Cancun, diktatörlüğün karşısında demokrasinin, haksızlığın karşısında adaletin, Kuzey’in karşısında Güney'in, zenginin karşısında yoksulun, kârın karşısında insanın, ölümün karşısında da hayatın zaferidir. 

Cancun günümüzde en yoğun bir biçimde yaşanan tartışmaların bir kısmının gündem olacağı bir mekân olarak tasarlanmamıştı. Meksika’nın Doğu sahilinin beyaz kumsallarında bir tatil beldesi olarak tasarlanmıştı. Ancak, 10-14 Eylül 2003 tarihinden itibaren Cancun’un otellerini dolduranlar turistler değil, DTÖ için gelen hükümet temsilcileriydi.

Cancun toplantısı da Seattle’daki toplantı gibi başarısızlığa uğradı. DTÖ’nün soykırım politikalarına ve yasalarına karşı direniş, DTÖ’nün ekonomilerimizin ve hayatlarımızın her türlü boyutu üzerindeki iktidarını yaygınlaştırmak amacıyla yapılan müzakerelerin çözülmesinde etkili oldu. Bir ticaret örgütü, küçük çiftçileri öldüren tarım yasaları veya ülkeleri yaşam biçimleri üzerinde patent hakkı iddiasında bulunmaya zorlayan fikri mülkiyet yasaları koymaya başladığında; ve şirketlerin geleneksel bilgiyi çalmalarına, tohumlar ve ilaçlar üzerinde tekelleşmeye gitmelerine aracılık etmeye başladığında, kendi sınırlarını açık bir biçimde aşmış olur.

Çiftçi intiharları salgınına yol açmış olan Tarım ve Ticaretle İlişkili Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşmalarındaki mutabakat, ticaret anlaşmaları kapsamına 1995 yılında DTÖ’yü yaratan GATT’ın (Genel Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması) Uruguay Toplantısı sırasında girmiştir.

Navdanya’yı[[dipnot1]] 1987 yılında GATT’ın tehdit ettiği tohum özgürlüğünü, gıda özgürlüğünü, çiftçilerin özgürlüğünü savunmak üzere kurdum. Artık DTÖ’ye karşı ürettiğimiz alternatifler gelişiyor. Cancun’da, İtalya’nın Tuscany Bölge Yönetimi’nin kurduğu, benim de başkanlık ettiğim bir komisyonun hazırladığı Gıda ve Çiftçiliğin Geleceği konulu bir manifesto yayınladık.

DTÖ yasalarına karşı alternatifler sadece mümkün değil, bunlar aynı zamanda gerekli de. İşte bu yüzden, gıdanın geleceğiyle ilgili manifestoya girişmenin yanı sıra; Wendell Berry, Frances Moore Lappe, Miguel Altieri, Carlo Petrini, Edward Goldsmith, Jerry Mander, Bernward Geier gibi önemli kişilerden oluşan bir kolektifle, ABD ve AB arasında yaşanan Genetik Olarak Müdahale Görmüş Organizmalar (GMO’lar) hakkındaki tartışmaya vatandaşların da dahil olması için harekete de geçtik. DTÖ, kârı ve ticareti, güvenliğin ve vatandaşın seçme özgürlüğünün üstünde tutuyor. 11 Eylül tarihindeki DTÖ toplantısı esnasında GMO'ları düzenleyen uluslararası yasa olan Biyo-güvenlik Protokolü yürürlüğe girdi.

DTÖ, dünya vatandaşlarının zorla GMO'larla beslenmesini sağlayacak yasaları uygulatamaz. Monsanto, isteksiz ve tedbirli Avrupa vatandaşlarını GMO’lara mecbur etmek için, DTÖ’yü devreye sokması amacıyla ABD hükümetini kullanabilmiştir. Bu da, DTÖ' nün çok taraflı bir kurum değil, dünya üzerindeki hayatı ve insanların geçimini tehdit eden çokuluslu şirketlerin tek taraflılığının bir aracı kurum olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Gıda tarımının ve biyo-çeşitliliğin, “serbest ticaret” yasalarıyla yönetilemeyecek, ve sadece küresel şirketler tarafından denetlenen küresel pazarın içindeki mallar olarak değerlendirilemeyecek kadar hayati bir öneme sahip olduklarına dair derin ve sarsılmaz bir inanca sahibim. DTÖ'nün sekiz yıldır yürürlükte olan yasalarıyla birlikte, yoksul köylüler zorlukla kazandıkları gelirlerinin milyarlarca dolarını kaybettiler; borcun yükselmesinin ve tarım ürünlerinin fiyatlarının düşmesinin sonucunda çaresiz, umutsuz kalan ve intihara sürüklenen binlerce köylü hayatını kaybetti. Hindistan'da küreselleşmenin etkilerinin ilk hissedilmeye başlandığı 1997 yılından bu yana 20.000'den fazla çiftçi intihar etti.

