Mısır’da, Ocak ve Şubat 2011’de Mübarek’i deviren halk ayaklanması yeniden başladı. Tahrir Meydanı’nın yeniden işgal edildiği, milyonların krizden ötürü sokaklara çıkıp Başkan Mursi ve Müslüman Kardeşlerin iktidardan ayrılmalarını ve devrimci sürecin devam etmesini talep ettiği bu gösterilerde Mısır, Pazar günü bir kez daha bütün tahminleri yanılttı. Gösterilerin çoğunun barışçıl seyretmesine rağmen, sağlık bakanlığının yaptığı açıklamaya göre Pazar gününden bu yana muhalifler ve Mursi yanlıları  arasında çıkan çatışmalardan ötürü en az 16 insan öldü ve 781 insan yaralandı.

Doğrulanmayan açıklamalara ve politik olarak şekillenmiş olma ihtimali olan askeri kaynaklara göre, 14 milyon kadar insan Pazar günü hükümete karşı yürürken yüz binlerce Müslüman Kardeşler yanlısı da Mursi’yi desteklemek ve savunmak üzere çeşitli karşı gösterilerde bir araya geldi. Mısırlı araştırmacı Michael Anna’ya göre, Pazar günü gerçekleşen protestoların eşi benzeri görülmemişti ve görünüşe bakılırsa Mübarek’i deviren 18 günlük ayaklanmanın boyut ve kamsamını aşıyordu.

Hanna’ya göre bu hareketlenmenin ölçeği çok daha etkileyici çünkü “aşağıdan yukarıya doğru, tabandan örgütlenme çabasının biri ürünü ve siyasi muhalefet liderleri tarafından yönlendirilmiyor.” “Siyasi liderler bir anlamda bu akıntıya kapılmış durumdalar. Gösterileri organize edenler yaratıcı ve gayretliler, fakat maddi kaynak ve siyasal örgütlemeden yoksunlar. Yine de, ülkenin mevcut rotasına ve liderine karşı bu denli büyüyen derin bir bıkkınlık ve inanç kaybı olmasaydı, bu genişlikteki halk seferberliği meydana gelemezdi.”

Gösteriler için ilk çağrıyı yapan taban hareketi Tamarrud (İsyan) kampanyası, tüm ülkede 22 milyondan fazla Mısırlı’dan Başkan Mursi’nin istifasını talep eden imza topladıklarını açıkladı. Mursi’nin iktidardan düşürülmesini ve yeni bir anayasa sürecini destekleyen bu kampanya, El-Mahalla El-Kubra şehrinde greve başlayan işçilerle dayanışma içerisinde, yorulmak bilmeden yıllarca örgütlenen ve 25 Ocak 2011’deki Mısır Devrimi’ne ön ayak olan 6 Nisan Gençlik Hareketi’nin de içinde bulunduğu pek çok özerk sosyal hareket tarafından desteklendi.

Sosyal hareket uzmanları genellikle 15 Şubat 2003’teki Irak Savaşı’na karşı düzenlenen ve 6 ila 10 milyon insanı 600’den fazla şehir ve 60’a yakın ülkede sokağa döken gösterileri dünyadaki en büyük sokak eylemleri olarak kabul ederler. Take The Square ve ROAR kolektiflerinin (büyük ölçüde uluslar arası medyadan alınan) resmi olmayan hesaplamalarına göre 15 Ocak 2011’de dünya çapındaki İşgal (Occupy) protestoları, 952 şehir ve 82 ülkede milyonları sokaklara dökmüş olması itibariyle daha büyük olabilir.

Eğer son alınan bilgiler doğruysa, Mısır’da Pazar günü gerçekleşen gösteriler bu rekorları tümüyle alt üst edebilir. Fakat bu rakamlar abartılı bile olsa, artık bir şey açık: bu hareketlenmeler o kadar geniş ki, şüphesiz 2011’de başlayan devrimci süreç şimdi aynı hızda ve kapasitede geri geldi. İki buçuk yıldır tutulmayan sözler, yıkılan yanılsamalar ve devam eden direnişten sonra, Mısırlılar politik olarak hiç olmadıkları kadar bilinçli ve öfkeli görünüyorlar. Bu devrimci ruhun, devlet baskısının boğucu suskunluğa kolayca geri götürülmesi ve “ekmek, özgürlük ve sosyal adalet” taleplerini bir tarafa bırakması mümkün görünmüyor.

Ana akım medya haberciliği tam da bu noktada git gide daha rahatsız edici gerici eğilimler gösteriyor The Guardian’ın son yazılarında dahi devrimciler yalnız bırakılmış, bunun yerine liberal bir takıntı olarak yersiz bir korkunun hakim olduğu istikrar kaygısı geçmiştir. The Guardian’ın Pazar sayısı, devrimin artık kendi kendini yok etmek üzere olduğunu iddia etmek için küçük parçaları ve sığ görüşleri bir araya getirmişti. Eğer bu hikayeye inanacak olursak, Mısır Halkı  vazgeçmeli ve kendi demokrasileri mükemmelden çok uzak da olsa, çatışmaya devam etmenin bir fayda sağlamayacağını bilmelidir. Doğrusu, reform ve ekmek öncelikli olmalıdır -özgürlük ve demokrasi daha sonra da gelebilir.

