Suriye’de ne oluyor sorusuna Suriye’deki isyanlar başladığından beri Türkiye’de ve uluslararası alanda yanıtlar oluşturulmaya çalışılıyor. Mısır, Tunus ve Libya’dan farklı olarak Suriye’deki ayaklanmaların bölgesel ve global ölçekte sosyal, ekonomik, etnik ve dini etkileri olmaya başladı. Türkiye’de anaakım medyada, Esad ve karşıtları ılımlı İslamcılar arasında yaşanan bir iç savaş gibi yansıtılan Suriye olaylarını geniş ölçekte ve Suriye’deki farklı muhalif kesimlerin yaklaşımları ve mücadele pratiklerini görerek tartışmak oldukça önemli bir yerde duruyor. Suriye ayaklanmaları başladığından beri binlerce insan yaşamını kaybetti, ülkelerini terk etmek zorunda kaldı, kalanlarsa yoğun güvenlik uygulamaları altında yoksulluk, şiddet ve ölüm tehdidine maruz kalarak yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyor. Basından takip etmeye çalıştığımız kadarıyla bu olaylar gittikçe normalleşti ve kanıksanmaya başladı.

 Eğitim-Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu, 16 Şubat 2013 tarihinde İstanbul Eczacılar Odası’nda, Boğaziçi Üniversitesi’nden Dr. Seda Altuğ, Suriyeli iki kadın aktivistin katıldığı Suriye ve Bölge Siyaseti adlı bir panel düzenledi. Suriye ve Bölge Siyaseti Paneli, Suriye’de aslında neler olduğunu birebir tanıklıklar üzerinden tartışmaya açan alternatif bir medya çalışması olarak değerlendirilebilir. Suriye’de yaşananlara yönelik dezenformasyon karşısında bu ve benzeri etkinliklerin Türkiye’nin pek çok yerinde düzenlenmesi barış ve özgürlük talep eden Suriyeli aktivistlerin seslerinin yükselmesi anlamında oldukça anlamlı olacağı görüşündeyim. Ben de bu yazıda, etkinlikte alabildiğim notlar çerçevesinde konuşmaları özetlemeye çalışacağım.

İkiyüzlü Davranmayı Öğretmemek İçin Özgürlüğe İhtiyaç Var!

Panelde ilk söz Suriyeli aktivist MD’nindi. Savaş başlamadan önce Humus’ta yaşıyor ve yuva öğretmeni olarak çalışıyordu. Babası komünist partide uzun süre çalışmış ve pek çok kere cezaevine girmiş bir aktivist. Konuşmacı, Esad Rejiminin özgürlüklere yaklaşımını şu şekilde anlatıyor: “Evin içinde Beşar Esad ve Baas Rejimi’nden nefret ederken evin dışında onlara övgüler düzerdik. Bu durum bize ve pek çok Suriyeliye ikiyüzlü ve sahtekâr olmayı öğretti. Ben de çocuğuma ikiyüzlü olmayı öğretiyorum ve ona yalancı olmayı öğretmekten memnun değilim. Bir gün sokakta yürürken kızım ‘Anne bu sokak kimin?’ diye sordu. ‘Bizim’ diye yanıt verdiğimde ‘sokak bizimse niye istediğimizi konuşmuyoruz’ dedi. Bunun üzerine ona yanıt veremedim.”

Esad rejimini yolsuzluklara gömülmüş ve gündelik hayatı otoritelerine boyun eğdirecek şekilde örgütleyen bir mafya rejimi olarak tanımlıyor. Mesela konuşmacı, üniversiteye gidene kadar herkesin Baas Partisi üyesi olmaya zorunlu olduğunu söylüyor. Eğer Baas Partisi’ne üye olmazsanız üniversiteye gitmeniz, master, doktora yapmanız imkânsız.