DTÖ yasalarının bir ‘adil ticaret’ değil de ‘ölüm kalım meselesi’ olduğu gerçeği, toplantının ilk günü olan 10 Eylül'de, Koreli çiftçi Lee Kyung Hae tarafından trajik bir şekilde fakat kahramanca ortaya kondu. Dünyanın her yerinden küçük çiftçiler ve köylüler otel bölgesinin dışında, Casa de Culture topraklarında kamp kurmuşlardı. Bu köylüler ve çiftçiler 10 Eylül gününün sabahında büyük protestolarının öncesinde, benden ve başka birkaç kişiden daha stadyumdaki mitinglerinde konuşma yapmamızı istemişlerdi. Bir kaç saat sonra, çiftçi Lee insanları ticaret görüşmelerinden uzak tutmak için inşa edilmiş olan barikatlara tırmandı. Üzerinde kocaman "DTÖ çiftçileri öldürüyor" yazılıydı. Bir slogan attıktan sonra kendini hançerledi. Üzerinde bulunan bir notta "diğerlerinin yaşayabilmesi için kendi canımı alıyorum" yazılıydı.

Kore Agrofood'un Nisan 2003 tarihli sayısında Lee Kyung Hae'nin şu sözlerinden alıntı yapılıyordu: "Uruguay’daki anlaşmanın karara bağlanmasından hemen sonra bizler, Koreli çiftçi arkadaşlarım ve ben, çoktan, kaderimizin ellerimizden alındığının farkına varmıştık bile… Sizlere uzun zamandır içimde tuttuğum sözleri haykırıyorum. Şimdi kimin için müzakere ediyorsunuz? Halk için mi, yoksa kendiniz için mi? DTÖ müzakerelerindeki safsatalara ve diplomatik ifadelere bir son verin. Tarımı DTÖ sisteminden çıkarın."

DTÖ kurulmadan önce, 1993 yılının Ekim ayında Hindistan'da düzenlediğimiz bir mitingde, Lee'nin başkanlık görevini yürüttüğü küçük çiftçilerin Kore Federasyonu'ndan çiftçiler, tarımı "serbest ticaret" anlaşmalarının dışında tutmak için yaptığımız protestoya katılmışlardı. Geçtiğimiz on yıldır, "serbest ticaret"in yarattığı baskı ve dolandırıcılık ortadadır. "Serbest ticaret" aslında "zorla ticaret" tir.

Serbest ticaret, küçük çiftçilere ve yoksul ülkelere zorla dayatılmaktadır. Aynı zamanda "dolandırıcı ticaret"tir; çünkü sahtekâr bir biçimde "eşit koşullar altında işleyen rekabet ortamı" ve "verimlilik" terimleriyle ifade edilirken, aslında dünya pazarlarında yüksek oranda sübvanse edilen ürünlere damping yapılması sonucunda verimli küçük üreticiler yok edilmektedir. Kore'yi, kendi pirinç pazarlarını Cargill ve Conagra gibi ABD tarım devlerinin dampingine açmak zorunda bırakan DTÖ yasaları yüzünden, Lee gibi çiftçilerimizin yaşama hakları ellerinden alınmaktadır.

2001 yılında ABD'de pirinç üretiminin maliyeti kile[[dipnot2]] başına 18.66$ iken, uluslararası pazarda kile başına 14.55$’dan satılıyordu. Bu damping DTÖ tarafından yasallaştırıldı. Dampinge karşı direniş yasadışı hale getirildi. İthalat sınırlamasının (QR’ların – nicelik sınırlamalarının) zorla ortadan kaldırılmasının ve gümrük vergilerinin düşürülmesinin bir sonucu olarak çiftlik fiyatları düşüş içinde; haksız ve adaletsiz ticaret yaratan ihracat sübvansiyonları yüzünden inişe geçti. Cancun görüşmeleri başarısızlığa uğradı; çünkü ABD ve AB, Üçüncü Dünya çiftçilerini öldüren haksız ve serbest olmayan tarım ticaretini sürdürmek konusunda ısrar etti.

