemli bir bölümünün gözü kulağı öncelikle Kürdistan’daki çatışmalarda. Mezopotamya toprakları, uluslararası güçler tarafından desteklendiği açık olan İŞİD güçlerinin barbarca saldırılarıyla karşı karşıya çünkü. Adeta insan türüne düşman bir biçimde hareket eden Sünni çeteler, Kürtler, Türkmenler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler ve Aleviler başta olmak üzere kendileri gibi olmayan tüm bölge halklarını hedef alıyorlar; toplumların kutsal mekanlarına ve binlerce yıllık geçmişe sahip kültürel miraslarına saldırıyorlar; ele geçirdiklerin yerlerde kadınları toplumsal alandan siliyorlar.
İŞİD’in gerçekten bir örgüt olup olmadığı, arkasındaki güçlerin kimler olduğu şaibeli. Örgütün hakkında yazılan çizilenler şöyle bir taranırsa, Şiici Irak yönetiminin Sünnilere yönelik ayrımcı politikalarından beslenen, Afganistan El Kaidesi’nden ipini koparan Irak el-Kaidesi’nin devrik Baasçılarla evliliğinden türeyip aralarında Türkiye’nin de olduğu Sünni hamiler tarafından yol verilen, yer yer Esad rejimi tarafından bile kullanıldığı söylenen, spekülasyona da manipülasyona da açık bir yapı olduğu söylenebilir. Bilindiği gibi İŞİD, yüzyıllardır kullanılan bir savaş taktiğini kullanıyor; barbarlık yaparak hem saldırdığı bölgeyi ele geçirdikten sonra muhaliflerinden temizleme amacını güdüyor hem de çatışmaya dahi girmeden isminin duyulması ile köşe bucak kaçılması gereken bir örgüt olma imajını tesis ediyor. Örgütün Suriye’de canice yapılan Alevi katliamlarında önemli bir sorumluluğu vardı. Irak’ta Musul’u neredeyse kılını kıpırdatmadan teslim aldıktan sonra Sünni şehirlerine hızla yayılmıştı. Bir süredir ise Kürtlere saldırıyor. Ne var ki, İŞİD’in önemli ölçüde tesis ettiği yenilmez barbar imajı, özellikle 2 Temmuz’dan bu yana başlattığı Kobane saldırısı ile büyük çizik aldı. Irak ve Suriye ordularından yağmaladıkları silahları da kullanmalarına rağmen, YPG’nin cesur direnişi karşısında başarılı olmadılar. Kobane’de kılmayı hayal ettikleri bayram namazı cenaze namazına dönüştü. Haseke’ye saldırarak Cizire kantonuna yönelmeleri de yine YPG güçleri tarafından akamete uğratıldı. İŞİD son olarak Rojava’daki saldırılarına Irak’tan bir hat açmak amacıyla Ezidilerin kadim yerleşim birimi Şengal’e saldırdı. Böylece Rojava’dan sonra Güney Kürdistan cephesi de açılmış oldu. Peşmerge, ismi ve Kürt tarihindeki yeri ile tezat bir biçimde hiçbir direniş göstermeden, Musul’u terk eden Irak ordusu gibi Şengal’i terk etti. Şengal Dağı’na sığınan yüzlerce Ezidi açlık, susuzluk ve ölüm tehlikesi ile karşı karşıya.
Hangi ülkede, hangi şehirde yaşarsa yaşasın Kürtler, bir yandan cephede olan bitene dikkat kesilip fedai bir tavırla hareket eden savunma güçlerinin başarısı için dua ederken diğer yandan da birlik ol(a)mayan siyasi partilerini izliyorlar. Gözüken o ki, YPG’nin öncülük ettiği direniş de, Peşmergenin saldırılara karşı kendinden bekleneni göstermek yerine müstakbel devletin bekaasını merkeze alan tutumu da Kürt partilerinin aralarındaki yönelim farklılığından kaynaklanıyor.
Çekişmenin PKK-PYD ve PDK’nin temsil ettiği iki siyasi çizgi arasında gerçekleştiğini, YNK’nin ve Goran Hareketi’nin ise kimi zaman PKK kimi zaman ise PDK ile benzer tutumlar sergilediği görülüyor.
PKK’nin 30 yıllık savaş deneyimiyle, ideolojik ortaklığını açık açık deklare eden PYD’nin örgütlendiği alanlarda askeri altyapının kurulmasına yönelik eğitim sorumluluğu üstleniyor. YPG’nin bu kadar kısa zamanda bu kadar güçlü bir fedai duruş sergilemesinin ardında PKK’nin bölgeye gönderdiği gerillanın desteğinin yanı sıra askeri eğitim ve organizasyon altyapısının kurulmasında aldığı sorumluluğun azımsanamayacak bir payı var. Öte yandan, PKK’nin de PYD’nin de yetkili organlarının yaptıkları açıklamalara göre PYD eşittir PKK denklemi bölgenin, koşulların ve örgütlenen iradenin özgünlüğünü göz ardı eden bir yaklaşım olacaktır.
