Devrimin ardından, ordu destekçisi, yeni ve saygıdeğer bir Müslüman Kardeşler ortaya çıkıyor. Müslüman Kardeşler Mısır ve ABD’nin umduğu düzenli geçiş için en iyi seçenek olabilir mi?
Birçok tahminin aksine, Mısır’ın ayaklanması, seküler ve demokratik güçlerce domine edilen koalisyonlar tarafından – siyasal partiler, dernekler ve internet ağları dâhil – başlatıldı ve yürütüldü. İslami örgütler veya bunların bireysel üyeleri, ayaklanma öncesinde marjinal önemde olan gruplarla ve toplumsal devrimlerin olağan kitle partileri veya devrimci elitlerinden çok 1989′un doğu Avrupalı muhaliflerine yakın gruplarla eşit zeminde yer aldılar.
Tunus İslamcı hareketinin ketumluğu, büyük ölçüde Bin Ali dönemindeki baskının, İslami Nahda partisinin harekete geçme kabiliyetini engelleyen acımasızlığı ile açıklanabilir. Ancak Mısır’da Müslüman Kardeşler de bunun zıddı bir sebeple ihtiyatlıydı: çünkü ordu rejimi tarafından tolere edilen (yasal olmasa da) bir partiydi.
Enver Sedat, Cemal Abdülnasır’ın 1970′te ölümü sonrasında iktidara geldiğinde, Müslüman Kardeşler’in kamusal alana geri dönmesini ve onun Nasırcılar veya radikal sola karşı bir denge unsuru olarak gelişmiş pozisyonundan yararlanmayı yeğledi. Müslüman Kardeşler, Nasır’ın mirasını ortadan kaldırmaya giriştiğinde Sedat’ın ekonomik liberalizasyon (infitah) politikasını benimsedi. Bu, Müslüman Kardeşler içinde yeni Mısır burjuvazisinin üyelerinin artan etkisine yol açtı. Yine de, alıp yürümüş yolsuzluğa karşı dindarlığı öne sürmeye devam etti; bu, Müslüman Kardeşler’in favori tabanı olan küçük burjuvazi için kilit önemde bir meseleydi.
Müslüman Kardeşler, esas kaygısı Mısır’ın politik ve kültürel kurumlarının İslamizasyonu ve şeriatın yasalar için bir temel olarak tesis edilmesi olan reaksiyoner bir dini politik hareket olarak inşa etti kendisini – ve halen öyle. Bu program ana sloganında özetleniyor: “Çözüm İslam’da.” Müslüman Kardeşler aynı zamanda, aşırı uçtaki şiddet yanlısı köktenci gruplar için siyasal bir panzehir işlevi de gördü.
Sedat, iktidarını toplumsal ve ulusal muhalefet karşısında ideolojik olarak meşrulaştırmak için din kartını oynamaya devam etti. İsrail ile 1979′da (İran devriminden altı haftadan az bir süre sonra) imzaladığı meşum barış anlaşmasının etkisini, 1980 anayasasını değiştirerek, Mısır büyükçe bir Hıristiyan azınlığa sahip olmasına rağmen şeriatı “tüm yasaların temel kaynağı” yaparak telafi etmeye çalıştı. Ödün, Müslüman Kardeşler’in barış anlaşmasına desteğini kazanmak için yeterli değildi. Bu yüzden Sedat onlara son darbeyi indirmeye karar verdi. 1981′de, aşırı uç İslami köktencilerce öldürülmesinden yalnızca bir ay önce, Müslüman Kardeşler’e karşı büyük bir tutuklama dalgası başlattı.
Sedat’tan sonra gelen başkan olan Hüsnü Mübarek, kısa zaman sonra onları bıraktı. Başlangıçta Mübarek, Sedat’ın ateşli tarzının tersine kontrollü ve ılımlı gitti. Kendi döneminde, Sedat’ın gelişimlerini denetlemek için başlattığı denetimli serbestliği süreklileştirirken, halk desteği kazanmak için Müslüman Kardeşler’le iyi geçindi.
Müslüman Kardeşler’in rejimle ilişkileri, Mısır’ın Körfez savaşında Irak’a karşı ABD öncülüğündeki koalisyona katıldığı 1991′de gerildi. Bu, bir yanda ABD ve onun Suudi müttefiki ile Cezayir, Mısır ve Tunus’un popüler İslami partilerinin dâhil olduğu bölgesel ılımlı Sünni İslamcı köktencilik kampı arasındaki ilişkiler açısından bir dönüm noktasıydı. Onlarla bağını geliştiren Suudi monarşisini rahatsız edecek şekilde, bu partiler savaş karşıtı protestolara katıldılar. Bunların Suudi Arabistan’la ilişkilerinin kesilmesi, 1990′lar boyunca çeşitli derecelerde kendilerini sıkan baskının, ABD ve Avrupa’nın rızası ile ivmelenmesine neden oldu.
