Mursi titriyor. Milyonlarca Mısırlı rejimin devrilmesini talep etmek için bir kez daha sokaklara döküldükten iki gün sonra Müslüman Kardeşler her zamankinden daha güçsüz ve daha yalnız görünüyor. Pazartesi günü, kitlesel eylemleri başlatan bir taban hareketi olan Tamarrud düzenlediği kampanya ile Mursi’ye istifa etmesi için 24 saat süre verdi ve razı olmadığı takdirde ucu açık bir sivil itaatsizlik dalgası tehditlinde bulundu. Ordu kısa sürede devreye girdi ve “halkın taleplerinin gerçekleştirmesi için” hükümete pek de gizleme gereği duymadan 48 saatlik bir ültimatom verdi.
O zamandan beri en az altı bakan istifa etti ve Salı sabahı tüm kabinenin istifa edeceği dedikoduları ortalıkta dolaşmaya başladı. Mursi’nin üzerindeki baskıyı arttırmak için, ordu komutanlığı Pazar günkü kitlesel seferberliğin, Kahire üzerinde daireler çizerek uçan ve Mısır ve ordu bayrakları taşıyan askeri helikopterler tarafından çekilen göz kamaştırıcı kuşbakışı görüntülerini yayınladı. Bu görüntülere abartılı bir müzik, yurtsever sloganlar ve Cumhurbaşkanı ve Müslüman Kardeşlere yönelik ardı arkası kesilmeyen “Dışarı! Dışarı! Dışarı!” sloganları eşlik ediyordu.
Salı sabahı hükümet yetkilileri, muhalefet liderleri ve başkomutanlık ordunun beyan ve hareketlerinin yaklaşan bir askeri darbenin belirtileri olduğunu hemen inkâr ettiler – Mursi’nin danışmanlarından biri kuralın dışına çıktı ve Cumhurbaşkanlığı ofisinin ordunun ültimatomunu yaklaşan bir askeri darbenin belirtisi olarak algılamış olduğunu iddia etti. Yine de, Tamarrud’u örgütleyenler ve muhalefet liderleri seküler komutanlığın kendi yanlarında olacağı ve “kibarca” İslamcıları güçten uzaklaştıracağı umuduyla, ordunun tutumunu tereddütsüz bir biçimde coşkuyla karşıladı.
Sokaktakilerin birçoğu da bir ordu müdahalesini açıkça destekler görünüyor. Ordu helikopterlerinin Tahrir üzerinden her geçişinde, halk, helikopteri “halk ve ordu el ele” diyerek yükselen tezahüratlarla selamlıyor. Yine de, geçtiğimiz iki buçuk yıl boyunca devrimlerini savunmak için durmaksızın çabalayan kararlı aktivistler, iktidardan uzaklaştırmaya yardımcı oldukları askeri cuntanın yalanlarını ve gaddarlıklarını hatırlıyorlar ve topyekûn özgürlük istemeye devam ediyorlar: “Ne Mübarek, Ne Asker, Ne Mürsi!”
Bu esnada, Mübarek rejiminin gerici unsurları bir geri dönüş sahneliyorlar. En başta, Mursi genelkurmay başkanı olarak Al-Sisi’yi atadığı halde, Mübarek döneminde atanan ve hala özellikle uçsuz bucaksız ekonomik imparatorlukları üzerinden perde arkasında muazzam bir gücü yönlendirmeye devam eden kişiler ordunun önemli pozisyonlarını doldurmuş durumda. Ayrıca, İslamcıları küçümseyen ve binalarını ve merkezlerini protestocuların yağmalamalarından korumayı reddeden Mübarek’in reforma uğramamış güvenlik aygıtı hala mevcudiyetini sürdürüyor – polis de buna dahil. Bunlar aynı zamanda 2011’deki ilk ayaklanma boyunca barışçıl göstericileri dahi öldüren, işkence eden ve sakatlayan polislerin ta kendisi.
Bu kakafoni Mursi’nin hala güvendiği iki ana destek kaynağı ile daha da karmaşıklaşıyor: ilki, kendi cumhurbaşkanlarını korumak için harekete geçmeye devam eden ve savaşmadan bertaraf edilmesine izin vermeyi reddedecek olan Müslüman Kardeşler tabanlı popüler destek. İkinci kaynak ise şüphesiz ki her şeyin üstünde tuttuğu bölgesel istikrarı muhafaza etmek ve İsrail’in çıkarlarını korumak amacıyla “demokratik” sürece destek olacağı güvencesi veren Obama yönetimi. Mursi hala desteğine güvendiği ABD’nin açık onayı olmadan ordunun bir şey yapmayacağını umut ediyor. Soru şu: Daha ne kadar zaman bu böyle gider?
