Şeyh Yasin suikastı Washington’un Arap dünyası üzerine planı hakkındaki her türlü tartışmayı tehlikeye attı. ABD’nin en son ihtirası, Ortadoğu petrol zenginlikleri ve pazarları üzerindeki denetimini güçlendirmek ve askeri üs ve tesislerini genişletmek; üstelik tüm bunları demokratikleşme adına yaptığını söylüyor.

Bush yönetimi Irak’ın işgalini üç bahaneyle haklı göstermeye çalıştı. Birincisi, 11 Eylül 2001 sonrasında teröre karşı açılan savaştı, eldeki tüm kanıtların aksini göstermesine rağmen, Saddam Hüseyin Usame bin Laden’in destekçisi değilse de en azından işbirlikçisi gibi gösterildi. İkinci argüman kitle imha silahlarının (KİS) oluşturduğu tehditdi. Bu konuda ABD ve Birleşik Krallık’ın sağladığı tüm bilgilerin asılsız olduğunu biliyoruz. İlk iki gerekçe solup gittiği için, üçüncü bir bahane önem kazanıyor: Washington Irak’ı tüm Ortadoğu’ya örnek gösterebileceği kadar çekici bir demokratik model yapmaya söz vermişti.

Bağdat’a karşı kampanyanın başlamasından beri diğer iki gerekçe ile birlikte geliştirilen bu argüman, en çok da Bush yönetiminin Pentagon çevrelerinde aktif olan yeni-muhafazakar dostları tarafından şevkle etrafa yayıldı (1). Irak işgalinin arifesinde 26 Şubat 2003 tarihinde, Bush Ortadoğu’ya demokratik değerleri yayma hırsını bir dizi yeni-muhafazakarın ve kayıtsız İsrail destekçisinin meskeni olan American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşu önünde açıkladı. Enstitünün yirmi danışmanını yönetimi için ödünç aldığıyla övündü (2). Daha sonra 9 Mayıs 2003 tarihinde, ne tür değerlerin yayılması gerektiğini göstermek için on yıl içinde bir “ABD-Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi” kurulmasını önerdi (3).

Bu argüman Clinton dönemiden kalan ve Bush yönetimi altında güce dayalı yaklaşıma arka çıkmaya devam eden insani savaş taraftarlarından destek buldu. Harvard’da profesör ve insan hakları uzmanı olan Kanadalı Michael Ingatieff, aslında çok daha kaba saba düşünen bir yönetimi desteklerken son derece incelikli argümanlar kullandı. 2003 Ocak ayında New York Times gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, okurlarını daha iyi ikna etmek için isyankar bir ton takınarak esasen bir “iyilik imparatorluğu” olarak tanımladığı ABD imparatorluğunun iyi yanlarını göklere çıkarıyordu. ABD, “hafif bir imparatorluktur, serbest pazarlar, insan hakları ve demokrasi gibi değerlerle süslenen, dünyanın bu güne dek gördüğü en müthiş askeri güçle desteklenen küresel bir hegemonyadır” diye iddia ediyordu (4). Uzun savunması bir sonuca yaklaşırken “imparatorluğun gerekliliği şudur ki, Irak gibi yerlerde, demokrasi ve istikrarın son umudu olmuştur” diyordu. Sonradan gördüklerimiz bize bunun yanlış olduğunu gösterdi (5).

Liberallerden (ABD’de anlaşıldığı şekliyle ilerlemeci anlamında liberal) gelen bu idealist övgüye tezat olarak Bush yönetiminin İslam dünyasına, özellikle Irak’a demokrasi getirme yönündeki kibirli hedefi muhafazakar realistlerin şiddetli eleştirilerine yol açtı. 2002 sonbaharında bu kanadın önde gelen yayın organlarından National Interest dergisinin editörü Adam Garfinkle bu yaklaşımın naif olduğu yönünde uyarılarda bulundu. Yönelttiği ilk itiraz, başka bir Harvard profesörü olan Samuel Huntington tarafından tanımlanan “demokrasi paradoksu”yla ilgiliydi: Dünyanın bazı bölgelerinde demokrasi, mükemmelliğe kavuştuğu Batı’ya düşman güçleri büyütür. ABD düşmanlığının en yüksek olduğu İslam dünyası bunun en iyi örneğidir. Garfinkle’ın ikinci itirazı ise Arap dünyasında demokrasi için yürütülecek bir kampanyanın “ya Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve uzun zamandır dost ülkeler olarak adlandırdığımız benzer ülkelerdeki anti-demokratik yönetici sınıflara karşı ABD’nin tutumunda önemli bir değişiklik gerektireceği ya da bariz diplomatik ikiyüzlülüğün kalıcı hale gelmesi anlamına geleceğidir” (6).