Memnun etme girişimleri
Yüzyıl dönüşünden beri, Müslüman Kardeşler eski liderlerinin muhafazakâr tutukluğu ile genç üyelerinin bir kısmının siyasal özgürlükler için etkin talepler konusundaki baskısı arasında kalmıştı. Bu nedenle, demokratik ve milliyetçi protestolara katılırken rejimle zıtlaşmamaya özen gösteriyordu. Üyeleri Kefaya (Yeter) koalisyonunun protestolarında yer aldı. Bu durum, ikinci Filistin intifadası ile dayanışma eylemleri ile başladı, Irak’a karşı 2003 savaşına muhalefette gelişti ve Mısır’ın diktatoryal ve hanedanlığa benzeyen hükümetine karşı mücadele eden bir güç olarak kendisini kurdu.
Müslüman Kardeşler içinde daha fazla siyasal ataklıktan yana olanlar, Türkiye’de 2002′de muhafazakâr İslamcı bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) seçimle iktidara gelmesinden cesaret aldılar. Hükümetteki başarısı, daha önce işe yaramayacağı düşünülen bir modelin olabilirliğini doğruluyor görünüyordu. Cezayir’de Ocak 1992′deki seçim sürecinin kanlı şekilde sona ermesi ve Türkiye’de Necmettin Erbakan’ın (Başbakan olduktan bir yıl sonra ordu tarafından iktidardan indirildi) 1997′de istifa etmek zorunda bırakılması, İslam’dan esinlenen hareketler için, siyasal iktidarın arkasında ordunun bulunduğu ülkelerde parlamenter yolun kapalı olduğu anlamına geliyordu.
Hem ABD hem de AB’nin memnuniyet duyduğu yeni AKP Türk deneyimi bir değişimdi. Bush yönetimi, Irak’ı işgal etmek için kullandığı “kitle imha silahları” bahanesinin çöküşünden sonra, Ortadoğu’da öne çıkan politika hedefi olarak “demokrasinin desteklenmesi”ni benimsedi. Washington’daki sesler, Türkiye’deki gelişmelerden cesaret alarak, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’ine daha açık bir tutum almanın faydalarını methetmeye başladılar. Mübarek, ABD baskısı altında 2005 seçimlerinde daha fazla çoğulculuğun önünü açtı ve muhalefete, esasen de Müslüman Kardeşler’e daha fazla koltuk verdi. Mısır’da özgür seçimlerin herkesten çok Müslüman Kardeşler’e yarayacağını göstermeyi ümit etti. Birkaç ay sonra, Ocak 2006′da, Hamas’ın Filistin’deki seçim zaferi Bush yönetimini bölgede, özellikle de Mısır’da demokrasiden vazgeçmeye ikna etti.
Barack Obama’nın ABD başkanlığına gelmesi ve 4 Haziran 2009′da Kahire’de yaptığı ve bölgenin demokratikleşmesini destekleyen (ve Mübarek’e haddini bildiren) konuşması Mısır muhalefetini ateşledi. Müslüman Kardeşler biraz tereddüt ettikten sonra, Muhammed El Baradey önde gelen figür olmak üzere Şubat 2010′da kurulan ve ağırlıklı olarak liberal bir koalisyon olan Değişim için Ulusal Birlik ile ilişkiye geçti. Ancak birkaç ay sonra Müslüman Kardeşler, liberal muhalefetin parlamento seçimlerini boykot etme çağrısına rağmen, mecliste iyi bir temsiliyet elde etme ümidiyle ilk tura katıldı. Sonuç onun ikinci turu boykot etmesi gerektiğini ortaya koydu. Mecliste 88′e karşı tek bir milletvekili ile kaldı (boykota uymadığı için Müslüman Kardeşler’den atıldı).
Bu seçimler, D′ün günde 2 dolardan azla yaşadığı; kibirli, kendinden başkasına hayrı olmayan bir burjuvazinin, “Binbir Gece Masalları”nı Nil’de hayata geçirmeye çalışarak sadece Körfez’in petrol monarşilerinin zenginleri ile kıyaslanabilecek lüks bir yaşam sürdüğü Mısır’ı çileden çıkardı. Mısır bir barut fıçısıydı. Tunus kıvılcım oldu. Genç muhalif ağları ve koalisyonları, 25 Ocak’ta gösteri çağrısı yaptı. Müslüman Kardeşler, rejim korkusu ile bununla ilişki kurmadı ve üçüncü güne dek harekete katılmadı. Liderleri, rejimin bu sert çekirdeğinin durumu çözmek için boy göstereceğini bilerek, orduyu pohpohlamaya özen gösteriyordu.
