Mısır savaşta. Daha doğrusu, Mısır devam eden sınıf savaşında yeni bir mücadeleyi deneyimliyor. Bu savaş çok acımasız yaşanıyor; çünkü başlıca taraflar kapitalist sınıfın iki kanadı ve ülkedeki en önemli iki toplumsal güç olan –devlet eliyle oluşan kapitalist ordu ve İhvan'ın (Müslüman Kardeşler) temsil ettiği rekabetçi kapitalist sınıf.
Ordunun siyasi alana en son yaptığı açık müdahale kesinlikle devrimsel nitelikte değil. Ne de iyimser olmak için bir neden. Bu ayrıca, liberal yorumlarlarda olduğu gibi tarih dışı bir darbe değil. Mısır'daki iki farklı mülkiyet arasındaki bir mücadele olarak bu müdahale, 25 Ocak 2011'deki olayların hazırladığı gerici yörünge boyunca yaşanan yeni bir çöküştür. Mısır siyaseti gittikçe karşı devrimci bir hâl almakta.
Bu savaş sözde Mısır "Devrimi"nin dördüncü safhasının başlangıcını belirtiyor. Bu yeni bir dibe vuruş noktası. İlk safha 25 Ocak 2011'den 6 Şubat 2011'e kadardı. Bu son derece kısa süre, proletaryanın, ordunun Mısır Devleti üstündeki mülkiyetini tehdit edecek kadar devrimciydi. İkinci safha 6 Şubat 2011'den 18 Şubat 2011'e dek sürdü. Bu süre boyunca, proletaryanın radikal potansiyeli zayıflatıldı ve devrim burjuva ölçeğine indirgendi, Marx'ın sözünü ödünç alacak olursak,– "Ekmek, Özgürlük ve Sosyal Adalet" talebinden "insanların rejimin düşmesini talep etmelerine" dönen söylemsel bir yön değişimi yaşandı. İhvan'ın dahiliyeti devrimi zayıflattı, böylece ordunun güvenli bir şekilde ve kendi çıkarı için Mübarek'i görevden almasına olanak sağladı. Üçüncü safha 18 Şubat'tan 1 Haziran 2013'e dek uzadı. Bu dönem, ordunun ve Ihvan'ın maddi çıkarlarından ötürü proletaryayı siyasi arenadan daha fazla uzaklaştırmak üzerine gizlice anlaştığı periyottur. Bu, yani dördüncü safha, ise önceki safhanın gerekli ve olanaklı kıldığı bir safhadır. Devletçi ve rekabetçi kapitalist sınıfların gizli anlaşması başarılı oldu; hatta öylesine başarılı oldu ki, işçi sınıfı 25 Ocak 2011'deki halinden bile daha yoksul ve daha güçsüz hale getirildi. Bu yoksullaştırma ise ekonomik ve sonrasında siyasi kindarlığa neden oldu. Güçsüzleştirme, popülist kimliklerin sınıf bilinci ve uyumu üzerinde hâkimiyet kurmasıydı.
Devletçi kapitalist sınıf, popülist konumlardan yükselen hoşnutsuzlukları kullandı ve kendi çıkarlarını rekabetçi kapitalist sınıfın çıkarları pahasına korudu, bunu açık bir milliyetçi ideolojinin manipulasyonu ile gerçekleştirdi. Tabii ki tüm bunlar hâkim küresel siyasal iktisat çıkarlarıyla iç içe geçmişti.
Yakın Mısır siyaseti tarihinin bu denli materyalist bir okuması, bizleri yüzeysel şekilde ele alınan "gençlik", "derin devlet", ve "İslamcı" düşüncelerden uzaklaştırır ve söz konusu güncel anın özüne dair bir dizi eleştirel kavrayış sunar:
İlk olarak, Ihvan'ın söyleminin merkezinde bir çelişki yatmakta, daha doğrusu bütün yakın zaman Mısır siyasetinin kaba "analizlerinin" merkezinde bir çelişki yatmakta. Ordunun 2013'teki eylemleri ile 2011'deki eylemleri aynı ve bu aslında ordunun aynı motivasyonla hareket etmesinden kaynaklanıyor. Sisi'nin 1 Haziran 2013'teki sözüm ona göstericilerin taleplerinin meşruluğunu tanıması ve Mursi'ye ültimatom göndermesi aslında 31 Ocak 2011'de Tantawi'nin göstericileri tanıması ve Mübarek'e ültimatom göndermesi ile birebir aynıydı. Her iki örnekte de ordu, kendi muazzam maddi çıkarlarını siyasal iktidarı elinde tutan sınıfı feda ederek korudu. Ya 25 Ocak 2011'daki bir devrimdi, ki o zaman şimdiki siyasi entrikalar da devrimdir ya da 25 Ocak 2011'daki bir darbe idi ki bu durumda şimdiki siyasi entrikalar da darbedir.