18 Mart ve 25 Mart’ta Humus’ta düzenlenen eylemlere katıldığında eyleme gelen insanların her şeyden önce bu ikiyüzlü olma durumundan nefret ettiklerini görür. Eyleme farklı sosyo-ekonomik sınıflardan, Humus civarındaki köylerden pek çok insan katılır. Hafız Esad’ın resmi meydandan indirildiğinde herkes gibi duygulandığını anlatıyor. Esad rejiminin otoritesi karşısında eyleme katılanlar daha fazla özgürlük ve barış talebini dile getiriyor. Esat güçlerinin şiddet içermeyen bu eyleme vahşice müdahale etmesinin ardından pek çok insan gibi kendisi de korkuya kapılıyor ve bir daha gösterilere gidemeyeceğini düşünüyor.

Eylemler artarken Suriye’de “mezhep çatışmaları” nasıl örgütleniyor?

Suriye yönetimi dünya kamuoyuna kendini seküler bir rejim gibi gösterirken dini azınlıkları koruduğunu söylüyor. Konuşmacı, Humus’taki tecrübelerini şu şekilde anlatıyor: Humus Alevi, Sünni ve Hıristiyanların kendi mahallelerinde yaşadığı bir şehir. Bu üç grubun birbirine karıştığı çok az alan bulunuyor. Konuşmacı, Sünni olsa da çok fazla Alevi arkadaşı var. Bir gün, Alevi mahallesindeki arkadaşlarının evinden çıkıp kendi yaşadığı Sünni mahallesine giderken polis onu durdurur. Başörtülü olmadığını, Sünni mahallesine bu şekilde giderse Sünnilerin ona zarar vereceğini, başına kötü şeyler geleceğini söyler. MD, buna çok şaşırır. Çünkü yaşadığı mahallede bu tarz durumların yaşanmadığını, Alevilere kötü davranılmadığını kendi tecrübelerinden biliyor. Her hafta eylemler olduğunda güvenlik güçlerinin Alevi mahallelerine gidip “Sünniler size saldıracak” diyerek Alevileri galeyana getirdiklerini anlatıyor. Bunun üzerine korkuya kapılan Alevi mahalleleri de Sünni saldırılarına karşı hazırlanıyor, kendi güvenliklerini oluşturmaya başlıyor. Bu, güvenlik güçlerinin Alevi ve Sünnileri birbirine düşman etmeye dönük uygulamalarından bir tanesi.

18 Nisan’da Humus’ta ilk oturma eylemi düzenlenir. Bu eyleme farklı dini grup ve toplumsal sınıflardan 300 bine yakın kişi katılır. Eylemde farklı kesimler birbirleriyle tanışma imkanı bulur. Konuşmacı, Alevi bir grubun evlerine dönmeye korkarken Sünni bir grubun onları evlerine bırakmayı teklif etmesine tanıklık eder. Barışçı bir eylem organize edilmiştir, katılanlar en ufak bir şiddet girişiminde bulunmamış, kimseye zarar gelmemiştir. Oturma eylemi devam ederken gece yarısı güvenlik güçleri eyleme saldırır ve pek çok kişinin yaşamını kaybettiği ilk katliam burada gerçekleşir. Devletin bu saldırısının ardından Humus şehri ikiye bölünür. Bir bölgeden diğerine geçiş yasağı konur. Eylemlerin yapıldığı ana meydana gitmek yasak olduğu için her kesim kendi mahallesinde protesto gösterileri yapmaya başlar.

Güvenlik tedbirleri sıkılaştıkça eylemlerin örgütleniş biçimi de değişiklik gösteriyor. Camiler Sünnilerin toplanabileceği yegâne mekanlar olduğu için eylem öncesi camide buluşuyor ve eylem günü olarak Cuma günleri namaz sonrası seçiliyor. Ramazan ayında ise teravih namazı sonrası eylemler yapılıyor. Aleviler ve Hıristiyanların eylemlere nasıl katıldıkları sorulduğunda, konuşmacı gösteriler başladığında Hıristiyanların kendilerine su ve pirinç attığını söylüyor. Pirinç, bereketi ve zaferi simgeliyor. Su ise yaz sıcaklarında eylem yapanları biraz da olsa serinletmeye yarıyor. Humus’ta Alevilerin bir bölümünün rejimin manipülasyonuna geldiği için eylemlere grup olarak katılmadıklarını ama bireysel olarak eylemlere dahil olan Alevilerin de bulunduğunu aktarıyor.

