Batılı seçkinlerin, Suriye’deki iç savaş ile ilgili ABD’nin ve Avrupa devletlerinin ne yapması gerektiği konusunda kamuoyu önünde gerçekleştirdikleri iç tartışma kadar Batılı güçlerin sınırlarını gösteren bir şey yoktur. Bu tartışmada benimsenen iki konumu müdahaleciler ve temkinliler olarak adlandıracağım. Her iki kesim de birbirlerini şiddetle, ABD’nin ve Avrupa’nın jeopolitik gücü açısından korkunç olumsuz sonuçlara yok açabilecek politikalarda ısrar etmekle suçluyor. Gerçek şu ki her ikisi de haklı. ABD’nin ve Avrupa devletlerinin yapacağı her şey onlar için olumsuz sonuçlara yol açacaktır. Bu dünyadaki hakim güçler için mükemmel bir kaybet-kaybet durumudur.

Her iki grup tarafından öne sürülen argümanlara bakalım. Time dergisi 9 Mayıs tarihli sayısında iki önemli şahsiyetten (Zbigniew Brzezinski ve John McCain’e) karşılıklı iki yorum yazısıyla argümanlarını öne sürmelerini istemiş. Brezinski’nin yazısının başlığı şöyle: “Suriye: Müdahale İşleri Daha Da Kötüleştirecek” McCain’inki ise ”Suriye: Müdahale Çıkarımıza”.

Brezinski şunu öne sürüyor: “Suriye’deki çatışma çalkantılı bir bölgede yayılma ve Amerikan çıkarlarını doğrudan tehdit etme potansiyeline sahip bir mezhep savaşıdır ve bu durum ABD müdahalesi ile daha da kötüleşecektir.” Öyleyse ne yapmalı? “Tek çözüm Rusya ve Çin’in desteğini alarak BM’nin desteklediği ve şans eseri Esad’ın girmemeye “ikna edileceği” bir seçim yapılması.”

Bu argüman McCain’i hiç ikna etmişe benzemiyor. Şöyle diyor: “Müdahaleye karşı çıkanların, müdahale ettiğimizde ortaya çıkacağını öngördükleri korkunç sonuçların hepsi müdahale etmediğimiz için ortaya çıktı.” Öyleyse ne yapmalı? “Amerika için, çıkarlarımız değerlerimizdir, değerlerimiz de çıkarlarımızdır.”

Bir diğer önemli düzen şahsiyeti Fareed Zakaria yine 9 Mayıs’ta Washigton Post’ta yayınlanan yorum yazısında temkinlilik telkin ediyordu. Bildiğimiz gibi Başkan Obama kimyasal silahların kullanılmasının bir “kırmızı çizgi” teşkil ettiğini ve bu geçilirse ABD’nin aktif müdahalesinin gerekeceğini açıkladı. Kimyasal silahların kullanılıp kullanılmadığı, kullanıldıysa kimin kullandığı konusunda süregiden bir tartışma var. Obama durumun açık olmadığını söyleyerek konum aldı ve McCain ve diğerleri tarafından “ABD’nin güvenilirliğinin” altını oymakla suçlandı.

Zakaria bu argümanı inandırıcı bulmuyor. Obama’nın sözlerinin çok muğlak olduğunu ve “dikkatsizce sarf edilen sözleri dikkatsizce askeri müdahalelerle düzeltemezsiniz.” diye devam ediyor. Partiler arasında siyasi uzlaşma çağrısında da bulunuyor. Yoksa Esad’ın devrilmesini (bunu ilk evre olarak adlandırıyor) ABD’nin de içinde olduğu daha da kanlı bir ikinci evre izleyecektir. Öyleyse ne yapmalı? “Askeri müdahale Suriye’nin insani kâbusunu sona erdirmeyecektir. Yalnızca bileşimini değiştirecektir.”

Bu argümanlar Le Monde’un köşe yazarları için pek de anlaşılır argümanlar değil belli ki. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Moskova ziyaretini bir ihanet olarak görüyorlar. Bu ziyareti geçen yıl Ağustos ayında ABD, Büyük Britanya, Fransa ve Almanya tarafından ortaya konan, Suriye içinde siyasi görüşmelerin başlamasının ön koşulu olarak Esad’ın istifa etmesi talebinin geri çekilmesi olarak değerlendiriyorlar.