AB Ticaret Komisyonu Üyesi Pascal Lamy, Cancun'dan bile önce, AB'nin ihracat sübvansiyonlarını kesmeyeceğini açıklamıştı. ABD yerli sanayii desteklemeye devam edeceğini bildirmişti. Kuzey sübvansiyonlarının düşürülmesi ve tarımda eşit koşullar altında işleyen rekabet ortamının yaratılması Marakeş'te verilen en büyük sözler olsa da, aslında hem ABD hem de AB, DTÖ anlaşmalarının yürürlüğe girmesinden itibaren çiftlik sübvansiyonlarını yükseltmişlerdi.

DTÖ, mavi ve yeşil kutuların oluşturulması aracılığıyla sübvansiyonlardaki artışı yasallaştırdı. AB'de tahıllar için açık sübvansiyonlar 1999 yılında yüzde 60 oranında, 2.2 milyar Euro'dan 6883 milyon Euro'ya düştü. Fakat Cancun'da 23'ler grubunun yürürlükten kaldırılmasını istediği AOA'nın (Tarım Anlaşması) 6. Maddesi’nin 5. Fıkrası’na göre yapılan 2.1 milyar Euro’luk doğrudan ödemeyi eklediğimizde, sübvansiyonlar toplamda yüzde 36 oranında arttı.

Tarımda serbest ticaret adı altındaki bu yasallaştırılmış dolandırıcılık, Cancun'daki DTÖ görüşmelerinin başarısızlığının temel nedeniydi. Çiftçi Lee'nin şehitliği barikatlardan güçlü bir direniş mesajı gönderirken, toplantı merkezinin içinde de bir isyan patlamak üzereydi.

Cancun'dan önce, ABD ve Avrupa, kendilerinin tarım ticaretindeki ihracat sübvansiyonlarını indirmeyi reddederken, aslında Güney'i korumacı ticaret duvarlarını kaldırmaya zorlayan bir tarım anlaşmasına varmıştı.

Gelişmekte olan 21 ülkeden oluşan bir grup, gümrük vergilerinde daha fazla bir indirimden önce, Üçüncü Dünya çiftçilerini öldüren ihracat sübvansiyonlarının kaldırılması konusunda ısrarcı olan bir karşı öneri getirdi. Tarım konusundaki iki metin üzerinden çıkan tartışma kilitlendi. DTÖ, 13 Eylül’de bir deklarasyon tasarısı yayınladığında, Güney'in kaygılarından herhangi birini yansıtamıyordu. Daha da kötüsü, Afrikalı pamuk üreticisi ülkelerin ABD indiriminin tahrifatlarından korunma talebi, Afrikalıların pamuk üretimini terk etmelerini öneren bir paragrafla görmezden gelinmişti. Yeni ABD Çiftlik Yasası'ndan sonra pamuk üretimi ve ihracatlarına dönük ABD sübvansiyonları 4 milyar dolara yükseldi.

2001 yılında ABD’de, pamuk üretiminin maliyeti kile başına 0.9313$; ihracat fiyatı ise, W oranında bir dampingle, kile başına 0.3968$’dı. Bu oran, 1995'teki yüzde 17'lik dampingden bu yana bu kadar yükseldi. DTÖ, yoksul ülkelerin dampingin yıkıcı etkilerinden korunmasını engellerken, dampingi destekledi. ABD Çiftlik Kanunu sübvansiyonları 82 milyar dolara yükseltti.

2002 tarihli ABD çiftlik yasası, ABD Hükümeti'nin pamuk çiftçilerine, dünya pazar fiyatı olan kilo başına 1.23$ ile ideal fantezi fiyat olan kilo başına 1.57$’ın arasındaki farkı ödemesine izin verdi. Amerikalı pamuk çiftçileri 3.9 milyar dolar elde ediyorlar; bunun da çoğu dev çok uluslu şirketlerin çiftçilerine gidiyor. ABD bu sübvansiyonlarla pamuk ihracatını ikiye katlamış, ve 250 milyon Afrikalı pamuk çiftçisinin geçim kaynaklarını ve gelirlerini mahvetmişti. Afrikalıların altüst olup, 14 Eylül 2003’de Cancun görüşmelerinden çekilmeye başlamasının nedeni de buydu. 13 Eylül'de yayınlanan deklarasyon taslağından hemen sonra gerçekleşen basın açıklamasında da şöyle söylediler: “Eğer Afrikalılar Cancun'u pratik sonuçlar almadan terk ederlerse, geri dönmeyebilirler, çünkü çok fazla çaba çok az şey getirdi."

