Mısır’da neler olup bittiğini anlamak kolay değil. Bunun nedeni, Türkiye’de yaşanan Gezi direnişi sürecinin, odağı tümüyle buraya çevirmiş olması. Mısır’da yaşanan 30 Haziran Tahrir isyanının darbeyle sonuçlanması durumu, tümüyle Türkiye’ye ve Türkçeye tercüme edilerek anlaşılmaya çalışılıyor. İhvan-ı Müslimin AKP, Tahrir isyancıları ise Gezi direnişçileri olarak kodlanıyor ve bu şekilde özdeşlik kuruluyor. Mısırda yaşananları olgular çerçevesinde değerlendirmek yerine siyasi spekülasyon ve kolaycı bir teori giydirmesi tercih ediliyor.
Mısır’la Türkiye’yi karşılaştırmak doğru değil diyenler bile bir süre sonra bu karşılaştırmayı yapmaktan kendini alamıyor. AKP hükümeti de benzer bir davranış gösterip söylemini bunun üzerinden üretiyor. Bu söyleme göre Tahrir isyancıları aslında askeri darbeye neden olmuşlar ve darbeyi desteklemişler, seçimle gelen bir iktidarı darbeyle yerinden etmişlerdi. Dolayısıyla aslında Gezi Parkı direnişi de benzer bir yönelim taşıyordu yani seçimle gelen iktidarı devirmek istiyordu. Böylelikle Gezi direnişçileri darbeci oluyorlardı. Hatta bu iş sadece Türkiye ile de sınırlı değildi, Brezilya, Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde seçimle gelmiş iktidarları devirmeyi amaçlayan uluslar arası bir komplo söz konusuydu. Hükümet ve hükümet yanlısı medya olayı bu minval üzerinden servis etmeyi tercih etti. Buradan bakınca da Mısır’da olup bitenleri anlamak imkânsız hale geldi.
Diğer taraftan Gezi direnişinin kimi bileşenleri Mısırda yaşananları bir darbe değil halk isyanı sonucu gerçekleşmiş bir devrim olarak niteledi. Bu bakışa göre İhvan, AKP’nin birebir kopyası idi ve nasıl AKP burada tüm devleti ele geçirmiş halkına zulüm eden ve Türkiye’yi giderek İslamcılaştıran diktatör bir partiyse İhvan’da aynısını Mısır’da yapan diktatör bir partiydi. Bu duruma dayanamayan Mısır halkı sokağa çıkarak İhvan’a dersini vermiş ve halkın isteğini geri çeviremeyen, aynı zamanda muhtemel bir iç savaşı önlemek isteyen ordu Mursi’yi iktidardan indirmek zorunda kalmıştı. Bu bir darbe değil devrimin devamı idi ve bir diktatöre karşı yapılmıştı.
Gezi direnişinin ulusalcı bileşenleri tarafından düzenlenen ve tüm enerjisini bu direnişten devşiren Gazdanadam festivalinde konuşan Ataol Behramoğlu Mısır “devrimine” selam yollayarak şöyle söylüyordu “Bütün bu değerler karşımızda olanlardan çok uzak şeyler, ne mutlu bize ki biz gerçek Türkiye’yi temsil ediyoruz. Mısır’da çöktüğü gibi Türkiye’deki diktatörlükte çökmeye mahkûmdur.”
Yine Gezi direnişinin özellikle sola yakın bazı bileşenleri; ne olursa olsun darbeyi kınamak ve karşı çıkmak gerektiğini vurguladılar. Ancak darbeyi kınamanın ve karşı çıkmanın Müslüman Kardeşlerin iktidara geldikten sonra yaptığı zulümleri, haksızlıkları ve diktatörleşme çabalarını görmezden gelmek anlamına gelmemesi gerektiğini de sıkça söylediler. Mursi yani İhvan devrime ihanet etmiş, devrimi yapan sol, liberal, seküler kesimlerin oylarıyla iktidara gelmiş olmasına rağmen devleti ihvanlaştırmaya çalışmış, bu kesimleri aşağılamış, otoriteryan bir idareye doğru adımlar atmıştır. Mısır halkı buna isyan ederek devrimin çalınmasına engel olmuştur görüşü dile getirildi.
