Eski başbakan Refik Hariri suikastinden sonra Lübnan’da durum nedir? 

Suikast, Suriye’nin Lübnan’daki varlığı ve Lübnan üzerindeki etkisine karşı ABD ve Fransa tarafından yürütülen kampanyanın daha da yoğunlaşmasına neden oldu. Bu baskı Suriye askerlerini geri çekilmeye zorlayan Lübnan’daki kitlesel hareketliliği kendine temel almıştı. Şu an için Detlef Mehlis tarafından yürütülecek bi BM soruşturma üzerinde odaklanmış durumda. Mehlis Suriye rejimi ve Suriye destekli Lübnan Devlet Başkanı Emile Lahoud'u hedef almaktadır. 

Suriye’nin bastırmasıyla Lahoud’un devlet başkanlığı süresini uzatmaya yönelik Lübnan anayasasında yapılan bir değişiklikten sonra ABD ve Fransa Lübnan’a daha fazla karışmaya başladı. Washington ve Paris BM Güvenlik Konseyi’nden Karar 1559'u (Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesi ve tüm askerlerin silahsızlandırılması) geçirdi. Tüm askerlerin silahsızlandırılması talebinin ana hedefi Suriye ile ittifak halindeki ve İsrail’in Lübnan’dan çıkarılmasında kilit bir rol oynayan Şii askeri grup olan Hizbullah’tı.    

Şu an durum oldukça gergin. Lübnan siyaset arenası Suriye ile ittifak halinde olan güçler ile ABD’ye ve ABD, Fransa ve Suudi Krallık himayesindeki güçlere düşman olan güçler arasında bölünmüş durumda. ABD himayesindeki koalisyonun esas lideri Hariri’nin oğlu. Son seçimlerden sonra, Lahoud parlamentodaki üstünlüğünü bu koalisyona kaptırdı.  

Suriye’nin Lübnan’daki çıkarları nelerdir? 

Suriye Lübnan’a 1976’da Washington’un yeşil ışık yakmasıyla girdi. 1975’te başlayan Lübnan iç savaşında Washington, Filistin güçleri ve Lübnan solu ittifakı tarafından yenilgiye uğratılma tehlikesi içinde olan gerici sağ kanat Hıristiyan militanlara arka çıktı. Eğer Lübnan bu ittifakın eline düşseydi bu Washington için tam bir kabus olurdu. Bu nedenden dolayı Filistin-Lübnan güçleriyle şiddetle çarpışan Suriye’nin müdahalesini desteklediler. 

Suriye ülkede ‘düzeni’ sağlama yoluna gitti - ve bu rolü uluslararası topluluk, özellikle de ABD, ile pazarlıklarda koz olarak kullandı. Ayrıca Suriye askeri bürokrasisinin Lübnan’da, Çin ekonomisinin liberasyonundan önce Hong Kong’un Çin’de oynadığına benzer bir rolü oynamak gibi bir ekonomik çıkarı vardı. Dahası, Suriyeli bürokratlar her tür karaborsacılığı organize edebiliyor, Lübnan ve Suriye’den talan ederek biriktirdikleri paraları Lübnan bankalarında aklıyor ya da yurtdışı hesaplarına transfer edebiliyorlardı.   

Lübnan’daki Suriye varlığının oynadığı politik rol bölge şartlarıyla beraber değişti. 1970’lerin sonlarında, İsrail Güney Lübnan’ı işgal etti ve Mısır ile bir barış anlaşması imzaladı. İsrail ABD tarafından izole edildiğini hissetti ve ABD’nin Lübnanlı Hıristiyan müttefikleriyle ve İsrail ile çarpışarak mücadeleye girişti. Bu durum 1982’de İsrail’in Lübnan’ın büyük çoğunluğunu işgal etmesiyle sona erdi. 1990’dan sonra durum tekrar değişti. O ana kadar Suriye’nin esas destekçisi olan SSCB çöküyordu. Irak’ın Kuveyt'i işgal etmesinden sonra, Şam bir U-dönüşü yaparak Irak ile savaşmak için ABD önderliğindeki koalisyona katıldı. 1990’lar aynı zamanda 1989 Suudi destekli bir anlaşmanın yürürlüğe konmasıyla Lübnan iç savaşının sonlanmasına da tanıklık etti. Suriye güçleri sonrasında durumun stabilizasyonunda anahtar bir rol oynadılar. 