Humus, Alevi-Sünni çatışmasının rejim tarafından örgütlendiği bir bölge. Rejimin manipülasyonu sonucu Alevi mahallerinde dükkanları olan Sünni esnaf iş yerlerini kapatıp kendi mahallelerine dönmüşler. Esad güçlerinin çatışmayı derinleştirmek için izlediği ikinci yol ise Sünni mahallelerinde gösteriler olurken Alevi mahallelerinde evlerin tepesinden ateş açmak. Üçüncü olarak, kadın kaçırmalarının devreye sokulduğunu öğreniyoruz: Sünni kadınlar kaçırılıp tecavüze uğruyor. Sonrasında mahallelerine bırakılıyorlar. Bu duruma maruz kalan çok fazla kadın olduğu söyleniyor. Konuşmacı, devlet bu kaçırmaları örgütlerken Sünni erkekler arasında da Alevi kadınları kaçırmaya kalışanlar olduğunu söylüyor. Kendisinin de içinde olduğu bir grup bu olaylara karşı mücadele içinde. Kendisi tedbir olarak küçük kızını dışarı çıkarmıyor, okula parka gönderemiyor; Humus’taki pek çok aile gibi.

Eylemlere beklenen destek gelmiyor…

Eylemciler, hukuk devleti, demokrasi ve özgürlük taleplerini dile getirirken ulusalararası düzeyde Suriye rejimine karşı çıkan kesimlerin kendilerine destek olacağını düşünürler. Eylemlere müdahale edildiğinde 82 yılındaki Hama katliamına benzer sahnelerin yaşanacağından korktukları için sosyal medya aracılığıyla Humus’ta yaşananları aktarmaya çalışır ve uluslararası destek bulmayı umarlar. Her iki konuşmacı da Suriye’de yaşananlara tüm dünyanın sırtını döndüğünü, Suriye’de her gün 250-300 kişinin yaşamını yitirmesi normalleşirken Suriye’de demokrasi ve özgürlük taraftarlarına destek veren kimsenin olmadığını söylüyorlar.

Zaman geçtikçe ve beklenen destek gelmeyince eylemlerdeki sloganlar da değişiyor: “Allah’tan başka kimse yok”… eylemcilerin çaresizliğini anlatan yeni slogan oluyor. Pek çok kişi yakınlarının ölümünü, katliamları gördükçe umutsuzluğa kapılıyor.

Kaos içinde özgürlük ve demokrasi istemek…

Zaman geçtikçe eylemlerde radikal İslamcı çizgi yükselmeye başlıyor. Başlangıçta eylemlerde belirleyici olmayan, Suriye dışında faaliyet gösteren radikal İslamcı gruplar ciddi bir kitle desteği bulmaya başlıyor. Ilımlı İslam vurgusu yerini baskıcı bir radikal söyleme bırakıyor. Konuşmacı, yaşadığı yerin sekter bir İslam anlayışının uzağında durduğunu, mesela Müslüman olmanın kadınlar için başını örtme zorunluluğu olmadığını anlatıyor. Ancak şu anda kadınlar bu baskıyı hissediyor.

Esad ordusunun zorbalıklarına dayanamayan askerler Esad’tan ayrılarak Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) kuruyor. ÖSO’nun başlangıçta amacı rejim muhaliflerini korumak. ÖSO önceleri askeri ve rejime ait yerleri hedef alırken rejim yanlısı kişi, grup ve mahallelere de saldırmaya başlıyor. Halk üzerindeki baskısı artıyor.