Koalisyonlar Çatışması
Bu tarihi hadiseden çıkarabileceğimiz esas ders devrimlerin hiçbir zaman kolayca teşhis edilebilen devrimci bir özne tarafından üstlenilen açık seçik olaylar olmadığıdır. Çıkarabileceğimiz ders, devrimlerin her zaman farklı elit hiziplerin güç ve meşruiyet için çatıştığı, devrimci yığının da bunların arasında sıkışıp kaldığı ve kimi zaman bir tarafla, başka zaman diğer tarafla ittifak kurduğu, doğası gereği kaotik toplumsal bir mücadele süreci olduğudur. Devrimler neredeyse her zaman karmaşık koalisyonlar tarafından yapılır ve bu koalisyonlar zaman içerisinde kısmen ideolojik farklılıklardan dolayı, ancak çoğunlukla da farklılaşan ekonomik çıkarlar sonucunda çarpıcı bir şekilde yön değiştirebilir. Bu bakımdan Mısır Devrimi de farklı değildir.
Bazılarına göre, bu doğası gereği kaotik durum dikkatli davranmayı teşvik etmek için bir nedendir. The Guardian’un son editoryal makaleleri bu bakımdan özellikle tepkiseldir. İlk olarak gazete, devrimin, her iki taraf için de öldürücü olan mücadeleler sonucunda “kendi kendini imha eşiğinde” olduğunu öne sürdü. Sonrasında protestocuları “sokak bilgeliği”nin hakkını vermeye ve öncelikli olarak anlamlı ekonomik reformlara odaklanmaları ve devrimin sosyal adalet ve gerçek demokrasi öncüllerini sonraya bırakmaları için seferberliği sona erdirmeye teşvik etti. Gazetenin Ortadoğu editörü Ian Black “Mısır Devriminde sergilenen tüm drama, tüm fedakârlıklar ve yüksek perdeden dile getirilen tüm arzulara rağmen, ordu iktidarın nihai belirleyicisidir” diye yazıyor.
Böylesi medya yorumları reformist korkudan dolayı eksiktir, ancak sadece eksik değil aynı zamanda mevcut sosyal güçler ve onlar arasında devam eden karmaşık güç çatışmaları hakkındaki analizleri konusunda da oldukça basite indirgemecidir. Ordunun Mısır’da iktidarın nihai belirleyicisi olma durumunu sürdürmesi ifadesinde bir gerçeklik payı olduğu halde, ordunun her şeye kadir olmaktan uzak olduğunun da gözlemlenmesi gerekir. Ordu kendi kendine hüküm süremeyeceğini biliyor ve bu yüzden bir koalisyona ya da diğerine katılmak zorunda. Sonuçta, ordu üç kritik güç kaynağına bütünüyle bağımlı olmaya devam ediyor:
1-ABD’den her yıl aldığı 1,3 milyar dolarlık askeri yardım (dolayısıyla giriştiği eylemlerde ABD onayının devam etmesi, ki bu da kritik bir biçimde ordunun Camp David Barış Antlaşmasına bağlı kalmasına dayanır);
2-On yıllar boyunca inşa ettiği ekonomik imparatorluktan edindiği “ayrıcalıklı pozisyon” (ki bu da ABD’deki askeri-endüstriyel kompleksle derinlemesine bütünleşiktir ve devam eden sosyal huzursuzluk sonucu yatırımcılarda oluşan korku nedeniyle önemli ölçüde zarar görmüştür);
3-Halk nazarındaki meşruiyet (ki bu da ancak sokaklarda durgunluk hissi tarafından sağlanabilir)
Açıkça, Mısır askeriyesinin bu kritik iktidar kaynakları kendi arasında daimi bir çatışmayı ifade eder. Ordu halk nazarında meşruiyete ihtiyaç duymaktadır ancak bu meşruiyet on yıllar boyunca ordunun üst kademelerinin elde ettiği muazzam servet kadar, elit kesimin ABD ve İsrail çıkarları doğrultusunda sürekli yaltaklanmaları ile aşınmaktadır. İşte bu nedenle ordu, sürekli olarak askeri komuta kademesinin halkın istekleri ve devrimin hedefleri ile aynı doğrultuda hareket ettiği iddiası taşıyan bir vatanseverlik havası yayma ihtiyacı içindedir. Oysa bu istekler ve hedefler, ordunun toplumsal olarak baskın konumu ve devlet aygıtları içerisindeki hesap sorulamaz “otonom” rolü ile birçok bakımdan tezat teşkil etmektedir.