Müslümanlar uzun zamandır bu ikiyüzlülüğe aşinadır; Washington’un demokrasi vaatleri hakkındaki ironi katılmış şüphecilikleri buradan gelir. ABD’de demokrasinin samimi destekçileri bunun altını çizer. Bir yıl önce, Carnegie Endowment for International Peace kuruluşunda araştırmacı olarak çalışan Thomas Carothers, Bush ve takımının bölünmüş kişiliklerini eleştirdi: “Gerçekçi Bush dünyanın pek çok yerinde dost tiranlarla sıcak ilişikleri aktif olarak geliştirirken yeni Reagancı Bush Ortadoğu’da güçlü bir demokrasi kampanyası için zil çalıyor” (7).

New America Foudation kurumunun global ekonomik politikalar eş başkanı Sherle Schwenninger ABD stratejisi üzerine bir makalede “son otuz yıldır ABD politikasının özünün Arap demokrasisine ve Arapların kendi kaderini tayin hakkına aykırı” olduğuna işaret ediyor. Her ABD başkanı, Arap halkını yabancılaştıran üçlü bir sacayağı üzerine kurulu bu stratejiyi benimsemiştir: “İsrail’in savunmasının üstlenilmesi ve bir tür barış sürecinin teşvik edilmesi; Mısır ve Ürdün’de ABD yanlısı hükümetlerin cesaretlendirilmesi; Basra Körfezinin petrol üreten ülkelerinin yönetici aileleriyle, özellikle de Suudi Arabistan’ın kraliyet ailesiyle sıkı müttefiklik ilişkisinin geliştirilmesi... Buna karşın Irak’ın işgali yalnızca ABD’nin meşruiyet sorunlarını şiddetlendirmiştir. Çünkü bölgedeki pek çok kişi için bu durum ABD’nin Irak halkının refahıyla değil oradaki petrolle ve askeri gücünü artırmayla ilgilendiği yönündeki inançlarını güçlendirmiştir” (8).

Irak’ta Kitle İmha Silahları’nın (KİS) bulunamaması ve Iraklıların ABD’ye açıktan düşmanlık göstermeseler bile sıkı bir şekilde meydan okumalarının damgasını vurduğu dinamik durum, Bush’u demokrasi argümanının şiddetini yükseltmeye zorladı. Bush, 6 Kasım 2003 tarihinde, Reagan yönetiminin desteğiyle 1983 yılında kurulmuş olan ve her iki partiyi de eşit mesafede olan National Endowment for Democrasy kuruluşunun ABD Ticaret Odası’nda yapılan toplantısında bir konuşma yaptı. Konuşmanın ana teması İslam dünyasında demokrasiydi ve uzun bir liste oluşturan otokratik ülkelerin liderlerine –Fas, Bahreyn, Umman, Katar, Yemen, Kuveyt, Ürdün, ve hatta Suudi monarşisi- öğütler verirken “demokratik reformları engelleyen ve altını oyan Filistin liderlerini” kınayarak demokrasinin esnek bir kavranışını gözler önüne serdi (9).

Birkaç gün sonra, Irak’ta –The Economist tarafından adlandırıldığı şekliyle- prokonsül Paul Bremer ve ekibiyle Iraklı Şiilerin dini lideri Büyük Ayetullah Ali Al-Husseini al-Sistani arasında bir güç denemesi yaşandı. Bu Huntingtoncu anlamda paradoksal bir durumdu: Ayetullah kurucu meclisin seçimi ve yeni anayasanın onaylanması için oy hakkı talep ederken, işgal otoritesi Washington tarafından atanmış bir Irak hükümetine şekli güç transferini haklılaştırmak için kısa ve orta vadede bir seçimin düzenlenemeyeceğini savundu. Destekçilerinin kitlesel protestolarından güç alan Ayetullah, Birleşmiş Milletler’i arabuluculuğa zorladı, ve seçimlerin 2004 sonuna kadar yapılacağı taahhütünü aldı.