Yine sol cenahtan, AKP’nin darbe söyleminin peşine takılmamak gerektiğini söyleyip, bunun neden bir darbe sayılamayacağını açıklayanlar oldu. Tipik olduğu ve çokça dile getirildiği için Fikret Başkaya’nın bu konuda yazdıklarına bakılabilir. “ O halde ortaya çıkan bu durumu nasıl okumak gerekiyor? Türkiye’de AKP ve çevresi, onların rüzgarına kapılan liberaller ve bazı ‘sol çevreler’ gibi, ‘seçimle gelen seçimle gitmelidir, bu bir darbedir’ diyenler korosuna mı katılmalı, yoksa, her ne kadar ordu müdahale etmiş olsa bile bu devasa halk kalkışmasını bu kadar kolay mahkum edenlere mesafeli durup, darbe söyleminin karşısına mı dikilmeli. Sanıyorum ikincisini yapmak gerekiyor ama gerekçelendirerek…” (Fikret Başkaya, “Mısır ve devrim/darbe tartışmasına dair”, Birgün Pazar, 14- 07- 2013)
Buralardan bakınca da Mısırda neler olup bittiğini anlamak mümkün görünmüyor. Mısırda, Şubat 2011’den beri çok farklı şeyler oluyor. Burada olup bitenleri ancak, Mısır’ın kendi öznel koşulları, Arap dünyasının içinde bulunduğu durum, İsrail faktörü, ABD’nin Orta Doğu politikaları ve hatta Suriye meselesi gibi çok daha geniş bir skalada değerlendirerek anlamak mümkün olabilir. Bunu yapma iddiasında olmadığım gibi yapabileceğimi de sanmıyorum ama kafamdaki bazı soruları tartışmak niyetindeyim.
Bilindiği gibi Mursi bundan yaklaşık bir yıl önce 30 Haziran 2012’de Cumhurbaşkanı seçildi. Özgürlük ve Adalet Partisi adına seçimlere giren Mursi % 51.73 oy almıştı. Karşısındaki rakip Mübareğin adamı olarak bilinen Ahmet Şefik ise hiç küçümsenmeyecek bir oy oranını % 48.27’yi yakalamıştı. Açıkça Mübareğin adamı olarak biline bir politikacının % 48 gibi bir oy alması, Müslüman Kardeşlerin işinin hiç de kolay olmayacağının açık göstergesiydi. Mübareğin kurduğu sistem, yargısıyla, ordusuyla, burjuvazisi ve medyasıyla olduğu gibi duruyordu ve seçimlerin gösterdiği kadarıyla bir halk desteğine de sahipti.
Bu durumdan epeyce paniklediği anlaşılan Mursi ve dolayısıyla Müslüman Kardeşler işe iktidarlarını pekiştirme telaşıyla başladılar. Çok kısa zamanda Ordu ve yargı kademelerinde çok ciddi değişiklikler gerçekleştirdiler. Ordunun üst kademelerine yeni atamalar yaparak Orduyla uzlaşma yoluna gittiler. İran, Suriye ve İsrail politikaları konusunda ABD ekseninde olduklarını gösteren bir yol izlediler. Dolayısıyla da hem içerde hem dışarıda sağlam iki müttefik yarattıklarını düşünerek kendi pozisyonlarını daha da güçlendirmenin yollarını aramaya başladılar. Temel hedeflerinden bir yargıyı etkisiz hale getirerek dönüştürmekti.
Bu süreçte, Şubat 2011 devrimini gerçekleştiren diğer yapılarla ve halkla ortak hareket etme düşüncesini zorlamadılar. Anayasayı kendi istekleri doğrultusunda hazırlayarak katılımın çok düşük seyrettiği bir referandumda onaylatmayı seçtiler. Cumhurbaşkanının yetkilerini arttırarak, Mursi Mübarekleşiyor söylemine gerçeklik kazandırdılar. İçerde Mısır Ordusu ve dışarıda ABD ittifakıyla kendi iktidarlarını pekiştirebileceklerini düşündüler. Mübareği devirmiş devrimci unsurlarla ortak hareket etmek, ekonomik sorunlarla ilgili tedbirler almak, Şubat devriminin bir parçası olarak iktidarda olduklarını hissettirmek gibi meselleri iktidarlarını pekiştirme sürecinin sonrasına ertelediler. Ordu ve ABD desteğini arkalarına almışken, bu tür “ufak ayrıntılara” sonra bakabileceklerini düşündüler. Mursi yeni anayasa yürürlüğe girene kadar geçerli olmak kaydıyla, yargının yetkilerini kısıtlayan ve kendisine geniş yetkiler veren bir anayasa değişiklik taslağını gündeme getirdi, böylece iktidarını daha da güçlendireceği kanısındaydı. Ancak kazın ayağının öyle olmadığı çok kısa sürede ortaya çıktı.