Sokakların Gücü
Ordunun iktidarın nihai belirleyicisi olduğunu iddia etmek bir şeydir; sokağın günümüzde Mısır’daki siyasi gruplaşmalar arasında kendi içinde bir güç haline geldiğini fark etmek ayrı bir şeydir. Mübarek’in yönetimden alınması sonrasındaki 1,5 yıllık Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı (SKYK) yönetiminin kendisinin, ordunun acımasız işkence ve baskı uygulamaları, devlet yapıları üzerindeki gayri meşru etkisi ve ekonomik refah ve güç açısından sahip olduğu muazzam ayrıcalıklara karşı girişilen toplumsal isyan tarafından ortadan kaldırıldığını unutmak kolaydır (ve oldukça elverişlidir de). SKYK kendi yönetiminin halk nazarında meşruiyet zeminini aşındırdığını fark etti. Bu aşınma da kendi ekonomik çıkarlarını tehdit ediyordu. Bu yüzden, toplumsal olarak baskın konumunu korumak için, Müslüman Kardeşlerin kazanacağını ve askeri komuta kademesinin, seküler ordunun ayrıcalıklı politik ve ekonomik pozisyonuyla İslamcılığın kültürel egemenliğini bir araya getiren huzursuz bir koalisyona gireceğini bile bile seçim çağrısı yaptı.
Ancak derinleşen ekonomik kriz, yüksek dozlu İslamcı bir retoriğin bile istikrarlı bir hegemonyayı sürdüremeyeceği anlamına geliyordu. Devletin mali ve finansal durumu 2011 ayaklanmasının başlamasıyla ve bununla birlikte Merkez Bankası’nın rezervlerinin tükenmesiyle, kamu borcundaki faiz oranlarının ciddi şekilde artmasıyla ve döviz sıkıntısı sonucu paranın değer kaybetmesi ve bununla birlikte gıda ve yakıt gibi önemli ithalat mallarının fiyatlarının yükselmesi ile hızlı bir şekilde bozuldu. Geçtiğimiz aylar büyük yakıt sıkıntılarına şahitlik etti; en fakir olanlar bu durumdan en fazla etkiledi. Bu durum, başta Müslüman Kardeşleri destekleyen dindar Mısırlıların bile Mursi’ye sırt çevirmesine ve devam eden ikinci ayaklanmayı harekete geçiren Ayaklanma kampanyasına katılmasına neden oldu. Ordu bir kez daha kendini, ayrıcalıklı konumunun bağlı olduğu meşruiyetinin Müslüman Kardeşlerin iç karışıklıkları tarafından aşındırıldığı bir durumda buldu.
Bu yüzden, bizim şu an şahitlik ettiğimiz tam olarak farklı elit hizipler arasında bir iç yeniden düzenleme olarak gerçekleşen bir ordu darbesi değildir. Müslüman Kardeşler Erdoğan’ın Türkiye’deki İslami neoliberalizmi gibi Müslümanlar önderliğinde yönetici bir sınıf yaratmayı umut ederken, askeri liderlik hala Nasır’dan Sedat’a ve Mübarek’e arka arkaya üç askeri diktatörlük altında elde ettiği ayrıcalıklarını muhafaza etmeyi umut ediyor. Koalisyonların çarpışması ve düzenli olarak yön değiştirmesi oyununda, asker hakimiyetinde bir hükümet olasılık dışı. Ordu, sokakların da ABD’nin de kendisine yalnız başına ülkeyi yönettirmeyeceğini biliyor. Ayrıcalıklı pozisyonunu muhafaza edebilmek için, muhtemelen mantıksal ve ideolojik müttefiki ile bir koalisyona girecektir: muhtemelen Muhammed El Baradey tarafından yönetilecek seküler muhalefet ile. Ancak muhalefet yeteri kadar örgütlenmemiş ve bütünüyle bölünmüş olarak kalmaya devam ediyor. Bu yüzden yeni bir seçim turunun ya da hatta bir teknokratik geçiş hükümetinin bile kriz içindeki Mısır devletine istikrar kazandırması olası değildir.
Son olarak, Mübarek tarafından küresel sermaye, IMF ve birbirini takip eden ABD hükümetlerinin iş birliği ile kurulan otoriter neoliberal devlet ortadan kaldırılmadıkça bu kriz başarılı bir şekilde çözümlenemeyecektir. Ancak bu süreç engellerle dolu karmaşık ve endişe verici bir süreç olacak olsa da, devrimin motoru artık aşikardır: sokakların gücü olmadan Mısır ancak adı ister Mübarek, ister Mursi, isterse ordu olsun, otoriter deliler tarafından yönetilmeye devam eder. Eğer devlet ve onu kontrol eden elitler hareket etmeye zorlanırsa, bu gönüllü olarak değil halk direnişi onları buna zorladığı için olacaktır. Kahire’den Yoldaşlar’ın ROAR’da yayınlanan bir açık mektubunda yazdığı gibi, Mısır’ın şu an ihtiyaç duyduğu başka bir cumhurbaşkanının ya da rejimin daha devrilmesi değil – bu sistemin çökmesidir. Ancak sokakların korkusuz ve sürekli mücadelesi bu devrimi başarılı bir sonuca erdirir.