Bir kez daha Rusya ve ABD kendi ihtirasları ile nasıl başa çıkacaklarını konusunda anlaşmakta güçlük çekiyorlarmış gibi görünüyor. Bu çıkar çatışması Ukrayna krizi ile gün yüzüne çıktı. Bu özel olayda provokasyon ABD’li diplomat Victoria Nuland’ın sızdırılan tapelerde sarf ettiği “AB’yi siktir edin” sözünden de anlaşılabileceği gibi Washington’dan geldi.
Onlarca yıl önce soğuk savaşın doruklarında önde gelen bir ABD’li strateji uzmanı olan George Kennan bir konuşma yapmak üzere davet edildiği Reith Konferansında dinleyicileri şu şekilde bilgilendiriyordu: “Emin olun ki savaş halindeki bir demokrasiden daha benmerkezci bir şey olamaz. Kısa bir süre içinde kendi propagandasının kurbanı olur. Bir süre sonra kendi amacına mutlak bir değer atfetme eğilimine girer ve bu da vizyonunu bulanıklaştırır… Düşmanını, şeytanın vücuda gelmiş hali olarak görür. Kendi tarafı ise tüm erdemlerin merkezi olur.”
Bu şekilde devam ediyor. Washington Ukrayna’nın Moskova için her zaman hassas bir mesele olduğunu biliyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında 3. Reich’ın yanında savaşan ultra milliyetçiler 30,000 Rus askeri ve komünisti öldürdüler. 1951 gibi geç bir tarihe kadar bile CIA desteği ile gizli bir savaş yürütüyorlardı. 1994 yılında bir Sovyet istihbarat şefi olan Pavel Sudoplatov şöyle yazıyordu: “Soğuk savaşın kökeni Baltık ülkelerinde ve batı Ukrayna’da Batılıların desteği ile ortaya çıkan milliyetçi huzursuzluk ile yakından ilişkilidir.”.
Gorbaçov Almanya’nın birliği için bir anlaşmaya vardığında, ki bu anlaşmanın en önemli maddesi birleşik Almanya’nın NATO içinde kalabileceği idi, ABD Dışişleri Bakanı Baker, Gorbaçov’a “NATO’nun bir santim dahi olsa doğuya doğru genişlemeyeceği” garantisini verdi. Gorbaçov da tekrar etti. “NATO’nun doğuya doğru genişlemesi kabul edilemez.” Baker’ın tepkisi: “Katılıyorum.” Gorbaçov’un Kırım meselesinde Putin’i açık olarak desteklemesinin bir nedeni Batının ona çok acımasız bir biçimde ihanet etmiş olmasıdır.
Washington, Rus liderleri kendilerinden bekleneni yerine getirdiğinde (ki Yeltsin bunu sarhoş kafayla yapmıştı) Moskova’yı desteklemiştir. Yeltsin’in 1993’de Rus parlamentosuna saldırısı Batı medyasında meşru gösterilmiştir. Önce Yeltsin, daha sonra da Putin tarafından Çeçenya’ya topyekûn saldırı düzenlenmesi George Bush ve Tony Blair tarafından küçük bir yerel sorun olarak görülerek desteklenmiştir. Blair 2000 yılında Putin ile buluşmasından sonra “Çeçenya Kosova değildir” demiştir. Tony Wood’un “Çeçenya: Bağımsızlık Davası” adlı kitabı bu ülke üzerinde estirilen dehşetin ayrıntılı bir kaydını vermektedir. Çeçenya 1991 ile 1994 arasında fiilen bağımsızlığını kazanmıştı. Çeçenler Baltık ülkelerinin ne kadar hızlı bir şekilde bağımsızlıklarını kazanmalarına izin verildiğini gördüler ve aynı şeyi kendileri için de istediler.
Ancak bağımsızlıklarını kazanmak yerine bombardımana maruz kaldılar. Başkent Grozni, konutların yüzde 85’i yerle bir edilerek neredeyse toz haline getirilmişti. 1995’te iki cesur Rus iktisatçı Andrey Illarionov ve Boris Lvin, Moscow News’te Çeçen bağımsızlığı yanlısı bir makale yayınladılar. Makale (Batılı meslektaşlarında pek de rastlanmayan bir cesaretle) Saraybosna ve Srebrenika’yı aşan muazzam ölçekte zalimliklerle ilgili son derece eleştirel mükemmel haberler veriyordu. Tecavüz, işkence, evsiz mülteciler ve on binlerce ölü, Çeçenlerin kaderi olmuştu. Burada Washington ve Avrupalı müttefikleri için bir sorun bulunuyordu.
Batılıların çıkar hesaplarında ölçeği ne olursa olsun mazur gösterilemeyecek bir acı yoktur. Çeçenler, Filistinliler, Iraklılar, Afganlar ve Pakistanlıların pek bir önemi yoktur. Yine de Batının Çeçen savaşına ve Kırım’a karşı tavrındaki karşıtlık çarpıcıdır.
Kırım meselesi her hangi bir can kaybına yol açmadı ve halk açık bir biçimde Rusya’nın bir parçası olmak istedi. Beyaz Saray’ın tepkisi Çeçenya’ya karşı gösterdiği tepkinin tam tersi oldu. Neden? Çünkü Putin, Yeltsin’den farklı olarak NATO’nun genişlemesi, Irak ve Suriye’ye yaptırımlar uygulanması gibi meselelerde topa girmeyi reddetti. Sonuç olarak şeytanın vücuda gelmiş hali oldu. Tüm bunlar da Batı tarafından (Fransa’nın Afrika’yı defalarca işgal etmesi gibi) sıklıkla kullanılan bir yöntemle ABD hegemonyasına karşı koymaya karar vermiş olmasından kaynaklanıyor.
ABD Ukrayna’yı çekmek için NATO mıknatısını kullanmakta ısrar ederse Moskova büyük olasılıkla ülkenin doğu kısmını kopartacaktır. Ukrayna’nın egemenliğine değer verenlerin ülkenin ne Batının ne de Moskova’nın oyuncağı haline gelmeyeceği gerçek bir bağımsızlıktan ve pozitif bir tarafsızlıktan yana olmaları gerekir.