DTÖ üyelerinin toplantıyı terk etmesi; DTÖ’nün ve zengin ülkelerin ticaretteki çarpıklıkların ve adaletsizliğin düzeltilmesi konusundaki olumsuz yaklaşımları, ve zengin ülkelerin yatırım rekabeti, devlet desteği ve ticareti kolaylaştırma konularında yeni düzenlemeler dayatma girişimlerinin sonucunda hakları çiğnenen ve öfkelenen Afrikalı ülkelerin öncülüğünde oldu.

Cancun'da ABD ve AB'nin istedikleri; damping yapma hakkını devam ettirmek ve DTÖ'nün koyduğu pazar erişimi yasaları aracılığıyla dünya pazarlarını ele geçirmek yönündeki tarımsal çıkarlarını sürdürerek haksız ticareti devam ettirmekti. DTÖ yasaları da buna hizmet etmek için tasarlanmıştı. Bu yasalar, çokuluslu şirketlerin küçük üreticileri yok etme özgürlüğüne sahip olması için konulan yasalardı.

Bugün, on yıldır sivil grupların ısrarlı örgütlenmesiyle ve gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri arasındaki yeni ittifaklarla zorbalığa meydan okunuluyorken; Lamy DTÖ'yi "bir ortaçağ kurumu" olarak adlandırıyor, ve Zoellick Üçüncü Dünya'ya "yapmayacaklar" grubu adını veriyor. Zengin ülkeler DTÖ’yü reforma uğratmayacakları, ve reforma uğramasına da izin vermeyecekleri mesajını gönderiyorlar.

Bu açık mesajdan sonra, artık çiftçilerimizi ve tarımımızı yok eden bu tek yönlü liberalleşmeyi durdurmak bir zorunluluk haline gelmiş durumda. 26 Ağustos’ta temsilciler Başbakan ile buluştuklarında, Hindistan Halkının DTÖ Karşıtı Kampanyası'nın talep ettiği gibi ithalat sınırlamalarını ve nicelik sınırlamalarını geri getirmenin zamanıdır.

Toplantıda başlatılması düşünülen yeni projeler Üçüncü Dünya tarafından reddedildikleri için açıkça hiçbir yeni "Doha Toplantısı" olmadı. Şu anda Cenova'daki ticaret görevlilerinin yasal işi sadece TRIPS’in ve Tarım Anlaşması’nın zorunlu olan gözden geçirilmesine dayanan DTÖ reformudur. DTÖ'nün Cancun'daki başarısızlığının ve bakanlar düzeyinde hiçbir resmi anlaşma olmamasının sonucunda, ticaret gündemini genişletecek hiçbir yeni mesele yasal olarak gündeme gelemez.

Gelişmekte olan ülkeler, yatırım, devlet desteği, rekabet politikası ve ticareti kolaylaştırma gibi yeni konuların dayatılmasını açıkça reddetti. Bu gündemler ABD ve AB tarafından ilk defa DTÖ'nün Singapur'daki bakanlar düzeyindeki ilk toplantısına getirildiği için "Singapur" meseleleri olarak adlandırılmaktadır. Zengin ülkeler artık bu meseleleri DTÖ aracılığıyla Güney'e dayatmaya çalışmayı bırakmalılar. Fakat Seattle başarısızlığı sonrasındaki Cancun başarısızlığı da; tarım ve fikri mülkiyet gibi, ulusal sistemlere bırakılmaları ve ticaret meseleleri olmaktan çok temel ihtiyaçlar ve geçim kaynağı meseleleri olarak ele alınmaları daha yerinde olan meselelerin serbest ticaret anlaşmalarının gündemlerini oluşturmamasının gerekliliğine işaret ediyor. Ekonomik demokrasi sadece; yerel eko-sistemlerdeki, yerel kültürlerdeki ve yerel ekonomilerdeki kökleriyle, güçlü ve canlı ulusal ekonomileri destekleyen gövdesiyle, ve sürdürülebilirlik, adalet ve tarafsızlık ilkelerine dayanan uluslararası ticareti besleyen ve onun tarafından beslenen yapraklarıyla bir ağaç gibi yukarı doğru büyüyebilir.

Cancun’un başarısızlığı, hepimizin dünyayı ve onun bütün halklarını korumak için yaratmaya çabaladığı alternatifler açısından bir zafer olabilir.