İlk konuşmacının Humus için çizdiği tablonun bir yanında kitle desteği bulmaya çalışan baskıcı bir radikallik, diğer yanında ganimetleri alan hırsızlık yapan koas ortamını sömüren çeteler, ölümler ve bombalar var. Bir tarafta da buna karşı duran demokrasi ve özgürlük isteyen gruplar. Konuşmacı bir süredir Türkiye’de yaşıyor. Savaşın biteceğinin yaşadığı eve yeniden taşınacağının ve komşularıyla geçen eski günlerine yeniden kavuşacağının hayalini kuruyor.

***

Panelin ikinci konuşmacısı Derzor-Şam-Qamışlo arasında yaşayan bir aktivist. Kısa bir süredir İstanbul’da. Ülkesine yakında döneceğini, Suriye’nin özgürlüğü için mücadele edeceğini, çünkü sonrasında “Ülkemi İslamcılara bıraktım.” diyerek pişman olmak istemediğini söylüyor.

Kontrol noktalarında süren yaşam…

Suriye’de üç şehir arasında gidip gelen konuşmacı, ülkesinde Esad rejimi ve ÖSO kontrol noktalarıyla güvenlik sağlanmaya çalışılırken halkın hayatının nasıl güvenlikten uzaklaştığını tecrübeleri, tanıklıklarıyla anlatıyor. Alevi, Hristiyan ve Sünni mahallelerinde halk da kendi kontrol noktalarını oluşturmuş durumda.  Şam merkez –Filistin kampı dışında- rejim güçlerinin elinde. Esad, kontrol noktaları inşa edip, şehri bölerek askeri güçlerle kontrol sağlamaya çalışıyor. Konuşmacı, Şam’daki yaşamı şu şekilde özetliyor: Kontrol noktalarındaki aramalar nedeniyle 20 dakikalık bir yol 3 saat sürüyor. Saat üç ya da beşten sonra Şam’da hayat duruyor. Her şey çok pahalı olduğu için yoksulluk iyice tırmanıyor. Şam’ın civar mahallelerinde yaşıyorsanız sabah bomba sesleriyle uyanıyorsunuz. İki günde bir su, internet elektrik, telefon kesilebiliyor. Baskı ve tutuklamalar oldukça yaygın. Mesela uluslararası medya ajanslarıyla çalışanları rejim tutukluyor. Facebook’ta rejim karşıtı bir şey yazmak tutuklama nedeni olabiliyor. Tutuklamalar oldukça keyfi nedenlerle yapılabilir. Mesela isim benzerliğinden dolayı aylarca cezaevinde kalanlar bulunuyor. Esad’ın kontrol noktalarında şiddet oldukça yaygın. ÖSO mensubu akrabalarının olması kadınların dövülme nedeni olabiliyor. Kendisi, Alevi mahallesinde bir arkadaşını, arkadaşının gelip kendisini kontrol noktasından alması şartıyla görebildiğini söylüyor. Evine gidebilmek içinse pek çok kez kira kontratını göstermek zorunda kalmış. Nüfusu Derzor’da, bir Hristiyan mahallesinde kayıtlı olduğu için bu uygulamaya maruz kalıyor. Şam’dan Derzor’daki ailesine gitmek için ise 12 kontrol noktasından geçiyor.

Ailesinin yaşadığı Derzor şehri, ÖSO kontrolünde. Başlangıçta rejime karşı halkı koruma iddiasında olan ÖSO’nun baskıcı uygulamaları nedeniyle hayal kırıklığı yarattığını söylüyor. Esad rejimi, ÖSO kontrolündeki bölgelere herhangi bir destek ulaşmaması için büyük çaba harcıyor. Mesela ÖSO kontrolündeki yerlere 1,5 senedir çocuk aşısı gelmiyormuş. Sivil toplum örgütleri çocuk aşısı talebiyle Kızılhaç’a ve Türkiye’de Kızılay’a başvurmuşlar. Kızılhaç, aşıların Suriye hükümeti üzerinden gönderebileceğini belirtmiş. Sivil toplum kurumlarıyla bağlantıya geçilmediği müddetçe çocuk aşılarının ya da talep edilen herhangi bir ihtiyacın ÖSO kontrolündeki bölgelere ulaşması çok mümkün değil. Türkiye’den ise herhangi bir yanıt alamamışlar.

