Uluslararası Melbourne Festivali’nin bir bölümünün İsrail devleti tarafından finanse edildiğini öğrenip “Looking for Eric” adlı filmimizi festivalden çekmeye karar verdiğimizde festival yöneticisi Richard Moore’a bu kararımızı açıklayan bir bildiri gönderdik.

Maalesef, bu durum sözlerimizin saptırılmasına neden oldu ve geçtiğimiz hafta Guardian’da “Comment is free” bölümünde “bir sinemacının kişisel siyasi seçiminin bir festivalin lanetlenmesine neden olması… festivallerin temsil ettiği şeye aykırıdır” ve “Loach’ın gerekçeleri kabul edilemezdir” şeklinde ifade bulan yaklaşımla karşılaştık.

Üç sinemacı (bir yönetmen, bir yapımcı ve bir senarist) festivali boykot etme kararı almıştır. Bu karar soyut ve özel bir nedenden değil bir Filistin sivil toplum kolektifinin yapmış olduğu kültürel boykot çağrısına karşılık olarak uzun tartışmaların sonunda aldığımız bir karardır. Bu kolektif, yazarlar, sinemacılar, kültür emekçileri, insan hakları savunucuları, gazeteciler, sendikacılar, kadın örgütleri ve öğrenci örgütlenmelerinden oluşmaktadır.

Bu aşamada Moore, Filistin’in İsrail’e yönelik akademik ve kültürel boykot kampanyasının (PACBI) 2004 yılında Ramallah’ta açıklandığını ve hedefinin, nedenlerinin ve bileşenlerinin internet üzerinden kolayca ulaşılabileceğini bilmesi gerekirdi. PACBI, İsrail devletine karşı boykot, yaptırım ve cezalandırma yönünde çok daha geniş uluslararası bir hareketin parçasıdır.

Bu genişleyen uluslararası hareketi neden destekliyoruz? İsrail son 60 yılda ABD’nin de desteğiyle Birleşmiş Milletler’in, Cenevre Sözleşmesi’nin ve uluslararası hukukun sayısız kararını tam anlamıyla ihlal etmiş, aşağılamıştır. İsrail, Gazze’de geçtiğimiz dönemde yaşanan kıyımlarla daha da açık biçimde ortaya çıktığı üzere şiddet eğilimli ve hoyrat bir devlet olarak görünmektedir. Fosfor silahlarını kullanarak uluslararası hukuku bile hiçe sayabileceğini defalarca göstermiştir.

İsrail dünya kamuoyuyla dalga geçmeye devam ediyor; uzlaşmazlığının en açık örneği uluslararası mahkemenin kararına karşın 2004 yılından beri Filistin topraklarına duvar inşa etmeyi sürdürmekteki kararlılığıdır.

Peki uluslararası kamuoyu ne yapıyor? Hiçbir şey, sadece yakınıp duruyor! ABD ne yapıyor? İsrail devletine yılda 3 milyar dolarlık destek vererek onların “büyük kaygılarını” tanımaya devam ediyor. Bu süre zarfında “sahada” -film için iyi bir isim olurdu- İsrail sömürge güçleri Filistinlilerin evlerini ve topraklarını yıkarak yaşayabilir bir Filistin devleti hayalini yerle bir ediyorlar. Normal bir yaşam sürmek ve temel insan haklarından faydalanabilmek çoğu Filistinli için inanılması güç bir rüya haline gelmiş durumda.

Uluslararası hukukun yenilgisi ve İsrail devletinin cezasız kalması karşısında sıradan yurttaşlar bu boşluğu kapatmak için ellerinden gelen her şeyi yapmak zorundadır. Desmond Tutu “Apartheid’ın sonu geçtiğimiz yüzyılın en büyük başarılarından biridir ancak bunu uluslararası kamuoyunun desteği olmadan başaramazdık; özellikle de 80′li yılların yaptırım hareketi olmasaydı… Son altı aydır benzer bir hareket bu sefer İsrail işgaline son vermek için biçimlenmeye başladı” demişti.

Ramallah’ta boykot, yaptırım, cezalandırma kampanyası kapsamında geçtiğimiz günlerde Naomi Klein İsrail’le Güney Afrika arasında doğru bir karşılaştırma yapılmadığını söylediğinde çok doğru bir noktaya değiniyordu. Klein, “Mesele İsrail’in Güney Afrika gibi olduğunu söylemek değil. Mesele, İsrail’in eylemlerinin apartheid’ın uluslararası tanımına uyup uymadığıdır. Nüfusun göç ettirilmesini, birçok düzeyde hukuku, Devletin resmi katmanlaşmasını da içeren apartheid’ın kapsamına bakacak olursak durumun buna denk geldiğini görürsünüz -ki bu İsrail’in Güney Afrika’ya denk olduğu anlamına gelmez. Tamamen aynı iki devlet yoktur. Mesele bu değildir, bu bir karışıklıktır” demiştir.

Gazze’nin işgalinden kısa bir süre sonra bölgede çalışan bir insan hakları örgütü sorumlusuyla görüştük; İsrailliler sivillerin su ihtiyacını uygun biçimde işlemek için gerekli miktarda kimyasal maddenin geçişine izin vermemekteydi. Bu nüfusun yarısını etkileyen kolektif bir cezalandırmadan başka bir şey değildi.

Bir süre önce bir İsrail üniversitesinde görevli Yahudi siyaset bilimi öğretim görevlisi Neve Gordon şöyle demişti: “Bir apartheid devleti bugün İsrail’i tanımlamak için kullanılabilecek en uygun sözcüktür.” Kendisi de uluslararası yaptırım ve boykot kampanyasını destekleme kararı almıştı. Şimdi işgal altındaki topraklarda bizzat yaşayanların tanıklıklarına başvurmak zorundayız.

Festivallere davet edilen diğer sinemacı ve oyuncuları da festivallere katılmadan önce İsrail yönetimiyle ilişkili olup olmadığını sorgulamalarını, eğer böyle bir durum varsa boykota katılmaları yönünde teşvik etmeye çalışıyoruz. İsrailli sinemacılar değildir hedefimizdeki… İsrail devletinin iştirakidir. Genişlemekte olan bir harekete bu katkı küçük de olsa Afrika örneği önümüzde hep bir örnek olarak durmalıdır.

16 Şubat 2010