Bu durum Bush yönetiminin takındığı demokratik imaj açısından oldukça zarar vericiydi ve başkanlık seçimleri öncesi oy oranları düşmeye başlamıştı, bu yüzden yeni bir girişim başlattılar. 13 Şubat’ta Londra’da Arapça çıkarılan günlük liberal Al-Hayat gazetesi, Washington tarafından G-8 liderlerinin yardımcı kadrolarına Haziran ayında Georgia’da Sea Island’da, düzenlenecek zirveye hazırlanmaları amacıyla dağıtılan “G-8 Büyük Ortadoğu Ortaklığı” başlıklı bir çalışma belgesi yayınladı (10). Belge ağırlıklı olarak, Sosyal ve Ekonomik Gelişme için Arap Fonu (AFSED - Arab Fund for Social and Economic Development) ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP-United Nations Development Programme) bölgesel bürosunun himayesi altında hazırlanan Arap dünyası üzerine raporlardan faydalanarak yazılmıştı. Belgede Arap ülkelerindeki sefalet, cehalet ve işsizliğin düzeyini ayrıntılandırılıyor ve ortak çıkarları “aşırılıkların, terörizmin, uluslararası suçların ve yasa dışı göçlerin artması” tarafından tehdit edildiği düşünülen G-8 üyeleri uyarılıyordu (12). Rakip girişimler (Avro-Akdeniz Ortaklığı ya da Barselona süreci ve ABD Dışişleri’nin Ortadoğu Ortaklık İnisiyatifi) tamamlayıcı girişimler olarak takdim edilip, sanki bütün bunlar aynı politikanın parçalarıymışçasına “Afganistan ve Irak’ın çok taraflı yeniden inşası girişimine” davet çıkarılıyordu.

Belge, Demokrasi ve Bilgi Toplumu başlığı altında, G-8 ülkelerinin 2006 yılına kadar seçim düzenleyecek Arap ülkelerine teknik yardımlar -seçimlere gözetmenlik değil sadece seçmenlerin kaydedilmesine ve çalışanların eğitimine dönük seçim öncesi yardımlar- gibi sınırlı kapsama sahip inisiyatifler öneriyordu. İnceleme aynı zamanda kadın yöneticileri ve gazetecileri eğitecek merkezler, (şeriat yasalarını kapsayan) yasal danışmanlık merkezleri ve STÖ’ler kurulmasına yardım edilmesini; 2008 yılına kadar çoğu öğretmen olmak üzere 100,000 kadının eğitilmesini öneriyordu.

En cesur yenilik, Ekonomik Fırsatlar başlığı altında, “Orta ve Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkelerinde yaşanan dönüşüm mertebesinde bir ekonomik dönüşüm” için yapılan bir çağrıydı. Washington’un amentüsüne göre bunun anahtarı, refah ve demokrasinin anahtarı olan özel sektörün güçlendirilmesiydi. Belge bu konuda dahice öneriler getiriyordu: Mikrofinans** mucizesi sayesinde beş yıl boyunca yılda sadece 100 milyon dolar ile, kişi başına verilecek 400 dolarlık kredilerle sefalet koşullarından sıyrılacak (750.000 kişisi kadın olmak üzere) 1.2 milyon müteşebbis yaratılacaktı.

Diğer çareler daha bilindiktir: Avrupa Kalkınma ve Yeniden İnşa Bankası modeli üzerinden bir Büyük Ortadoğu Kalkınma Bankası kurulması (Arap ülkelerinde zaten böyle bir kurum (AFSED) bulunmaktadır, fakat Batı ülkeleri tarafından idare edilmez); serbest bölgeler oluşturulması (Arap ülkelerinde hali hazırda birkaç tane vardır); bu ülkelere Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmaları ve bu üyeliğin gerektirdiği reformları yapmaları konusunda baskı yapılması.

Al-Hayat tarafından ifşa edilmesinin ardından bu belge, Arap dünyasının estirdiği eleştiri rüzgarlarıyla beslenen bir yangına yol açan ilk kıvılcım oldu. Eleştiriler belgede yer alan Büyük Ortadoğu tanımıyla başladı: bu tanım Afganistan, İran, Pakistan, Türkiye ve İsrail’i kapsıyordu, ki tek ortak paydaları Amerikan aleyhtarlığının en güçlü ve Batı-karşıtı biçimiyle İslami fundamentalizmin (ki ABD tarafından bir numaralı halk düşmanı ilan edilmiştir) en yaygın olduğu bölgede yer almalarıydı.