2011'de ordunun bir devrimin gerçekleşmesine yardım ettiğini, ama şimdi aynı ordunun bir darbe yapmaya kalkıştığını iddia etmek retorik bir saçmalıktır. Bu çelişkinin uzantısı şöyle mantığa aykırı gerçeklikler üretir: Gerici İslamcılar, ki onlar hep gericiydiler, devrimci oldular; buna karşın, sözümona ilerlemeci liberaller ise askeri darbe istediler.
Ordunun müdahalesini savunanlar, çeşitli sorunlar barındıran bir önceki devrim için düzeltici bir yerde olduğu noktasından bu sözümona devrimi rasyonelleştiriyor. Onlar orduların gerici olduğunu, devrimci olmadığını ve herhangi bir gerçek ya da hayali ulusal özgücülüğün bunu değiştirmeyeceğini anlamıyorlar. Devlet orduları hiçbir zaman devrim yapmazlar. Onlar sadece darbe yaparlar. Ordu müdahalesini savunanlar, eğer "halk" siyasetini gerçeğe dönüştürmek için yüzünü orduya dönmek zorunda kalıyorsa, burada güçlü olanın halk değil ordu olduğu gerçeğini açık ki idrak edemiyorlar. Eğer gerçekten "halk" iddia ettikleri güce sahip olsaydı ve/veya bu güç onlara verilmiş olsaydı, ordu müdahalesine gerek kalmayacaktı.
İkincisi, Mısır işçi sınıfına karşı yürütülen sınıf mücadelesi son iki yılda toplumsal barış ve ulusal çıkarların uyumu kılıfı altına gizlenmişti. Ordu ve İhvan bu mücadele için aslen 25 Ocak 2011'de doğmuş olan toplumsal güce karşı gizlice anlaştılar. Bu safhadaki çatışmalar daha az acımasızdı ve işbirlikçi kurumsal medya tarafından göz ardı edildi; çünkü çekişme fazlasıyla tek taraflıydı: Sermayenin iki grubu tahakküm altında bulunan, gittikçe daha çok denetlenen ve gözetim altına alınan işçi sınıfına karşı birleşti. Çatışmalar aynı zamanda bir dizi kurum tarafından iyice köreltilmişti: İhvan'ın desteğiyle hazırlanan Siyasal Partiler Kanunu sınıf temelli partilerin kurulmasını yasaklıyordu. İşçi hareketlerine yönelik örgütsel ve maddi anlamda yasaklayıcı güçlükler uygulamaya kondu. Kazananlar baskın gücün küresel düzendeki uydularıydı: Görünürde Katarlı sermaye İhvan'a ve Amerikalı sermaye Mısır ordusuna arka çıkıyordu.
Bu durum fazladan iki çelişkiyi daha meydana çıkarıyor. Ihvan, ordunun silah zoruyla kendi başkanlarını yerinden etmesine karşı çıkıyor. Fakat Ihvan'ı hükümet koalisyonunun küçük bir partneri yapan ve seçim yapmalarına ve anayasayı şekillendirmelerine izin veren de yine aynı silahlardı. Şu an, Ihvan'ın 2011 sonrası siyasi egemenliğini kurumsallaştırmak istemesi sadece siyasidir. Bütün toplumsal güçler zafer anında, önceden olduğu gibi, güç ilişkilerini "hapsetmeye" çalıştı. Ne bekliyordu ki? Ordu silahını bir kez bir toplumsal güce karşı kullandıktan sonra bu silahları rafa mı kaldıracaktı ve tekrar başka bir toplumsal güce, belki daha güçlü bir toplumsal güce karşı kullanmayacak mıydı? Ihvan, devleti yıkmak yerine, devletin aygıtlarını toplumdaki başka çıkarlara yöneltmek için devletle anlaşarak, kendisine yetkiyi veren silahlar tarafından bizzat yetkisiz kılınabileceklerini gösterdi. Ordunun müdahalesine koyun gibi tezahüratta bulunanlar, gelecek sefer bunu hatırlarlarsa iyi olacak.
An itibariyle Mısır'da sermayenin değişik formlarının gizli anlaşması sona erdi ve çatışma patlak verdi. İşçi sınıfı, mücadelenin üçüncü tarafı olarak bu çekişmeye başarıyla karşı koyabilmek için oldukça güçsüz. Devletçi kapitalist grubun kapitalist diğer bir grupla çekişmesinden dolayı nispeten güçsüz olduğu şu anda, işçi sınıfının daha da güçsüz olması kaçınılmaz. Kapitalist gruplar arasındaki barış sona erdi çünkü egemen sınıfın başka bir üretken gücün başarılı bir şekilde mücadeleye katılacağına dair endişe duymasına gerek yoktu.. Bu anın trajedisi ise işçi sınıfının, birbiriyle bağdaşmayan kapitalist çıkarlardan faydalanamamasıdır. Bu gösteriyor ki ideolojik emek grubunun yani işçi sınıfının daha yapacak çok işi var.
