10 milyondan fazla insan Mısır'da beceriksiz bir diktatöre karşı ayaklandı. Fakat ayaklanma merkeziyetçi siyasetçiler ve din adamlarının desteğiyle askeri-yargısal bir iktidar değişimi ile sonuçlandı. Buna ister darbe deyin, ister kibar darbe, isterseniz de halkın iktidarı, bu etiketlerin hiçbiri müdahalenin niteliğini ve sonuçlarını değiştirmeyecek: halk tarafından geniş destek gören bir askeri yönetim - ki bu yönetimin Mübarek dönemindeki asker-polis-yargı-iş adamları birimleriyle hemen hemen aynı zümre olduğu ve Müslüman Kardeşler ile (sarsak ve yarım yamalak) bir koalisyon yapmış olduğu unutulmamalıdır.

Son yıllardaki Tunus ve Mısır isyanları küresel çapta pek çok aktivistte bunların "lidersiz devrimler" olduğu hayalini uyandırdı. Gelgelelim Mısır sürecince devam eden "devrim, yeniden yapılanma, darbe, demokratikleşme ve otoriteryenizmin" tuhaf karışımı Mısır örneğinden farklı dersler çıkarılması gerektiğini göstermektedir.

Halk kampanyasından elit iktidarının yeninden kuruluşuna

Beklenmedik bir halk kampanyası olan Tamarrud milyonlarca imza topladı ve cumhurbaşkanı Mursi'nin devrilmesini talep etti. 30 Haziran 2013 günü Mısır çapında muazzam kalabalıklar kampanyanın çağrısını güçlendirmek için bir araya geldi. Tahminlere göre 15 milyon insan sokaklara dökülerek Mısır tarihindeki en büyük ayaklanmayı gerçekleştirdi.

İronik bir biçimde protestocular arasındaki belirleyici ruh hali, asker yanlısı bir hal gibi görünüyordu. Hatta açıktan açığa askeri darbe çağrısında bulunan gruplar bile vardı. Protestocular arasında sadece Mübarek yanlısı siviller de yoktu; gangsterler ve oraya üniformalarıyla gelmiş olan Mübarek döneminde görev yapmış güvenlik görevlileri de vardı. Aslında Haziran ayı boyunca şu giderek daha açık bir hale geldi ki, ordu isyanı askeri müdahale için bir fırsata dönüştürecekti (ve askeri müdahaleye karşı daha evvel sert açıklamalarda bulunmuş bazı politikacılar artık bu dolambaçlı yollara olur veriyordu).

Protestoların üstüne konmaya çalışan ve otoriteyi destekleyen başka hegemonik güçler de vardı. Örneğin Körfez entelektüelleri Müslüman Kardeşler’in içine düştüğü sıkıntıdan keyiflendi. Mısır lideri olarak 'gerçek bir Erdoğan' istediklerini söylediler, onun Tayvanlı bir modelini değil... Mursi'ye dönük eleştirilerinin (iktidarı tek elde toplayan, merkeziyetçileştirici, orotitaryen vs.) aynen en sevdikleri bu Müslüman lider için de geçerli olduğunu görmezden geldiler. Dolayısıyla bölgedeki egemenler Mısır krizinden çıkış için tek yolun gerçekten devrimci bir yol kurmak yerine, zaten var olan başka bir patikaya geçmek olduğunu ileri sürdüler.

30 Haziran protestoları boyunca, askeri müdahale çağrılarının yanı sıra, bir takım genel grev çağrıları da yapıldı. Aslında Tamarrud için ulusal çapta ortamı hazırlayan faktör, her ne kadar bu platformda yeterince güçlü bir biçimde telaffuz edilmese de, sınıf faktörüydü. Dahası Tahrir'deki bazı gruplar (6 Nisan, Güçlü Mısır Partisi, Devrimci Sosyalistler) sadece Müslüman Kardeşler’i değil askeriyeyi de açık bir biçimde protesto ettiler. Fakat bunların hiçbirisi (şu ünlü yol haritasını dikte eden tek aktör olarak orduyu ve yeni müttefiklerini bir kenara bırakıp) Müslüman Kardeşler-askeriye koalisyonu dışına çıkan bir yol haritası oluşturamadı.

Ayaklanmanın en hızlı sonucu altı bakanın istifası oldu. Son iki buçuk yılda Mısır'da devrimci bir politik irade oluşmuş olsaydı, o irade bu açılışı büyüterek erken bir zafer ilan etmiş olurdu; yani Mısır'ın Kornilov'larından önce müdahale edip bunu kendi zaferlerine dönüştürebilirlerdi.

Ordu müdahale ettiğinde yapılan birkaç darbe karşıtı konuşma ve slogan, Tahrir'de genele yayılan asker yanlısı atmosfer içinde yok oldu. Anti militarist güçlerin ordu orayı terk edene dek meydandan ayrılmayacağı yönündeki temelsiz iyimserliği ana dinamikleri değiştiremedi. Kimse Tahrir'i bir zamanlar kendilerine işkence eden bu insanlara karşı harekete geçirmedi. Milyonlar sadece ve sadece Müslüman Kardeşler’in meydana girmesini önlemek için oraya tekrar tekrar geldi.