Bu tarz bir okuma ve bu tarz korku dolu bir anlatım açıkçası, dünya liderlerinin ve uluslar arası medyanın öncelikli olarak Mübarek’in tarafını tutup bölgesel istikrarı sağlamayı hedefledikleri, ancak gelgitin yön değiştirdiğini fark etmeleriyle birlikte saf değiştirdikeri 2011’deki ilk ayaklanma zamanında da hakimdi. O zamanlar, dünya liderleri ve uluslararası medya İslamcıların yönetimi ele geçireceklerine dair korkuyu canlı tutmuşlardı; şimdi ise bu “elverişli” İslamcı rejim iktidar sahibi ve onlar bu defa da bir iç savaş korkusunu canlı tutuyorlar. Eğer son zamanlardaki anti-Mursi protestolar ısrarcı olup galip gelirse, dünya liderleri ve uluslar arası medya, kendilerinin incecik bir tülle örtülmüş o bölgesel istikrar yanılsamalarını korumak üzere tekrardan, benzer iki yüzlü ve stratejik bir geçiş sergileyebilirler.

Bununla beraber, açık olan şu ki bugünün koşulları 2011’in koşullarından çok daha karmaşık ve istikrarsız. Pazar günü başlayan ikinci isyan, halkın devlete karşı ayaklanması gibi basit terimlerle artık daha fazla konuşulamaz. Mübarek’i deviren devrimci koalisyon parçalanmış vaziyette. Bir yanda Müslüman Kardeşler, diğer taraftaysa “hardcore” anarşistler, otonom ve sosyalist devrimciler, seküler orta-sınıf liberallerin bölünmüş muhalefeti, hoşnutsuz dindar yoksullar ve hatta Mübarek rejiminden kalma gerici kesimlerden oluşan tuhaf bir muhalif ittifak var.

Büyükçe bir endüstriyel imparatorluğa sahip olan ve toplumda tırmanan İslamlaşmadan pek de memnun olmayan seküler ordu, şu sıralar kenarda bekleyip, şartlar izin verirse sahaya inip koalisyonu değiştirmek için bir fırsat kolluyor. Bu sırada, devlet güvenlik birimi, -en önemlisi reforme edilmemiş İçişleri Bakanlığı ve polis güçleri- herhangi bir siyasi partiyi “halka” karşı korumayacaklarını açıkça belirttiler. Pazar günü bazı münferit durumlarda ise aktif olarak göstericilerin yanında yer aldılar, ve Pazar gecesi ve Pazartesi sabahı Müslüman Kardeşlerin Kahire’deki ana merkezi yağmalanırken onu korumadılar.

Tamarrud (İsyan) kampanyasını organize edenler şimdi Mursi’ye Perşembe gününe kadar istifa etmesi gerektiğini aksi takdirde daimi bir sivil itaatsizlikle yüzleşeceğini dile getiren bir ültimatom verdiler. Bu arada,kabinenin on bir bakanının şimdiden Mursi’yi terk etmesi ve muhalif tarafa geçerek saf değiştirmesi toplumsal çatlağın iktidar partisi içinde yayılıyor olmasının işareti olarak gösteriliyor. Müslüman Kardeşler hala büyükçe bir halk tabanının desteğini elinde tutuyor, bu da devlet kurumları üzerindeki kontrolünü korumak için mücadele etmesine neden olacaktır. Fakat bu taban bile şimdi, hızla derinleşen borç krizleri ve ağır yakıt kıtlığı sallantıdaki Mursi rejiminin kalan meşruiyet kırıntılarını da yok ederken, giderek daralıyor.

Pazar günkü tarihi hareketlenmeden önce, Mısırlı dostlar ve yoldaşlar bize, kan akmasına ve ciddi bir sosyal istikrasızlığa dair samimi korkularını ifade eden mesajlar yolladılar. Hepimiz bu korkuları paylaşıyor ve onlar için en iyisini diliyoruz. Ama The Guardian’ın aksine, biz sokaklardaki bilgeliğin hareketsizlikte değil devam eden bir mücadelede yattığına inanıyoruz. Kapitalist devleti devirecek nesnel koşullar her ne kadar henüz oluşamamış olsa bile, kendi halkından korkmayan her devlet, iktidarını daima kötüye kullanmaya çalışacaktır. Sadece güçlü ve daimi bir mücadele iktidarın kendi halkından yeterince korkmasını ve böylece anlamlı sosyal değişimlerin gerçekleşebilmesini sağlayabilir. Mısır’ın geleceği sokaklarda belirlenecek.