BGST Yayınları son bir ayda Bertrand Russell’ın iki önemli kitabını yayımladı: Özgürlük Yolu: Sosyalizm, Anarşizm, Sendikalizm ve Toplumsal Yeniden İnşanın İlkeleri.
Russell, Türkiyeli okurlar tarafından farklı alanlardaki çalışmalarıyla tanınır. Öncelikle o bir filozof ve bilim insanıdır: Matematiği mantıksal bir temelde inşa etmeye girişmiştir, analitik felsefenin kurucuları arasındadır ve mantıksal atomculuğa dayalı bir dil felsefesi geliştirmiştir. Russell’ın dünya çapında sıradan insanlar tarafından tanınmasına yol açansa yaşamı boyunca sürecek kararlı barış aktivizmidir: İngiltere’nin I. Dünya Savaşı’na katılmasına ve zorunlu askerlik yasasına karşı çıkar. Bu nedenle altı ay hapis yatar. Tüm mallarını açık arttırmada satmak zorunda kalır. Trinity Kolej’deki görevine son verilir. Maden işçileri için hazırladığı ve barışı savunduğu bir konferansı, “yasak bölgelere” girmesi engellendiği için veremez.
Russell, II. Dünya Savaşı’nın arifesinde Hitler’e karşı kampanya yürütür. 1955’te nükleer silahlanma yarışına karşı çıkan Russell-Einstein Manifestosu önde gelen on bir fizikçi tarafından imzalanır. 1964’te Kennedy’nin öldürülmesini araştıran komisyonun kuruluşuna öncülük eder. Belki de en önemli barış girişimi, Sartre ve çok sayıda önemli entelektüelle birlikte kurduğu, ABD’nin savaş suçlarını araştıran “Russell Vietnam Savaş Suçları Mahkemesi”dir. Russell’ın 1950’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesini sağlayan da “insanlık ideallerini ve düşünce özgürlüğünü savunan” eserler vermesidir.
Russell, daha iyi bir dünya için mücadele edenler tarafından da tanınan ve fikirleri tartışılan bir siyaset teorisyenidir aynı zamanda. Yukarıda sözünü ettiğim iki kitap, Özgürlük Yolu ve Toplumsal Yeniden İnşanın İlkeleri siyaset teorisine katkısını yansıtan en önemli eserleri arasında sayılır.
Toplumsal Yeniden İnşanın İlkeleri, 1916’da, savaşın ortasında yazılır. Savaştan önce klasik bir liberal olan Russell, “uygar uluslardan” milyonlarca insanın koşa koşa savaşa gitmesi ve büyük bir arzuyla birbirini boğazlaması karşısında dehşete düşer. Bireylerin davranışlarına rasyonel tercihlerin yön verdiğini savunan liberal düşünceye dayanarak bu kitlesel çılgınlığı açıklamak hayli zordur. Bu sorgulamalar Russell’ı dolaylı olarak psikanalizden beslenen yeni bir teori oluşturmaya iter: Dışardan bakıldığında öyleymiş gibi görünse de, insanların eylemlerine bilinçli amaçlar yön vermez. Dürtüler kendilerine tatmin kanalları açabilmek için bilince baskı yapar ve önüne belirli amaçlar koymasını sağlar. Aslolan, bize “şu maddi varlık sadece bana ait olsun” dedirten mülkiyetçi dürtüler ve meydana getirdiğimiz şeyleri başkalarıyla paylaşmamızı sağlayan yaratıcı dürtülerdir. İlki yıkıcı faaliyetlere yol açarken, ikincisi yapıcı faaliyetleri harekete geçirir.
Bununla birlikte Russell’ın “dürtüleri”, Freud’unkilerden farklı olarak toplumsaldır; yani toplumsal kurumlar tarafından oluşturulurlar. İnsanlar, o dönemdeki İngiliz orta sınıfı gibi, riskin sıfırlandığı ve maddi güvencenin en önemli şey olarak görüldüğü bir yaşam sürüyorlarsa, savaşı macera tutkularını tatmin edecek yegâne çıkış yolu olarak görmeleri şaşırtıcı değildir.