Sonunda Temmuz 2013 sadece popüler olmayan bir cumhurbaşkanının devrilişine değil, deneyimli bir diktatöryel rejimin kuruluşuna da tanıklık etti: Alelacele bir baskı ile yüzlerce Müslüman Kardeşler yanlısı ve karşıtı İslamcı derdest edildi. Birçok televizyon kanalı kapandı. Ve en önemlisi, ordu eski yönetimden gelen, üst yargıdan bir şahsiyeti cumhurbaşkanı yerine geçirdi. Sonrasında gelen katliamlar her askeri darbenin içini dolduran vazgeçilmez unsurlardı.

Yanlış yorumlamalar

Askeri müdahaleye dair ilk tepkilerin çoğunun gözden kaçırdığı önemli bir nokta vardı: Müslüman Kardeşler -ordu koalisyonu altında, Mısır hızlı bir biçimde halk tarafından desteklenen otoriteryen yönetimden, halk tarafından desteklenen totaliteryen yönetime geçiş yaşıyordu. Tahrir aktivistleri bu dönüşümü yavaşlatacak kadar radikal ve iradeliydiler ama ordunun şu tehlikeli “yardım”ı olmaksızın bunu durduracak araçlara sahip değillerdi. Askeri müdahaleye dönük süreç odaklı liberal eleştiriler belli koşullar altında seçilmiş bir başkanın, gelecekte yapılacak tüm seçimleri basit plebisitler haline getirecek totaliter bir rejimin kurulmasına yardımcı olabileceğini göz ardı ettiler. Sokak Mısır devrimini savunmak ve belki de başkanı yeniden göreve çağırmak için harekete geçme ihtiyacı hissetti. Liberal açıklamalarda, kalabalığa dair duydukları belirgin korkudan ötürü sırf bu riskli hareketler değil tüm diğer katılımcı demokrasi formları da reddediliyordu.

En az bu kadar tehlikeli olan bir diğer şey de (iyi niyetli bile olsa) Müslüman Kardeşler -askeriye rejiminin istismarlarını listeleyen ama Müslüman Kardeşler olmaksızın askeriye dayanan bir rejimin getireceği belaları tartışmayı aniden durduran açıklamalar oldu. Askeri darbeyi “ikinci bir devrim” olarak adlandıranlar derhal Müslüman Kardeşlerin otokratik hareketlerine işaret etti. Ama yerine geçecek rejimin bir demokrasiye dönüşme potansiyelini ne şekilde taşıdığını açıklamadılar. (Tamarrud kampanyasını destekleyen daha geniş bir aydın grubu devrilen başkanın yasa dışı hareketlerine odaklandı, fakat bunların, başkan görevden alındıktan sonra askeriye ve yargının hamlelerini nasıl meşrulaştırdığına ya da meşrulaştırmadığına hiç girmediler).

Arapça ve İngilizce’de sık sık telaffuz edilen şu tez, yani “25 Haziran’ı bir devrim kılan tüm faktörler 30 Haziran’a da ikinci devrim demeyi meşru kılıyor” tezi, (daha pek çok başka gerçeklik gibi) şu bariz gerçekliği de göz ardı ediyor: 2013, 2011 değil. Başka bir deyişle iki sene geçti ve bu süreç farklı toplumsal ve siyasal olanaklara kapı araladı. Bu iki yıl boyunca öncelik, seçilmiş iktidarı eski devrim düşmanlarını başa getirmek üzere devirmek yerine, seçilmiş iktidar sahiplerinin gitgide artan otoriteryenliğini engellemek (ya da en azından yavaşlatmak) için halkın iktidarını, alternatif kurumları ve devrimci bir liderliği örgütlemek olabilirdi.

Bazı yorumcular ne askeriyenin ne de Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin (Müslüman Kardeşler karşıtı merkeziyetçi politikacıların koalisyonu), Tahrir’de asıl talepleri demokrasi ve erken seçim olan kitleleri temsil etmediğini söylüyorlar. Bariz bir biçimde askeriye yanlısı olan milyonlar adına yapılan bu yalanlama, siyasetin ana ilkelerinden biri olan bu söyleyişi değiştirmiyor: Kendini temsil edemeyenler, temsil edilirler.                 

İdoloji-siz devrimin meyveleri

Fransız köylülerinin sözlerini anımsatan bu eski deyiş şimdilerde çok moda olan bir romantikleştirmeye, örgütlenmemiş kitleler güzellemesine karşı bizi uyarıyor. Rakip ideolojik kanatlardan (anarşist, liberal, otonomist, postmodernist vs.) gelen çoğul 'anti-temsiller' tezi aynı şeyi söyler: Herhangi bir üst-anlatının ve herhangi bir liderliğin olmadığı yerde çoğulluk kazanır. Bu tez kısa vadede geçerli olabilir. Aslında, Mısır örneğinde, Tamarrud anonimi başlangıçta işe yaradı: Sözcüler (ki kendilerine lider demediklerini vurguluyorlardı) bu sayede partizan popülistler olarak kötülenemediler, şeytanlaştırılamadılar. Dahası insanları ne olmadıkları (yani Müslüman Kardeşler karşıtı oldukları) üzerinden bir araya getirmeleri sayesinde, tabi bir de yaratıcı taktikleri sayesinde, Tamarrud her tür insanı harekete geçirebildi. Yine de harekete geçen insanlar sadece var olan seçeneğe mahkûmdular: eski rejim!