Fakat 2003’te Suriye rejimi, genç Bush’un Irak savaşını desteklemeyi reddetti. 1991’de Suudi Krallığı, Mısır ve Suriye’nin de dahil olduğu birçok Arap ülkesi savaş koalisyonuna katılmıştı. Fakat 2003’te savaşa karşı çıkanlar sadece Fransa ve Almanya gibi batılı müttefikler değildi. Hiçbir Arap ülkesi asker göndermedi. Dahası, Şam savaş karşıtlığının solistiydi. Misilleme olarak Washington, Lübnan’ı Suriye’ye baskı aracı olarak ve işgal edilen Irak topraklarının kontrolünde ve Lübnan Hizbullahı’nı terbiye etmek için Şam’ın doğrudan işbirliğini kazanmaya çalışmak için kullandı. 

Bush yönetimi, Suriye rejimini sık sık Iraklı isyancı kuvvetlerin Suriye topraklarından yönetilmesine izin göz yummakla suçladı. ABD, Suriye’ye Irak sınırını tamamen kapatması çağrısında bulundu. Şam elinden gelenin en iyisini yaptı; ama, bu görevin tam anlamıyla gerçekleştirilmesinin imkansız olduğuna ve ABD’nin de kendi Meksika sınırını tam olarak kapatamadığına işaret etti. Suriyeli yöneticiler, kendi rejimlerinin çöküşünü ABD’nin içeriden hızlandırmaya çalıştığına inanıyorlar. Irak’taki bataktan dolayı ABD’nin Suriye’yi işgal etmeyi tasarlamadığını biliyorlar. Dahası, Suriye’de önemli bir petrol zenginliği olmadığı için, ABD’nin Suriye’yi işgal etmeye pek de niyeti yok. Fakat Suriye hükümetinin kontrolü, ABD egemenliğindeki bölge düzeni için önemli. 
 

Lübnan’daki esas politik aktörler kimlerdir?

Lübnan’da faaliyet gösteren karmaşık bir güç yelpazesi var. Fakat 4 temel güçten söz edebiliriz.  

Birincisi, Devlet Başkanı Lahoud ve Suriye karşıtlığıdır. Bu, Velid Canbulat’tan (sol-kanat ittifakının başı Dürzi lider) Sabra ve Shatila katliamlarının sorumlusu en sağ-kanat Hıristiyan güçlere kadar giden oldukça geniş bir koalisyondur. Ayrıca bu koalisyon, Hariri’nin Sunni destekçilerini ve hatta bazı sözde solcuları bile kapsıyor. Bu güçler geçen Parlamento seçimlerinde Suriye ve Lahoud karşıtlığı temelinde ortak bir aday listesi çıkartmıştı.  

İkincisi, çeşitli yerel ve dini guruplardan çekilen Lahoud ve onun Suriye taraftarı destekleyicileridir. Her ne kadar Devlet Başkanlığı’nı Lahoud elinde tutsa da doğrudan destekleyicileri ve müttefikleri şu anda küçük bir azınlık. Başkanlığı, hâlâ elinde kalan iki güce dayanıyor.

Üçüncü güç Michel Aoun etrafında örgütlenen harekettir. Aoun, 80’lerde Lübnan Ordusu’nun komutanıydı ve 1990’da Suriye tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgün edilmeden önce 1988’den sonra Lübnan’ı yönetmeye çalışmıştı. Aoun—Canbulat’ın taktığı isimle ‘Napolaoun’—bu yıl seçimlerden önce Lübnan’a döndü. Aoun en şiddetli Suriye karşıtı konumun temsilcisi olmasına ve özellikle Lübnanlı Hıristiyanlar arasında önemli bir seçmen desteğine sahip olmasına rağmen, Suriye karşıtı ittifaka katılmayı onları asi ilan ederek reddetti. Kendisi başkanlık için yeterli güce erişinceye kadar şimdiki Devlet Başkanı’nı yerinde tutmanın kendi çıkarına olduğunu görüyor.   

Dördüncü güç, popüler güç bakımından ülkede ikinci gelen, İran ve Suriye tarafından desteklenen Şii ittifakıdır. Bu fundamentalist Hizbullah’ı ve komünalist Amal’ı içermektedir.  

Küreselleşme karşıtı ve savaş karşıtı hareketlerin Lübnan’da oynadığı rol nedir? 

Hakkında konuşulacak önemli bir küreselleşme karşıtı hareket yok. Bazı STÖ’ler var, ama onlar daha çok marjinal. Bu, kısmen solun zayıflatılmış durumundan kaynaklanıyor. 1982 İsrail işgali Lübnan solunu silahsızlandırarak ve silahlı Filistin örgütlerini kovarak ve böylece de Lübnan çatışmasının toplumsal yozlaşmasını artırarak ve solun marjinalleşmesine katkıda bulunarak Lübnan soluna ağır bir darbe indirmiştir.  