23 Kasım 2012’de, Mursi’nin başsavcı Abdülmecid Mahmud’u görevden alması ve yaptığı anayasa değişikliklerini protesto etmek için binlerce insan yeniden sokaklara döküldü, Yüksek Yargı Konseyi de protestolara destek verdiğini açıkladı. İhvan’ın Özgürlük ve Adalet Partisi ofisleri birçok kentte ateşe verildi. Bunun üzerine Mursi, anayasa değişikliklerinden kaynaklanan yetkilerini kısıtlayacağını açıkladı. Ancak insanlar anayasa değişikliği ile ilgili talebin tamamen çekilmesi için gösterilerini sürdürdüler. Ancak Mursi, anayasa değişiklik taslağının 15 Aralıkta referanduma sunulacağını açıkladı. Halk yeniden Tahrire akın etti, polis göstericilere saldırdı, çıkan çatışmalarda 11 kişi hayatını kaybetti, binlerce insan yaralandı. Maskeli bazı kişiler Müslüman kardeşlerin ofislerini birçok bölgede ateşe verdiler. Bu olaylar sonucunda Mursi kendisine geniş yetkiler veren değişiklik taslağının tamamen iptal edildiğini açıkladı. Yeni Anayasa için referandum iki aşamalı olarak 15 ve 22 Aralık tarihlerinde yapıldı, katılımın çok düşük olduğu bu iki aşama sonrasında yeni anayasa % 63.8 oy oranıyla kabul edildi. Ancak muhalefet bu anayasanın tamamen İhvan anayasası olduğunu katılımcı bir anayasa hazırlık sürencinin yaşanmadığını vurgulayarak eleştirilerini sürdürdü.
25 Ocak 2013’te, devrimin ikinci yıl dönümünde halk yeniden Tahrire çıktı, çıkan olaylarda yüzlerce insan yaralandı, Port Said Stadyumunda yaşanan katliamdan sorumlu tutulan 21 kişiye idam cezası verilmesi üzerine çıkan olaylarda 33 kişi hayatını kaybetti, cenaze törenleri de kanlı oldu. Polisin ateş açması sonucu yedi kişi daha hayatını kaybetti. Mursi yaşanan gerilimi sona erdirmek için muhalefet partilerini görüşmeye çağırdı. Ancak muhalefet partileri yeni bir hükümet kurulana kadar hiçbir görüşmeye katılmayacaklarını açıkladılar.
26 Haziran 2013 tarihinde Mursi, yaklaşık üç saatlik bir halka sesleniş konuşması yaptı. Bu konuşmayı provokatif ve tehditkâr bulan muhalefet 30 Haziran’da halkı Tahrire çağırdı. 30 Haziran’da Tahrirde büyük bir gösteri oldu, gösteriler kısa sürede diğer kentlere yayıldı. Değişik kesimlerden muhalifler tarafından kurulan Temerrüd (İsyan) hareketi, Mursi’nin istifası için 22 milyon imza topladığını açıkladı. Göstericiler 1 Temmuz’da Müslüman Kardeşlerin Kahire’deki genel merkezine saldırdı. Mursi yandaşları da sokaklara çıkmaya başladı. Bunun üzerine Ordu meselenin siyasi yollarla çözülmesi için 48 saat süre verdi. Muhalif partiler ve en önemlisi Selefi Nur partisi Mursi’nin erken seçim kararı vermesini istedi. Mursi bunu yaparsa sistemi krize sürükleyeceğini söyleyerek, erken seçim ve istifa kararları almayacağını açıkladı. Bu süreçte birçok bakan istifa etti. İstifa eden bu bakanların Mübarek döneminden kalan bürokratlar olduğu iddia edildi. 3 Temmuz’da Mursi muhaliflere görüşme teklif ederek birlikte bir uzlaşı hükümeti kurmayı önerdi ancak Ordu, verilen sürenin dolduğunu söyleyerek yönetime el koyduğunu açıkladı. Aynı gün kimliği belirsiz silahlı kişilerin Mursi yanlılarının üzerine ateş açması sonucu 16 kişi hayatını kaybetti. Ertesi gün bu kez Ordu Mursi yanlılarını taradı ve 50 kişi daha hayatını kaybetti. Bu eylemlerle İhvan açık bir şekilde çatışmaya çekilmek istense de burada başarılı olunamadı ve İhvan çatışmalardan olabildiğince uzak durarak barışçıl yollarla darbeye direneceğini açıkladı. (Mursi dönemi kronolojisi için bakınız: http://t24.com.tr/haber/mursinin-369-gun-suren-iktidarinda-neler-oldu/233511)
Mursi’nin istifasını isteyerek Tahrire akan milyonlar elbette ki daha özgür bir Mısır istiyorlardı. Ancak muhalefet şunu da gayet iyi biliyordu ki Mursi ile uzlaşmanın reddedilmesi ve istifa seçeneğinde direnilmesi demek Ordunun göreve çağrılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla da olması beklenen durum gerçekleşti ve Ordu yönetime el koydu.