ABD’nin Batılı ortaklarını benimsemeye ikna ettiği politik-sosyolojik öncelikleri yansıtan bu değerlendirme dışında, böyle bir gruplamayı makul gösterecek herhangi bir coğrafi, kültürel ya da ekonomik neden bulunmamaktadır. Objektif kriterlerle bakıldığında bu gruplandırma ya çok ileri gitmiş ya da gereğince ileri gidememiştir . Böyle bir mantık bu ülkelerin hükümetleri ya da halkları tarafından kabul edilemez, yalnızca Washington’un stratejik önceliklerini güçlü bir şekilde paylaşan İsrail bir istisna oluşturur çünkü bahsi geçen diğer ülkeler İsrail için temel kaygı nedenidir. Araplar tarafından belgeye yönelik olarak ilk ve en kızgın eleştiri Arab Human Development Report adlı yayının baş editörü Mısır’lı Nader Fergany tarafından yapıldı. Washington’un raporu kendine maletme şekline kızan Fergany Al-Hayat’ta, Arap devletleri bir yana, kendi G8 ortaklarına bile proje üzerinde yorum yapmaları için çok az zaman bırakan ABD’nin benimsediği prosedürün “mevcut ABD yönetiminin dünyanın kalan kesimine karşı, sanki devletlerin ve halkların kaderleri üzerine karar verebilecekmiş gibi davranmasına yol açan küstah zihniyetini” gösterdiğini vurgulayan bir yazı yayınladı (13).

Fergany sözkonusu belgeye şu noktada karşı çıkar: Arap ülkelerinde yapılan bir çalışmanın sonucu, yeni-muhafazakarlar tarafından terörizmin kaynağı addedilen, çoğunlukla Müslüman, fakat coğrafi olarak çok büyük farklılıklar gösteren muazzam bir alana, ülkelerin kendi özgünlükleri göz ardı edilerek uygulanmıştır. Projeyi reddetme gerekçelerini şu çerçeveye oturtur: Belli başlı muhataplara önceden danışılmadan “dışardan empoze edilen” bir projedir ve Arap dünyasında yozlaşmayı besleyen ve Arapların çıkarlarını tehdit eden bir yönetimin kredibilitesi bulunmamaktadır (bu nedenle diye ekliyor Fergany, “bir sarhoşun sokak lambasına aydınlanmak için değil devrilmemek için yaslanması gibi” bu belge de UNDP-AFSED raporuna dayanıyor.)

Fergany bölgede yaygın olarak paylaşılan bir duyguyu ifade ederek, Washington’un Avrupa’yla projesi üzerinde uzlaşmaya çalıştığını yazıyor. Uzlaşmanın hedefinde ise özellikle karşı çıktıkları Irak işgaliyle “Arap toplumu içinde kazandıkları popülerlik ve saygınlık nedeniyle değişim güçleri tarafından önemli müttefikler olarak görülen” Almanya ve Fransa gibi ülkeler bulunuyor. Eğer bu ülkeler tekrar ABD görüşüne dönecek olurlarsa “Arap halklarına sağladıkları kısıtlı destek aracılığıyla kazandıkları politik sermayeyi kaybedecekler” ve bölgedeki değişim güçleriyle ortaklık için tarihi bir fırsatı yitirecekler. Fergany bunun Washington belgesinin gizil bir amacı olabileceğini düşünüyor.

Fergany, ABD’yi kendi ekonomik modelini Ortadoğu’ya empoze etmek istemekle eleştiriyor. Belge Filistinlilerin haklarından söz etmeksizin İsrail’i bölgenin ekonomik dokusuna entegre etmeyi gerek koşul sayarken Arap dünyasının asıl problemlerini göz ardı ediyor. Irak’ın egemenliğini değil sadece yeniden yapılandırılmasını ele alıyor, çünkü yalnızca “Irak’ın yıkımında rol oynayan ülkelerin şirketlerine kontratlar dağıtmakla” ilgileniyor .