Russell, savaştan sonra daha insani, daha eşitlikçi, büyük acılara meydan vermeyecek bir toplum kurulacaksa, bütün kurumların insanların yapıcı dürtülerini açığa çıkaracak şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunur. “Toplumsal Yeniden İnşanın İlkeleri”nin temel tezi budur.
“Sosyalizm mi, Anarşizm mi, Sendikalizm mi?”
Özgürlük Yolu ise Russell’ın 1918’te hapse girmesinden kısa süre önce tamamlanır. Russell’ın liberalizmden anarşizan düşüncelere kaymasına yol açan önemli bir faktör, çağımızda devletin ve özel şirketlerin olağanüstü güçlenmesi ve kendi tercihlerini topluma kolayca dayatabilmesidir. Bu açıdan bakıldığında Özgürlük Yolu, Russell’ın, özgür ve paylaşımcı bir yaşam sürebilmek için hangi siyasal teorinin daha elverişli olduğu üzerine kafa yorduğu eser olarak tanımlanabilir.
Russell bizzat deneyimlediği modern devletin baskıcılığına karşı büyük bir nefret besler ve devlet otoritesini azaltacak yeni bir toplumsal düzen arayışına girer. Örneğin, bölgesel, dini ve etnik azınlıkları ya da işkollarını ilgilendiren kararlar, konuyla ilgisi olmayan “çoğunluk” tarafından değil bizzat ilgili kesimler tarafından alınmalıdır. Dolayısıyla “Özgürlük Yolu”nu, radikal bir ademi merkeziyetçilik ve özyönetim çağrısı olarak niteleyebiliriz. Önerdiği modele göre, işkolları işçiler tarafından yönetilecek, farklı işkolları arasında koordinasyon bir “Lonca Kongresi” tarafından sağlanacak, üreticiler ile tüketiciler arasındaki sorunlar ortak komiteler aracılığıyla çözülecektir. Böylece anarşizme bir hayli yaklaşan Russell yine de “savaş tehlikesi varlığını koruduğu ve insanların vahşi güdüleri kontrol altına alınmadığı sürece” yetkileri zayıflatılmış bir devletin gerekliliğini savunur.
Özgürlük Yolu’nda öne çıkan başka bir boyutun da devletçi sosyalizmin tehlikelerine dikkat çekmek olduğu söylenebilir. Birkaç yıl içinde Sovyetler Birliği’nde otoriter bir sosyalizmin kurulması bu uyarıları teyit etmekte gecikmeyecektir.
Russell’ın güncelliği
Russell her iki kitabı da I. Dünya Savaşı sırasında yazar ve savaştan sonra insanlık için daha olumlu gelişmeler yaşanacağı ümidini taşır. Ne yazık ki gelişmeler tam tersi yönde olur: Faşizmin yükselişi, ilkine göre çok daha fazla insanın öldüğü II. Dünya Savaşı, atom bombasının dehşeti, dünyanın büyük bölümünü saran yoksulluk, Soğuk Savaş, bölgesel savaşlar ve gezegendeki canlı yaşamını tehdit eden iklim krizi. İnsanlığın ve insanlık değerlerinin ayakta kalma mücadelesi verdiği bu uzun dönemde özgürlükçü bir toplum kurma yolundaki düşünsel çabalar belki de zorunlu olarak geri plana düşer. Hiç kuşkusuz sosyalizmin Sovyetler Birliği’nin resmi ideolojisine dönüşmesi ve dogmatikleşmesinin de bunda önemli bir payı vardır.
“En yüce değer” addedilen maddi tüketimin yaratıcı potansiyelimizi baskı altına aldığı ve tam bir yabancılaşmanın yaşandığı günümüzde bu girdaptan nasıl çıkılacağı üzerine kafa yoranların sayısı giderek artıyor. İnsanlığın özlemini çektiği yaşamın bu olmadığı açık. Russell’ın Toplumsal Yeniden İnşanın İlkeleri ve Özgürlük Yolu’nda dile getirdiği fikirler insana hiç de yüz yıl öncesine aitmiş gibi görünmüyor. Artık tarih olmuş olayları bir yana bırakırsak, insanın şöyle düşünesi geliyor: Bu kitaplar sanki tam da şu anda hepimizi kuşatan sorunları dikkate alarak yazılmışlar.