PKK-PYD çizgisine karşın PDK tarihte belki de ilk kez uluslararası kamuoyu tarafınan destek gören bir Kürdistan kurulması ihtimalini temsil ediyor. Kürdistan’ın hamisi ve başkanı olarak öne çıkan Mesud Barzani’nin, halk arasındaki bir peşmerge önderinden çok bir devlet başkanı portresi çizmesi, halk desteğinden çok diplomasiyi ve uluslararası meşruiyeti öne çıkarması aslında PDK’nin de çizgisini belirliyor. PDK Güney Kürdistan’da Goran Hareketi ve YNK’nin muhalif varlığına rağmen tesis ettiği hakimiyetini korumayı ve Kürdistan’ın diğer parçalarına yaymayı hedefliyor. Ne var ki, taban örgütlenmesi konusunda PKK’nin sahip olduğu deneyime ne sahip, ne de böyle bir çabaya niyeti var. PDK’nin çizgisi, halk arasında örgütlenmektense devlet olma potansiyelinin avantajını kullanarak Güney Kürdistan dışında kalan parçalara elini uzatmayı dayatıyor. Yanı sıra uluslararası alanda yürüttüğü diplomasi faaliyeti ile de puan kazanmaya çalışıyor.
Peki PDK, Kürdistan’ın kurulmasına öncelik verirken Kürdistani bir tavır sergiliyor mu?
HPG Ana Karargah Komutanı Murat Karayılan, Şengal üzerine yaptığı açıklamada, Şengal’e bir saldırıyı beklediklerini, önlem amacıyla askeri eğitimde uzman bir birliği Şengal’e gönderdiklerini, ancak peşmerge güçlerinin birlikten üç gerillayı tutuklayarak Duhok zindanlarına attığını söylüyor.[[dipnot1]] Muhtemelen Rojava’nın askeri örgütlenmesinde öncü rolü oynayan PKK gerillalarının aynı şeyi Şengal’de de yapmasından çekinen PDK, PKK’nin gönderdiği güçleri hakimiyet bölgesine sızma girişimi olarak yorumladı.
Bölgeden FıratNews ajansına haber geçen Nergis Botan, Musul’un kasabası Rabia’da peşmergelerin halkı gözetmeden çekilmesinin yarattığı hayal kırıklığının ardından YPG güçlerinin hem Kürt halkını korumak hem de İŞİD’in Rojava’ya yönelik rahat bir hat açmasının önüne geçmek için bölgeye gelerek çatışmalara girdiğini “Rabia’da 48 saat: Düşkırıklığı ve Kahramanlık” başlıklı haberiyle duyuruyor.[[dipnot2]]
Son dönemde Kürt siyasi partilerinin İŞİD saldırıları karşısındaki tutum ayrılığını muhtemelen en sert eleştirenlerden biri Özgür Politika yazarı Ferda Çetin. Ferda Çetin “Bağımsız Kürdistan, öyle mi?” [[dipnot3]] başlıklı yazısında, PDK’yi Federal Kürt Bölgesi dışında kalan Kürdistan’a yapılan saldırılara sessiz kalmanın ötesinde bir politikayla suçluyor. Ferda Çetin’e göre PDK, İŞİD saldırılarının önünü açarak Rojava’nın zayıflamasını istiyor. Rojava İŞİD tarafınan işgal edilince bölgeye kurtarıcı olarak girmeyi, böylece hakimiyet alanını genişletmeyi planlıyor. Bu eleştri ağır bir eleştiri olmakla birlikte, PDK’nin Kürdistan’a yapılan saldırılar karşısındaki duyarsız ve örgütlü hareket edilmesi gereken anlarda –sözgelimi Cenevre 2 görüşmelerinde– ulusal birliği gözetmeyen tutumu düşünüldüğünde mesnedsiz bir eleştri değil. PDK, devlet mi direniş mi sorusuna önce devlet, sonra direniş cevabını vermiş gözüküyor.
Öte yandan hali hazırda birlikte hareket etme yönündeki çabalar sonlanmış değil. Örneğin Şengal saldırılarının ardından PYD lideri Salih Müslim, yaptığı açıklama ile ortak Askeri Konsey kurulması çağrısı yaptı.[[dipnot4]] YPG’nin Şengal’e müdahalesi Peşmergenin de Güney Kürdistan’daki İŞİD varlığına müdahale etmesine neden oldu. Güney Kürdistan cephesine Goran Hareketi’nin de birliklerini gönderdiği belirtiliyor. Peşmergenin Musul’un doğusunda operasyona başlaması, İŞİD’in Rojava’ya elin kolunu sallayarak gidemeyeceğini, dahası Güney Kürdistan’ın Musul’u da alma ihtimalinin belirdiğini gösteriyor.
Savaşın önümüzdeki günlerde ne getireceği belirsiz. At izinin it izine karıştığı Orta Doğu’da uluslararası güçlerin çelişkileri derinleştirecek ve toplumların birbirini boğazlamasını hızlandıracak adımlar attığını görmek zor değil. Bu koşullarda Kürtlerin belki de her zamankinden daha fazla Kürdistani bir tavra ihtiyacı var. Adına İŞİD denilen katil sürüsünün ise, aldığı onca canın karşılığında en büyük faydası, Kürtleri tabanda çok net bir biçimde duygu ortaklığına itmesi, savaşan Kürt Savunma Güçlerini ise beraber hareket etmeye teşvik etmesi sanırım.