Mübarek, Mısır Kamu İstihbarat Teşkilatı’nın şefi Ömer Süleyman’ı başkan yardımcılığına atadığında ve o da muhalefetle “diyalog” çağrısı yaptığında, Müslüman Kardeşler liderliği görüşmeyi kabul etti. Protestoların ilk aşamasına katılmayı reddetmeleri sonrasında bu ödün, onların genç liderliğin (shabab) gözünden düşmesine katkı sağladı. Mübarek sonunda iktidardan indirildiğinde, Müslüman Kardeşler mahpusların salıverilmesini ve olağanüstü halin kaldırılmasını talep ederken ordu cuntasını pohpohladı ve yasal siyasal parti kurmayı planladığını açıkladı.
Dominant rol yok
Müslüman Kardeşler, Mısır ayaklanması başladığı günden bu yana ABD’nin savunduğu şey olan “düzenli geçiş”e katkıda bulunma çizgisine girdi. Başkanlığa gelme amacı olmadığını, sadece demokratik haklar istediği açıkladı. Liderlerinden biri olan Essam el-Errian, The New York Times‘da 9 Şubat’ta şunları ifade ediyordu: “Önümüzdeki süreçte yaşanacak siyasal geçişte dominant bir rol oynama niyetimiz yok. Eylül’de yapılması planlanan başkanlık seçimleri için aday göstermeyeceğiz.” Müslüman Kardeşler, “demokratik, sivil bir devletin oluşmasını tasavvur etmekte” ancak “dinin kamusal yaşamdan kesin olarak dışlandığı Amerikan ve Avrupa tarzı bir seküler liberal demokrasiye” karşı çıkmaktadır (1).
Aynı gün Kahire’de düzenlenen bir basın konferansında, el-Errian Müslüman Kardeşler’in, İran’daki gibi dini önderler tarafından yönetilen “bir din devletine karşı” olduğunu ancak “dini referans alan sivil bir devletten” yana olduğunu vurguluyordu (2). Kullanılan Arapça terim – marja’iyya – parlamento tarafından oylanan yasaların İslam’a uygunluğunu doğrulayan ve yasal veto hakkına sahip olan yasal-teolojik bir otorite olarak adlandırılabilir. Bu, Müslüman Kardeşler’in 2007′de kamuoyuna açıklanan, öngörülmüş ancak resmen benimsenmemiş taslak programıdır. Bu taslak, özellikle kadınların ve gayri Müslümlerin Mısır’da başkan olmasının yasaklanacağını deklare etmesi nedeniyle eleştirilmektedir.
Ordu, Müslüman Kardeşler’in desteğini güvenceye almak için, önde gelen bir üye (ve sekülarizm karşıtı bir kitabın yazarı) olan Subhi Salih’i – avukat ve eski parlamento mensubu – anayasal değişim komitesine atadı. Ordu bu komitenin başına, Nasırcı milliyetçilikten Mısır’ın İslami kimliğinin altını çizen ve yasalarını şeriata dayandırması gerektiğini savunan görüşlere kayan Tarık el Bişri’yi seçti. 18 Şubat’taki büyük gösteriler sırasında Kahire’de verdiği bir vaazda, Müslüman Kardeşler’in dini lideri Şeyh Yusuf el Karadavi, bir yandan hükümet değişimi çağrısı yaparken, diğer yandan işçileri grevi bırakmaya ve orduya zaman tanımaya çağırdı.
ABD desteği ile ordu tarafından öngörülen “düzenli geçiş” şekilleniyor: Rota, Türkiye’de 1980 ile 1983 arasında gerçekleşen şekilde, ordu denetimi altında seçime dayalı bir demokrasiye geçiş. “Türk modeli”nin bir başka yüzü ufukta beliriyor: Mısır’ı ordu ile işbirliği içinde yönetecek İslami referanslı bir siyasal partinin sonunda iktidara gelmesi olasılığı. Bu Mısır’da daha bile kolay olabilir, çünkü ordusu Türk ordusunun iddia ettiği gibi sekülarizmi savunmuyor. Ancak böylesi bir düzen, Müslüman Kardeşler’in Türk AKP’sinin geçirdiği türde bir makyaj tazelemesi yapmaması halinde ve Filistin konusundaki tutumu ABD ve İsrail’in hasmane kuşkularına neden olduğu sürece, sorunlu olarak kalacaktır.
25 Ocak’ın devrimci potansiyeli sürer ve radikalleşirse (Mübarek’in istifasını bir toplumsal mücadele dalgası izlemiştir; bkz. Egypt: first democracy, then a pay rise), Mısır’ın sol kanat kitle muhalefetinin büyüdüğünü görmesi çok muhtemeldir. O zaman Müslüman Kardeşler, Mısırlı ordu temsilcileri kadar ABD için de ehveni şer olarak görülecektir.