Türkiye Hükümeti’nden ve Türkiye Toplumundan Beklentiler

Konuşmacılar, Suriye’de Tunus, Libya, Türkiye’den gelen Suriyeli olmayan, bir kısmı El-Kaide’ye yakın grupların da cihad çağrısında bulunduğunu ve İslami kurtuluş için savaştığını belirtiyorlar. Bu durum, Suriye’de Türkiye’ye yönelik yaklaşımları oldukça etkiliyor. Eylemler başladığı dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın posterini açan, Türkiye bayrağını taşıyanlar olsa da bu görüntüler gittikçe azalıyor.  Konuşmacılar, Türkiye Hükümeti’nin Suriye’ye yardım etse de belli bir gruba destek verip diğerlerini yalnız bıraktığını düşünüyorlar. Türkiye’nin sadece Müslüman Kardeşleri desteklemesini eleştiriyorlar. Müslüman Kardeşler ülkenin iç dinamikleri içinde yer almıyor ve neredeyse 30 senedir Suriye dışında yaşıyor. Türkiye’deki mülteci kamplarında kalabilmek için Müslüman Kardeşlerden onay alınmasını kabul edilmez görüyorlar. Türkiye-Suriye sınırının Afganistan-Pakistan sınırında olduğu gibi radikal İslamcı grupların faaliyet alanı olmasından endişe ediyorlar. Suriye’de Esad rejimi kontrolü dışında kalan bölgelerde Türkiye’den yardım alınamıyor. Türkiye’den gerçek bir dayanışma göremediklerini söylerken Türkiye hükümetinden Suriye’de demokrasi ve özgürlük talep eden barışçı kesimleri ve sivil toplum örgütlerini desteklemesini bekliyorlar. Türkiyeli muhaliflerden de Suriye’ye insani yardım konusunda hükümet üzerinde baskı gücü oluşturmasını istiyorlar.

60 bine yakın kişinin öldüğü ve insanların ölmeye devam ettiği iç savaşta Suriye halklarının ilk isteği akan kanın durması. Konuşmacılar, silahların sustuğu bir yaşama geçilmesi için halkın büyük bir istek ve arzu duyduğunu belirtiyorlar. Halk şiddete taraf değilken Suriye halkı adına şiddet uygulayan güçlerin, kendi halkını katleden Suriye rejiminin etkisiz olabilmesi için onlara verilen uluslararası desteğin kesilmesi gerekiyor. Aynı dengeler devam ettiği müddetçe savaşın sona ermesi mümkün değil. Baskıcı bir radikal islam pratiği güçlendiği müddetçe Esad rejimi gitse bile yeni bir otoriter rejimin gelmesinden de endişe ediliyor.

Suriyeli kadınlar eskisi gibi olmayacak…

Suriyeli kadınların savaş koşullarından nasıl etkilendiği, savaşta nasıl bir mücadele içinde oldukları sorulduğunda, konuşmacılar Suriye’de özgürlük ve demokrasi talebiyle yapılan eylemlere kadınların başından beri aktif olarak katıldıklarını belirttiler. Bu durumun kadınların da erkekler gibi olabileceğini, devrim sürecine erkekler gibi katılabileceğini gösterdiğini düşünüyorlar. Esad rejiminin tutuklamaları yoğunlaştığında kadınlar da bundan etkileniyor. Suriye’de bu zamana kadar hiç olmadığı kadar kadın rejime muhalefet ettiği için tutuklanmış durumda. Konuşmacılar daha önce Suriye toplumunda kadınlara yönelik bu denli yoğun bir tutuklama olmadığını belirtiyorlar. Hapiste kadınlar şiddetin pek çok biçimine maruz kalıyor. Pek çok kadına yakınlarının, eşlerinin, çocuklarının ailelerinin önünde tecavüz ediliyor.