Lübnan Komünist Partisi binlerce üyeye sahipti, ki bu 3-4 milyonluk bir ülke için oldukça iyi bir sayıdır. 1970’lerde sürekli büyüdü ve Arap dünyasında nüfusa oranla en büyük KP haline geldi. Fakat SSCB’nin çöküşü partiye çok büyük  bir ideolojik darbe indirdi. Lübnan’da bugün kendisine komünist diyen hâlâ birkaç bin kişi var; ama, fraksiyonlara bölünmüş ve örgütsel olarak da zayıflar. En büyük fraksiyon Şii koalisyonunun konumuna yakınken diğerleri Suriye karşıtı ittifakta yer alıyor. 

Savaş karşıtı harekete gelince, en geniş ABD karşıtı güç yüzbinlerce insanı harekete geçirebilen Hizbullah’tır. Fakat Hizbullah Saddam rejimine sempati duymadı, çünkü Saddam Iraklı Şiiler üzerinde baskı uygulamıştı. Bunun anlamı, bazı gösteriler yapılmış olsa da Irak'ın işgaline karşı büyük bir hareket olmadığıdır.

Şu anda insanlar Lübnan’a—kendi durumlarına—odaklanmış durumda. Irak’ta neler olduğunu herkes izliyor, ama onlar için asıl mesele Suriye’de neler olduğudur—ve daha düşük ölçüde İsrail/Filistin’de neler olduğu.  

İsrail/filistin resmin neresinde duruyor? 

Suriye ve ABD’den sonra, İsrail Lübnan’daki durumu etkileyen en önemli faktördür. Lübnan’da - 1975’te kitlesel olarak dahil oldukları iç savaştan günümüze - hatırı sayılır bir Filistinli nüfusu bulunuyor. Israil’in desteklediği Hıristiyan güçler silahlı Filistin örgütlerini kovmak ve Filistin kamplarının kontrolünü ele geçirmek istedi. Şimdilerde Filistinlilerin Lübnan’daki varlığı hâlâ bir sorun olmakla beraber artık temel mesele değil. 

1982 İsrail işgali ve sonraki dönem ülkedeki Filistinli güçleri önemli ölçüde zayıflattı ve geriye kalan güçler esas olarak Suriye’nin uzantıları olarak düşünülebilir. Israil şimdi daha çok Hizbullah üzerine konsantre olmuş durumda. Lübnan’ın güneyini bombalamaya kaldığı yerden devam ediyor ve ABD ile ittifak halinde Şii örgütünün silahsızlandırılması için baskısını artırıyor. 

Lübnanlılar’ın Filistinliler ile ilgili olarak gerçekten kaygılandıkları şey Filistinliler’in genel yerleşim sorunudur. Lübnan’daki Filistinliler’e ne olacak? Çoğu Filistinli, 1948’den beri, gerek yarım yüzyılı aşkın bir süredir Lübnan’da yaşamasına gerekse Lübnan’da doğmuş olmasına rağmen hâlâ mülteci kabul ediliyor. Hatta temel haklardan bile mahrumlar - sanki daha geleli birkaç hafta olmuş gibi. Avrupa’daki göçmen bir işçi Lübnan’daki bir Filistinli’den daha çok hakka sahip. Filistinliler’in işgücü Lübnan kapitalizmi tarafından kolayca sömürülüyor.    

FKÖ liderliği ve Lübnan solu bu durumdan bir noktaya kadar sorumludur. Lübnan’da asla Filistinlilerin yurttaş ve çalışan olarak hakları için mücadele etmediler. Filistinliler’e her zaman ülkelerine dönmeyi bekleyen mülteciler gözüyle baktılar ve onların Lübnan’daki varlıklarının geçici olduğu yönündeki konsensüsü kabul ettiler.  

Doğru tavır bir yandan Filistinlilerin geri dönme hakkı dahil meşru hakları için yürüttüğü mücadeleyi desteklerken, öte yandan da Lübnan’da kalan Filistinlilere haklarda tam eşitlik sağlanmasını talep etmekti - tıpkı Suriye ve Ürdün’de olduğu gibi.    

Lübnan’da olaylar nasıl gelişecek? 

2005 Aralık ayında BM Güvenlik Konseyi son Mehlis raporunu yayınlayacak. Akla yatkın hiçbir kanıta dayanmayan birçok suçlamayla dolu geçici bir rapor zaten yayınlanmıştı. BM'nin, ve özel olarak ABD ve Fransa’nın raporu kendi müdahaleleri için bir araç olarak kullanacakları açık. Karar 1559 ile BM Güvenlik Konseyi, başka devletlerin iç işlerine müdahale etmeyi yasaklayan BM tüzüğünü açıkça ihlal etmiş oldu.   