Bu süreçte muhalefet, istifa yerine, Mısır’ın demokratikleşmesini sağlayacak somut önerilerle Mursi’nin karşısına çıksaydı, Müslüman Kardeşler buna direnebilir miydi? İhvan’ı daha demokratik ve katılımcı bir modele zorlamak yerine istifaya zorlamak daha akıllıca bir yöntem olarak görülebilir mi? Hadi diyelim muhalefetin Mursi’ye ve Müslüman Kardeşlere güveni kalmamıştı, Mübarek rejiminin devam ede gelen kurumları olan Ordu ve Yargı Müslüman Kardeşlerden daha mı güvenilir bir olasılık olarak görülüyordu? Mısır ekonomisinin % 30’unu elinde bulundurduğu söylenen ordu, söylendiği gibi ekonominin kötü gidişatında rol oynadı mı? Son altı aydır benzin sıkıntısı çeken Mısır’da bu sıkıntı birden bire nasıl sonlandı? Son zamanlarda yaşanan elektrik kesintileri nasıl aniden bitti? Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri neden darbeyi jet hızıyla destekleyip 12 milyon dolarlık bir yardım paketini darbenin hizmetine sundular? Herkes şunu çok iyi bilir ki, Arap dünyasının gözü her zaman Mısır’da olmuştur. Acaba otoriter yönetimlere sahip olan Körfez ülkeleri Mısır’da gelişip oturacak bir demokrasi geleneğinin kendileri için büyük bir tehlike olacağını mı düşündüler?
Neredeyse herkesin ortak görüşü Müslüman Kardeşlerin neo-liberal politikalar izlediği ve ABD yanlısı olduğu şeklindeydi. ABD neden darbeyi destekledi? Olayı darbe olarak adlandırmayarak Mısır’a yapılacak ekonomik yardımın önü açıldı ve söz verilen askeri bombardıman uçakları hemen nasıl teslim edildi? Müslüman Kardeşlerin ipi aslında tam olarak ne zaman ve neden çekilmişti? Darbenin birkaç gün sonrası Esad ile ilişkilerini yeniden kuran ve Esad tarafından canı gönülden kutlanan Ordu nasıl oluyor da İsrail tarafından da destekleniyor? Müslüman Kardeşlere bin kere rahmet okutacak kadar katı İslami görüşüyle bilinen ve Suudi Arabistan destekli Selefi Nur partisi nasıl oluyor da darbenin yanında yer alıyor? Müslüman Kardeşleri Mısır’ı şeriata götürüyor diye suçlayan kesimler yeni anayasanın ve hükümetin oluşmasında en etkin konumlardan birine sahip olan Selefilerin durumunu nasıl açıklayabiliyor? Milyonlarca insan sokağa dökülmüşse o iktidarın meşruiyeti elbette tartışılır ama Adeviye Meydanına toplanan milyonlarca insan Mısır halkı değil mi?
Bu sorular karşısında spekülatif yaklaşımları bırakıp olgusal cevaplar aramamız gerekiyor. Kolaycılığa kaçarak verilen cevaplar ve olgulardan yoksun soyut siyasi yaklaşımlarla Mısır’da neler olup bittiğini anlamak zor görünüyor. Orada bambaşka ve çok boyutlu bir süreç yaşanıyor. Müslüman Kardeşlerle veya direnişçilerle özdeşleşip sadece bir tarafın argümanlarıyla olayı değerlendirmek bize bir şey katmıyor.
Türkiye’den bakıldığında ise yaşanan darbenin pek çok çevre tarafından devrim olarak görülmesi Türkiye siyaseti açısından oldukça düşündürücü bazı tartışmaları yeniden gündemleştirmeyi gerektiriyor. Mübarek döneminin en pespaye kalıntılarından biri olan Ordunun yaptığı darbeyi bile darbe olarak niteleyemeyen bir sol anlayışla ve siyasetle Türkiye’nin nasıl daha özgür bir ülke olma yolunda ilerleyebileceğini de iyi düşünmek gerekiyor.