Ayaklanmalar başladıktan sonra kadınlar özgürlükleri için mücadeleye katıldı. Bu eskiden çok ender görülen bir durumdu. Kadınların yeri eviyken şimdi kadınlar özgürlükleri için sokaklara çıkıyor. Her iki konuşmacı da rejim değiştikten sonra Suriye kadınlarının durumunun eskisi gibi olmayacağını düşünüyor. Kırsalda geleneksel yaşam süren kadınlar ayaklanmalar başladıktan sonra kadınların rolünün sadece çocuk bakımı, ev işi olmadığını ellerinden başka işler geldiklerini de gördüler. Kendi güvenlerini kazandılar. Sadece ev yaşamı içinde aktif olan kadınlar şimdi kamusal alanlarda da var olabileceklerini görmüş durumda.

Konuşmacılar, kırsal bölgelerde uzun süredir kadınların eğitimine dair çalışmalar yürütüldüğünden çatışmalar sonrasında bu eğitimlerin içeriğinin değiştiğinden bahsettiler. Ayaklanmalar öncesinde kadınlara sivil itaatsizlik, geçiş dönemi adaleti, özsavunma teknikleri eğitimleri veriyorlarmış. Bunların daha çok kitabi ve teorik bir yerde kalabildiğini, ayaklanma döneminde bu yöndeki eğitimlerin gündelik hayatta bir karşılığı olmadığını gördüklerini söylüyor. Şiddet, ekonomik sorunlar ve savaş mağduriyetleri üzerine çalışmalar yürütmeye başladıklarını anlatıyor.

***

Türkiye, Kürt sorunu üzerinden Suriye’de nasıl bir politika yürütüyor?

Panelin üçüncü konuşmacısı aynı zamanda diğer konuşmacıların çevirmenliğini de yapan Dr. Seda Altuğ’du. Seda Altuğ, Türkiye’nin Kürt sorunu üzerinden Suriye ile ilgili nasıl bir politika geliştirdiği ve Rojava-Batı Kürdistan-Cezire olarak anılan bölgedeki Kürtlerin kurduğu düzen üzerine bir konuşma yaptı.

Suriye’deki olaylar başladığından beri Türkiye sürecin içinde olmayı istedi ve Suriye Ulusal Konseyi’ne lojistik ve maddi destek verdi: Sınırları açtı, konaklama ve barınma imkanı sağladı, AKP bünyesinde eğitimler düzenledi. Türkiye Hükümeti, Mısır, Libya ve Tunus sürecinin aksine Suriye muhalefetini kendi siyasi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalıştı. Türkiye’de AKP karşıtı kamuoyundaki yaygın kanı hükümetin Suriye’de radikal İslamcıların güçlenmesini arzu ettiği yönünde. Seda Altuğ bu yaklaşımı doğru bulmuyor ve Türkiye’nin Suriye politikasının Kürt sorunuyla birlikte düşünülerek değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından Türkiye-Suriye ilişkileri iyileşmeye başladı. İki ülke arasında iktisadi faaliyetlerin geliştirilmesi için bir dizi anlaşma yapıldı. İktisadi anlaşmaların yanında PKK’ye karşı güvenliği öne çıkaran stratejik işbirliği anlaşmaları imzalandı. 1999’dan itibaren iki ülke ilişkileri iyileşti ve dostluklar geliştirildi. Mart 2011’de Suriye’de ayaklanmalar başladığında Ağustos ayına kadar Türkiye hükümeti net bir tavır almadı ve Suriye rejimine reformlar yapması yönünde çağrılarda bulundu. Daha sonraki süreçte Esad karşıtı bir tavır benimsedi. Ne oldu da Suriye rejimiyle süren dostluk bozulmuş, bu noktaya gelmişti?