Ayrıca çifte standartların da iş başında olduğu açıkça ortada. Dünyada birçok siyasi suikast gerçekleştirildi, ancak sadece Hariri’ninki BM’nin bir soruşturma açmasına neden oldu. 1967 yılı Kasım ayında İsrail’in aynı yılın Haziran ayında işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep eden bir BM Güvenlik Konseyi Kararı çıkarıldı; ancak, Karar 1559'da yapmaya çalıştıkları gibi, Güvenlik Konseyi bu kararı asla yürürlüğe koymaya çalışmadı.  

Lübnan’da ne olacağı büyük ölçüde Washington’da alınan kararlara bağlı. Lübnan muhalefeti parlamentoda artık çoğunluk. Devlet Başkanı’nı henüz yerinden etmeyi denemedi çünkü genel politik durumun netleşmesini ve Washington’un Suriye rejimiyle bazı anlaşmalar yapıp yapmayacağını görmek istiyor. Eğer Suriye ile bir anlaşma olmazsa, muhtemelen muhalefet Devlet Başkana’nı istifaya zorlamayı deneyecek ve yerine başka birisini seçecektir. 

Sonra Hizbullah’ın silahsızlandırılması var. Bu, Karar 1559'un Kararın önemli bir parçası, ancak hali hazırda liderlerinin çoğuna suikast düzenlemiş olan İsrail tarafından tehdit edildiklerini hisseden Hizbullah silah bırakmaya gönüllü değil. Eğer silah bırakırlarsa Lübnan Ordusu tarafından korunmayacaklarını biliyorlar. Öte yandan, Hizbullah büyük bir iç savaş ya da dış ülkelerden gelecek bir işgal olmaksızın şiddet yoluyla silahsızlandırılmak için oldukça güçlü. Bu da Washington’un neden Suriye’nin Hizbullahı “barışçıl” yoldan silahsızlandırmasına ihtiyaç duyduğunu açıklıyor.  

Uzun vadede, Lübnan’ın geleceği Suriye'deki gelişmelere bağlı. Eğer Suriye’deki rejim dengesini yitirir ya da çökerse, bu Lübnan'ı son derece kötü etkileyecektir. İç savaş tekrar başlayabilir ve bu çok kötü olur, zira ülke yıllardır zaten kan ağlıyor.      

Tüm bunlar Washington’un dış politikasının Ortadoğu’ya ne kadar zararlı olduğunu gösteriyor. Hali hazırda Irak tam anlamıyla bir iç savaş tehditi altında. Washington Suriye’nin dengesini bozuyor. Bu, Lübnan’da kargaşaya neden olabilir ve Hizbullah üzerindeki baskı da iç savaş çıkmasına neden olabilir. Eğer kendi başlarına bırakılırlarsa Hizbullah’ın silahlanması meselesi dahil yerel sorunlar Lübnanlı politik güçler tarafından bir tür uzlaşmayla ve barışçıl bir çözümle noktalanabilir. Washington özgürlük ve demokrasi getirdiğini iddia ediyor. Fakat Lübnan birkaç on yıldır görece özgür bir seçim ortamına sahipti ve Suriye’yi Lübnan’dan çıkaran kati faktör Hariri suikasti sonrasında oluşan kitlesel hareketti, ABD’nin yaptığı herhangi bir şey değil.   

Bölgede hiç umut görüyor musunuz? 

Umut sadece yerel siyasi güçlerin üzerinde inşa edilebilir. Sorun şu ki, bu güçlerin büyük çoğunluğu yozlaşmış. Önemli bir aktör olabilecek sağlıklı bir sosyal hareket Lübnan’da yok. İnşa edilmeyi ya da yeniden inşa edilmeyi bekliyor. Bu arada sahip olabileceğiniz en iyi umut, henüz en kötüsünün başımıza gelmemesi ve ülke yeniden iç savaşa girmemesidir.

Yazar Hakkında

Gilbert Achcar Lübnanlı’dır ve 1983’e kadar orada yaşamıştır. Şu an Berlin’de yaşamaktadır ve Paris 8 Üniversitesi’nde politika ve uluslararası ilişkiler dersleri vermektedir. Le Monde Diplomatique ve Znet’e sıklıkla katkıda bulunan Achcar’ın uluslararası politika ve Ortadoğu üzerine “The Clash of Barbarisms” (Mart 2006’da ikinci basımı yapılacak) ve “Eastern Cauldron” (2004) dahil birkaç kitabı bulunmaktadır.

Bu röportaj Phil Butland tarafından Berlin, Achse des Friedens için yapılmıştır.