Fergany Arap devletlerine ABD planını reddetmeleri çağrısında bulunurken, eğer Arap dünyasının rönesansı olacak reformları içeriden kendileri yapmak için hakiki bir çaba sarf etmezlerse bu reddedişin beyhude olacağına da vurgu yapıyor. Bu beklenti UNDP-AFSED raporunda ana hatlarıyla ortaya konuyor. Ekim 2003 yılında yayınlanan son edisyon, 2002 Temmuz’unda yayınlanan ilk edisyonun neo-liberal amentüye uyduğu ve dış etmenlerin Arap dünyasının durumu ile ilgili baskın sorumluluk payını göz ardı ettiği yolundaki mantıklı eleştirileri dikkate aldı. 2003 raporu Arap ekonomilerinin bağımlılığına vurgu yapar özel sektör tekellerinin devlet tekellerinin yerini almasına karşı uyarıda bulunarak ekonomik liberalizmini yumuşatır ve Ortadoğu’daki İsrail ve ABD politikalarını eleştirir (14).

ABD projesinin en büyük handikapı, söylenen ve yapılan şeyler arasında uçurum olması nedeniyle inanılırlıktan yoksun olmasıdır ve bu nedenle Arap dünyasında değişimin en ateşli destekçileri bile bu projeyi reddederler. Tunuslu insan hakları eylemcisi Moncef Marzouki Al-Hayat’ta “ABD’nin Arap dünyasında demokrasinin gelişimine dönük politikalarının hiç bir inanılırlığı olmadığığına” vurgu yapıyor (15) ve ekliyor: “Aslında ABD politikalarının bir bütün olarak, İran’da ve diğer yerlerde gördügümüz üzere, aşırı İslami güçlerinin gelişmesini kolaylaştırdığını söylenebilir” diye ekliyor.

Arap dünyasında Bush yönetimine ve ondan geldiğinden şüphelenilen her şeye karşı duyulan şiddetli düşmanlık Washington’un başlıca müttefiki olan, himayesi altındaki Arap devletlerini –Mısır ve Suudi Arabistan– kendilerini bu girişimden uzak tutmaya sevk etti. Hatta Başkan Mübarek girişimin kışkırtacağı tepkilere karşı kendini korumak için karşı kampa öncülük etti. Kendi çekincelerini dile getirdikten sonra Riyad’a uçtu ve Suudi ev sahipleriyle birlikte “Arap ve Müslüman ülkelere dışarıdan belirli bir reform prototipi empoze edilmesini” reddeden bir bildiri yayınladı (16).

Bu infialle karşı karşıya gelen Bush yönetimi girişimin kendini ilgili kesimlerin yerine koymayı amaçlamadığına yemin etti. Dışişleri Bakanı bu mesajı iletmek üzere bölgeye gönderildi, fakat bu, Washington’un bazı Arap müttefikleriyle görüşmeler yapmak üzere bölgeye yollanan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Marc Grossman’ın Brüksel’de verdiği demeçte, Dublin’de yapılacak ABD/AB ve İstanbul’da yapılacak NATO zirvelerinde de Temmuz’da yapılacak G8 zirvesindeki gibi “Büyük Ortadoğu”da reform konusunun tartışılması gerektiğini söylemekten alıkoymadı. Dışişleri Bakanı Colin Powell, Kuveyt’te verdiği bir demeçte Washington’un G8 buluşmasından önce Arap devletlerinin bu soruna eğileceklerine güvendiğini belirtti.

Satır aralarından okunduğu kadarıyla ABD’nin Arap müttefikleri (Washington’un esin verdiği) Suudi girişimini Mart ayında yapılacak Tunus zirvesinde yeniden dolaşıma sokmaya hazırlanıyorlar. Girişim aynı yıl Mart ayında Bahreyn’de bir zirve yapma niyetiyle 2003 Ocak ayında duyurulmuştu, Irak krizi nedeniyle toplantı yeri Mısır olarak değiştirildi ve süresi bir güne indirildi. Veliaht prens Abdullah’ın girişimi bölgesel gerginlikler ve bölgedeki diğer yöneticilerden bazılarının Washington’un isteklerine boyun eğilmemesi yönündeki uyarıları nedeniyle politik olarak zamanlaması yanlış yapılmış bir girişim olarak kaldı. Suriye Devlet Başkanı Beşir el-Esad, Washington’un Irak’taki emellerini gizlemek için birbiri ardına çeşitli maskeler kullanmasını kınadı: BM Denetlemeleri, Güvenlik Konseyi Kararları, KİS, “demokrasi sorunu, sonra insan hakları ve şimdi de gelişme vaat ediyorlar”(17).