Devrimciler ideoloji, talep ve lider üretmediği zaman, bu, devrimin ideoloji, talep ve lideri olmayacağı anlamına gelmez. Aslında Tamarrud’un kendiliğinden ideolojisinin militarist milliyetçilik olduğu ortaya çıktı. Taleplerinin postmodern bir darbe, liderinin de feloul (yani eski rejimin kalıntıları) olduğu… Lidersiz olduğu iddia edilen bir devrimi bekleyen tehlike işte budur: savaşılan kurumların ana kurumsal alternatifleri tarafından el konulmak.

Artık küresel çaptaki 2011-2013 dalgasından çıkan dersleri küreselleştirme zamanı. ABD ve Mısır’la başlayalım. Bu örneklerden öğrendiğimiz şey, hareketlerin ideolojisi, gündemi, talepleri ve liderleri olmadığı (ya da olmadığı iddia edildiği) zaman, hareketler iki yöne gidebilirler: ya yok olurlar (Occupy hareketinde olduğu gibi) ya da başkalarının gündemine alet olurlar.

Enteresan zamanlarda yaşıyoruz. 1980’den 2010’a kadar uzanan iç karartıcı 30 yıldan farklı olarak, Arap sloganın da dediği gibi “halk sistemi devirmek istiyor”. Ve sistem de çok büyük ihtimalle devrilecek, sadece Mısır’da değil dünya üzerinde daha pek çok yerde. (Beyaz Saray’dan kolonilere kadar mevcut liderlerin ve elitlerin ne kadar reaksiyoner ve reform karşıtı olduğunu unutmayalım. Bariz bir biçimde, New Deal tarzı, aslında devrimi soğurabilecek çerçeveleri istemiyorlar ya da hayal edemiyorlar).

Gelgelelim, sistemin devrilmesi yeterli değil. Yerine ne koyacağız? Cevap vermekten kaçınıyorduk (üst anlatıların öldüğü iddia ediliyordu ya; tamam, bütün üst anlatılar da değil tabii ki, liberalizm yaşıyor sonuçta). Şimdi uyanma ve şunu fark etme zamanı: Eğer somut alternatifler (ve bunları uygulayacak örgüt ve kurumlar) üretmezsek, sistemin devrilmesi iyi bir dünya kurulacağı anlamına gelmeyecek.

Lider dolu devrimler

Şimdi ne olacak? Mısır ordusu neoliberalizm, Amerikan yanlısı bir dış politika ve kendisini ispat etmiş otoriteryenliğini bırakmayacak. Solun çoğu kesiminin zaten ordudan hiçbir beklentisi yok; bu konuda tartışma ihtiyacı bile duymuyorlar. Ama Müslüman Kardeşler bir senelik iktidarı içinde milyonlarca insana nasıl yabancılaştıysa, “yeni” askeri rejim de (ki devrimci bir ayaklanmayı iç ederek kendine yeni bir cila çekmişti) naif demokratik beklentilerle darbeyi destekleyenlere gerçek yüzünü gösterecek. Sırtını demokrasiye dayayan otoriteryen “yeni” rejimin, yani ordunun, kuracağı en muhtemel şey ise üçüncü devrimci ayaklanmaya giden yolu döşemek olacak. Sol (sırf sosyalistler, anarşistler, komünistler ve feministler değil, sol liberaller ve sağ kanat İslamcılar) orduya karşı duyulan kaçınılmaz hoşnutsuzluğu örgütlemek için müdahale vaktini kaçırmamalı. Solun militer demokrasiye ve muhafazakar-totaliter demokrasiye karşı somut alternatifler üretmesi gerekiyor. Son üç yıllık deneyime dayanarak, kendi alternatif vizyonunu üretebilecek liderliği, kurumları ve halk iktidarını inşa etmesi gerekiyor.

***

Lidersiz devrimin sonunun gelmesi Mısır devrim sürecinin sona erdiği anlamına gelmiyor. Ama insanların, bir gündem olmadan, alternatif bir platform olmadan, bir ideoloji ve liderler olmadan iktidarı ele geçirebileceği safsatasının sonu geldiği anlamına geliyor.

Lidersiz devrimin statüko ve bir lider kültü ile sonlanan devrimler yerine geçemeyeceği ortaya çıktı. Belki de ihtiyacımız olan şey lidersiz devrimler yerine lider dolu devrimlerdir.

Cihan Tuğal California Üniversitesi, Berkeley, Sosyoloji Bölümü’nde doçent. Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi adlı kitabın yazarı.