Ayaklanmalar sonrası Esad’ın izlediği hat Suriye’de bir halk ayaklanması olmadığını iddia etme yönündeydi. Rejime göre Sünnilerin; azınlıklara, Alevilere yönelik ayaklanması söz konusuydu. Esad azınlıkları düşman olarak görmedi, tam tersine kendini azınlıkların hamisi olarak sundu. Bu durumdan faydalanmayı bilen Kürtler Temmuz 2012’de belli bölgelerde kontrolü ele aldı. Türkiye hükümetinin korktuğu şey başına gelmişti. Suriye içinde pek çok Kürt grubu bulunuyor. Partiya Yekîtiya Demokrat (PYD) Suriye’nin dört şehrinde kontrolü ele alan en örgütlü Kürt grubu olarak değerlendirilebilir. Türkiye, PYD’nin gücünü azaltmak için diğer küçük Kürt gruplarıyla işbirliği yapmaya çalışıyor, Kürtler arasında böl-yönet taktiği uygulayarak PYD’yi marjinalize etmek istiyordu.

ÖSO ve PYD arasında zımni bir ittifak vardı. Türkiye’nin bu ittifakı bozmaya yönelik dahli oldu ve ÖSO içinde bazı Arap/Kürt milislerine PYD’ye karşı bir destek verdi. Türkiye’nin desteklediği iddia edilen radikal İslamcı gruplar saldırılarını Rojava bölgesi üzerine yoğunlaştırıyor. Kürt-Arap çatışması noktasına gelmese de bu dahiliyetin ÖSO ve PYD arasındaki bazı yerel anlaşmaların bozulmasına katkısı oldu. Türkiye hükümetinin dahiliyeti mevcut dini ayrımları keskinleştirdi. Türkiye, İslamcı grupları, Müslüman Kardeşleri PYD’ye karşı destekledikçe Kürt-Arap muhalefetinden ve bölgedeki devrimci dalgadan uzaklaştı.

Bölgede PYD dışındaki Kürt grupları da kendi içinde bütünlüklü bir tablo çizemiyor ve bu Kürt gruplarıyla PYD arasında gerilimler yaşanabiliyor. Türkiye bir yandan da Barzani cephesi üzerinden bölgeye müdahil olmak istiyor. Türkiye’nin dahli, bölgede çıkması muhtemel Arap-Kürt çatışmasında önemli bir rol oynayabilir. Seda Altuğ, Suriye’de Alevi ve Sünniler arasında düşmanlık oluşturulduysa benzer bir durumun Kürtler ve Araplar arasında da yaşanabileceğini söylüyor. Kürt-Arap çatışmalarının derinleşip derinleşmeyeceği bölgedeki ve uluslararası dengelere bağlı.

***

Yaklaşık 50’ye yakın kişinin izlediği panelde ağırlıklı olarak Türkiye solundan kişiler bulunuyordu. Az bir katılım olsa da Türkiye solu içinde Suriye sürecine farklı yaklaşımlar tartışma bölümünde de ortaya çıkıyordu. Bugün, Türkiye ve Avrupa solu içinde Suriye’de yaşananlara anti-emperyalizm üzerinden yaklaşan ve bölgedeki toplumsal mücadeleyi görmezden gelen bir yaklaşım hakim. Bu şekilde Suriye toplumunun dillendirdiği barış, özgürlük ve demokrasi taleplerine de kulaklarını tıkıyorlar. Panelde konuşmacıları belki de “Kahrolsun Emperyalizm!” demedikleri için ikna edici bulmayan, hatta emperyalizm yanlısı olmakla itham eden bir yaklaşım kendini gösteriyordu. Konuşmacıların aktardıklarından da görülen şu ki Suriye’de emperyalistler ve karşıtları gibi iki kutba indirgenecek bir tablo bulunmuyor. Suriye muhalefetinin oldukça çoğul ve kendi içinde de değişen ve dönüşen karmaşık bir yapısı var.

Panelde konuşmacılar Suriye’de iki sürecin, iç savaşın ve devrim sürecinin iç içe yaşandığını belirtiyor. Bu noktada Türkiye muhalefetinin alacağı tutum oldukça önemli bir yerde duruyor. Suriyeli aktivistler savaşın sona erip demokrasi ve özgürlük talep eden devrimci kesimlerinin güçlenmesi, Suriye’ye insani yardım yapılması için Türkiye hükümetini ve Türkiye’deki tüm kesimleri harekete geçmeye çağırıyor.