Üçüncü olarak, küresel düzenin iktidarı bu karşı devrimci müdahaleye izin veriyor çünkü İhvan'ın oluşturduğu devlet şekline küresel düzen içinde izin verilemezdi. İzin verilememesinin nedeni Müslüman Kardeşler'in dini ideolojisi değildi. Küresel düzen teokrasilere müsamaha gösterir; bakınız İsrail ve Suudi Arabistan. Sebep grubun ekonomik politikaları da değildi. İhvan neoliberal bir grup; Cumhuriyetçiler ve Toriler gibi, piyasa-köktenciler. Ihvan marjinalleştiriliyor çünkü devleti neoliberal çizgiler doğrultusunda yeterince hızlı bir şekilde düzenleyemediler. Mısır siyasi iktisadındaki maddi çıkarlarından ötürü, çoktandır müzakeresi edilmiş olan IMF borçlanmasının şartlarını kabul etmekte çok yavaş davrandılar. Küresel sermaye Mısır iş gücüne ve kaynaklarına erişmek istedi. Yatırımların geri çekilmesi şeklinde vuku bulan finansal baskı başarısız olduğunu kanıtlayınca, askeri baskı ülkedeki Amerikan uydusu mekanizma tarafından uygulandı. Küresel düzen farklı bir Mısır devletini daha hızlı bir şekilde istiyor. Bunu kanıltayan bir hareket ise bu düzenin eski görevlisi Muhammed El Baradey'in şimdi kabul edilebilir değişimin vaftiz edilmiş temsilcisi olmasıdır.
Bu müdahale de çelişkili sonuçlar çıkaracak. En belirgin olanı ise, ordunun gerici manevrasının yine ordunun maddi çıkarlarını geçmişte olduğu gibi tehdit edecek olan Mısır siyasi iktisadında daha fazla ve daha uzun vadede bir neoliberalleşmeye neden olacak olması.
Amerika'nın ve Avrupa'nın diplomaside geçirdiği zorlu süreci göz ardı etmek ve küresel ve bölgesel düzendeki hâkim gücün pratikleriyle Mısır ordusunun karşı devrimci önlemlerinin uyum içinde olduğunu fark etmek kaçınılmazdır. Her türden bütün vatandaşların politikleşmesi ve hareketlenmesi bölgedeki diğer gerici devletleri endişelendiriyor. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin krallarının şimdiden ordunun yeni başkanına tebrik mesajları göndermelerinin nedeni budur (Suudi Arabistan'ın övdüğü hiçbir şey devrimci olamaz). ABD de bu baskıya ihtiyaç duydu. İktidardaki mali oligarşinin istediği en son şey, birikimin küresel ağında bir ağa, özellikle işe yarar bir ağa, yönelimi ne olursa olsun, insanlar tarafından meydan okunabilmesi ya da daha kötüsü bu ağın içerden değiştirilebilmesiydi.
En nihayetinde, Haziran 2013'ün başlarındaki olaylar Mısırlıları devrimci bir özgürleşmeden uzaklaştırdı. 25 Ocak'taki karşı devrimin yaptığı gibi, bu olaylar önceki mücadelelerle Mısır yönetiminde kazanılmış sınırlı liberal imtiyazları yıpratacak; tıpkı işçilerin ve çiftçilerin kotalarının anayasadan çıkarılması ve kadın haklarına yönelik yasaların üçüncü safhada alaşağı edilmesi gibi, şimdiden dördüncü safhada, medyanın belirli bileşenleri eziliyor. Verili mevcut maddi koşullar altında, özellikle siyasi iktisadın küresel birikim yapısındaki Mısır'ın süregelen bağımlı yeri düşünüldüğünde, az daha iyi bir tarih yazılabilirdi. Gerçekten de çok talihsiz bir durum bu çünkü Mısırlılar çok daha iyisini hak ediyor, ama bugünün neşesi yarının pişmanlığı olacak.
Sean F. McMahon, Kahire'deki Amerikan Üniversitesi Siyasal Bilimler Bölümü'nde Yardımcı Doçent. Aynı zamanda, Dan Tschirgi ve Walid Kazziha ile birlikte Egypt's Tahrir Revolution'un (Lynne Rienner Publishers, 2013) editörlerinden. adresinden kendisine ulaşılabilir.