Suudi girişimi Arap devletlerinde, kendi kendilerine girişecekleri reformları ve politik katılımın gelişmesini, bunun yanında özel sektörü destekleyecek ve teşvik edecek, nihai olarak bir Arap ortak pazarını oluşturacak tedbirlerinin alınmasını savunacak yasal düzenlemelerin gerçekleşmesini güvence altına almayı amaçlıyordu. Bu tarz (ABD’nin sunduğu gibi, politik olarak çekingen, ekonomik olarak katı ve kökten) reçeteler göstermiştir ki, bu gibi sponsorlarla Ortadoğu’da özgürleşme, özelleştirmeden öte bir anlam ifade etmeyecektir.

Gilbert Achcar University of Paris-VIII bünyesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Son çalışmaları her ikisi de Monthly Review Press, New York tarafından 2002 yılında yayınlanan The Clash of Barbarisms (Barbarlıklar Çatışması, Everest, 2002) ve 2004 yılında yayınlanan Eastern Couldron (Kaynayan Ortadoğu: Marksist Aynada Ortadoğu, İthaki Yayınları, 2004) kitaplarıdır.

Notlar:

[1] Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi programının açık bir anlatımı için Victor Davis Hanson tarafından yeni-muhafazakar takımın yayın organı The Weekly Standard’da 21 Ekim 2002 tarihinde yayınlanan "Democracy in the Middle East: It’s the hardheaded solution" makalesini okuyabilirsiniz.

[2] George Bush, "President Discusses the Future of Iraq", Office of the Press Secretary, White House, 26 Şubat 2003.

[3] George Bush, "Remarks by the President in Commencement Address at the University of South Carolina", White House, 9 Mayıs 2003.

[4] Michael Ignatieff, "The Burden", the New York Times Magazine, 5 Ocak 2003.

[5] Ignatieff sözlerini geri aldığı bir makale yayınladı: "The Year of Living Dangerously", New York Times Magazine, 14 Mart 2004.

[6] Adam Garfinkle, "The Impossible Imperative? Conjuring Arab Democracy", The National Interest, Güz 2002.

[7] Thomas Carothers, "Promoting Democracy and Fighting Terror", Foreign Affairs, Ocak/Şubat 2003.

[8] Sherle Schwenninger, "Revamping American Grand Strategy", World Policy Journal, Güz 2003.

[9] "Remarks by the President at the 20th Anniversary of the National Endowment for Democracy, US Chamber of Commerce", White House, 6 Kasım 2003.

[10] Metin, gazetenin İngilizce web sitesinde yer almaktadır. Dar al Hayat

[11] UNDP ve AFSED, Arab Human Development Report 2002 ve Arab Human Development Report 2003, New York. Her iki rapora da http://www.undp.org/ adresinden ulaşılabilir.

[12] Yasa dışı göçün diğer belalarla ilişkilendirildiğine dikkat ediniz.

[13] Nader Fergany, "Critique of the Greater Middle East project: the Arabs sorely need to refuse a reform from abroad" (Arapça), Al-Hayat, 19 Şubat 2004.

[14] Bush yönetimi buna misilleme olarak UNDP’ye yapılacak ve Kongre tarafından çoktan kabul edilmiş olan ABD yardımını kayda değer miktarda azalttı.

[15] Moncef Marzouki, "The US project for democracy in the Greater Middle East -Yes, but with whom?" (Arapça), Al-Hayat, 23 Şubat 2004.

[16] Nevine Khalil, "Winds of Change", Al-Ahram Weekly, Kahire, 26 Şubat 2004.

[17] Amira Howeidy, "Swan-Song for Arab Unity", Al-Ahram Weekly, 6 Mart 2003.

* Yazının aslına http://mondediplo.com/2004/04/04world adresinden erişebilirsiniz.

** Mikrofinans/Mikrokredi kavramı ilk kez dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş’te 1974 kıtlığı sırasında yoksullukla savaş programı başlatan Muhammad Yunus tarafından geliştirildi. Ana fikri, ödünç verilen küçük miktardaki borçların bir kişinin ve ailesinin hayatta kalma becerisi açısından büyük farklılıklar yaratabileceğidir. [ç.n.]