Batılı güçler içinde en açık “müdahaleci” konumu alan ülke Fransa. Ancak Fransa’nın Dışişleri Bakanı Laurent Fabius 9 Mayıs’ta Le Monde’a verdiği bir mülakatta Fransa’nın şimdi bir “bekle-gör” politikası izleyip izlemediği sorulduğunda bu soruya hiç de rahat olmayan bir şekilde Fransa’nın bu durumu kendi başına çözmesinin mümkün olmadığı yanıtını veriyor. Daha sonra dört yönelim açıklıyor ve bunlardan birincisi “siyasi bir çözüm için bastıracakları” yönünde. Böylece bir ölçüde Kerry’nin Moskova ziyaretini onaylıyor.

Büyük Britanya Başbakanı David Cameron da Esad’ın en ateşli karşıtlarından. Ancak askeri bir taahhüt altına girmekten belirgin bir şekilde çekiniyor. Yakın zamanda o ünlü açıklamayı yaptı ve Suriye’de Britanya askerlerinin postallarını görmeyi düşünmediğini söyledi.  Öyle görülüyor ki hiçbir Batılı hükümet “sahaya asker postalı” göndermeye hazır değil. McCain bile bunu önermiyor. Yalnızca bunun gerekli olmayacağını, çünkü ABD’nin “uçuşa kapalı bölge”, insansız hava araçları ve asilere askeri yardım yoluyla amaçlarına ulaşmakta başarılı olacağını söylüyor. Ancak ABD askeriyesi “uçuşa yasak” bölgenin büyük bir operasyon olduğunu ve eninde sonunda “sahada asker postalı” gerektirdiğini defalarca dile getirdi.

Bu arada hem Esad güçleri hem de isyancı güçler ABD ve Rusya’nın ortaklaşa himayesinde yürütülecek görüşmelere düşmanlıkla olmasa da serinkanlılıkla tepki verdi. Bu arada ABD ve Batı’nın arka çıktıkları Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) lideri Moaz al-Khatib, ABD ve Batı’nın bakış açısından durumu daha da kötüleştirecek bir şekilde isyancı arkadaşlarına ve batılı hükümetlere karşı duyduğu genel hayal kırıklığı nedeniyle istifa etti. 

Bunun sonuçlarından birisi SUK’un Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) savaşçılarından bazılarının El Kaide bağlantılı bir grup olan Nusra Cephesi’ne geçmeleri oldu. Bu grup Batılı hükümetlerin ezeli düşmanıdır ve resmi olarak terörist bir grup olarak sınıflandırılmıştır. Bu olgu da tabii ki temkinlilerin elini güçlendirmektedir.

Dolayısıyla Suriye’deki herkes kendi yoluna gidecektir ve birbirlerine ve onları desteklemediklerini düşündükleri Batılı güçlere ateş püskürtecektir. ABD (ve Batı Avrupa) iyi bir seçeneğe sahip değildir ve seçkinleri de bu nedenle birbirlerine bağırmaya ve her biri aslında etkisiz olacak politikalar önermeye devam edeceklerdir.

Bu arada iç savaş sürüp gidecek. Suriye’deki can kayıpları çok fazla ve giderek artacak. Mülteciler komşu ülkelere, özellikle de Ürdün’e yığılıyor. Savaş yayılmaya devam ediyor ve tamamen denetim dışına çıkacak gibi. Müdahaleci cephenin kazanması olasılık dışı değil ve bu durumda tüm Ortadoğu kendisini denetlenemez ve sonu gelmez bir muazzam savaşın içinde bulabilir.

Buradaki kilit ifade “denetim dışına çıkmak”. ABD (ve Batı Avrupa) durumu “denetim altında tutmak” istiyor. Bunu yapamayacaklar. “Müdahalecilerin” bağırış çağırışları ve “temkinlilerin” ayak diretmesi bu yüzden. Bu, batı için bir “kaybet-kaybet” durumudur. Ortadoğu halkları için bir “kazan” durumu hiç değildir.