Ticaret Bakanı Kamal Nath, 16 Ağustos günü Rajya Sabha’ya[[dipnot1]] yaptığı açıklamada, geçtiğimiz günlerde Doha Çalışma Programı kapsamında Cenevre’de müzakere edilen Çerçeve Antlaşma’nın Hindistan’a önemli getirileri olduğunu bildirdi.
Ticaret Bakanı, kendisinin özellikle Cancun Bakanlar Kurulu’nun çöküşüne neden olan Tarım Müzakereleri’ndeki başarısıyla gurur duyuyordu. Öyle ki Parlamento’ya şöyle seslendi: “Bu Çerçeve Antlaşma ile tüm temel isteklerimizi elde etmiş olduğumuzu siz saygıdeğer üyelerimize duyurmaktan mutluluk duyuyorum. Büyük önem taşıyan tarım alanında ortaklaşılan noktalar şunlardır:
- İhracattaki her türlü sübvansiyon, bir son tarih belirlenerek kaldırılabilecektir. Bu bizim temel taleplerimizden biriydi, çünkü gelişmiş ülkeler zaten her yıl kendi çiftçilerine artan bir şekilde yüz milyarlarca dolar yardım yapmakta ve bu onların tarım ihracat fiyatlarında suni bir düşüklüğe neden olmaktadır. Bu nedenle antlaşmadaki bu taahhüt, olumlu bir gelişmedir.
- Ticari sapmaya neden olan iç destekler konusunda, ilk yıl içinde ticari sapmaya neden olan desteklerin toplamında ’lik bir azaltmaya gidilebileceğine dair bir taahhüt alınmıştır (Buna karşın, Uruguay Turu’nun uygulandığı tüm dönem boyunca iç desteklerde yapılan kesinti sadece idi).”
Bu, ABD Ticaret Temsilciliği’nin kullandığı dilin tam olarak aynısıydı. Antlaşma üzerine yazılan durum raporunda şunlar söyleniyordu: “Uygulamanın ilk yılında, her bir üyenin ticari sapmaya neden olan toplam desteği, şu an izin verilen seviye üzerinden kesintiye uğrayacaktır. Söz konusu bu miktar, bütün Uruguay Turu boyunca İç Desteklerde yapılan kesintilere tekabül ediyor.”
Senato Azınlık Lideri Tom Daschle ise hemen şöyle bir açıklama yaptı: “Bush yönetiminin ticaret temsilcileri, 2002 tarım faturasının bir parçası olarak kararlaştırılan emniyet ağında korkunç bir kesintiye neden olacak bir müzakerede bulundular.”
2002 tarım faturası, sübvansiyonlarda kesintiyi öngören Uruguay Turu Antlaşmaları’na rağmen, iç desteği 200 milyar dolara çıkarmıştı. ABD’de Daschle’ın Bush’a yazdığı mektup üzerine çıkan tartışma, tarım sübvansiyonlarının kesintiye uğrayabileceğini göstermeye başlayınca, Ticaret Temsilcisi Zoellick, Daschle’a yazdığı mektupla DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) üyelerinin Cenevre’de imzaladığı Çerçeve Antlaşma’nın, tarım programlarında kesintileri gerektirmeyeceğini ifade etti.
Zoellick şöyle yazdı: “Mektubunuz, Çerçeve Antlaşma'nın, mevcut tarım programlarında antlaşmanın ilk yılında kesintiler gerektireceğini iddia ediyor. Durum böyle değildir.” Zoellick şunu hatırlatıyordu: “Mektubunuzda belirttiğiniz iç desteklerde yapılacak olan ’lik kesinti, ticari sapmaya neden olan iç desteklerin her türüne uygulanıyor. Bu da bizim iç desteklerimizin bir kategorisi için yaptığımız, mevcut 19.1 milyar dolar tavan yardımın iki katından daha fazlasına tekabül ediyor. Bu nedenle bu kesinti, sizin yanlışlıkla iddia ettiğiniz gibi, çiftçilerimize yaptığımız yardımı düşürmeyecektir.”
Eğer Zoellick, ABD’nin kesinti yapmak zorunda kalmayacağı konusunda haklıysa, o zaman bizim Ticaret Bakanı'mız, Parlamento'yu ve Hindistan halkını aldatıyor.
Durum ne olursa olsun, Mavi Kutu’nun[[dipnot2]] yüzde 5 ile sınırlı tutulacağı iddiası doğru değildir; çünkü Mavi Kutu’nun 15. paragrafında aynı zamanda şunlar belirtiliyor: “Bir üyenin ticari sapmaya neden olan desteğinin, istisnai bir şekilde büyük bir yüzdesini Mavi Kutu’ya yerleştirdiği durumlarda, bu üyeden tamamen orantısız bir kesinti talep edilmediğinden emin olmak için, üzerinde anlaşılacak temelde biraz esneklik sağlanacaktır.” yüzde 5’lik sınırlama böylece anlamsız hale geliyor.
Mavi Kutu, gelir desteğini iki katına çıkartmak yoluyla fiyatları aşağıya indirmek için kullanılan temel araçtır. Ticaretteki esas sapma, üretim hacmi değil, fiyatlardır. ABD, daha fazla Hintli çiftçiyi ümitsizlik içinde intihara sürüklemek suretiyle fiyatları düşürmek ve tarım ürünlerini pazarlarımıza boşaltmak için, artık genişletilmiş bir Mavi Kutu kolaylığına sahip.
Uruguay Turu Antlaşması kapsamında Mavi Kutu’ya 6.5 no’lu maddede yer veriliyor:
(a) Üretim sınırlandıran programlar adı altında yapılan doğrudan ödemeler, aşağıdaki koşullarda iç desteği azaltma taahhüdüne tabi olmayacaktır;
(i) eğer; bu ödemeler sabit alanlara ve ürünlere dayanıyorsa; ya da (ii) bu ödemeler taban üretim seviyesinin yüzde 85’i ya da daha az bir kısmı için yapılıyorsa; ya da (iii) çiftlik hayvanları için yapılan ödemeler sabit kafa sayısı üzerinden gerçekleşiyorsa,
(b) Azaltma taahhüdü ile yükümlü olmayan ve yukarıdaki kriterlere uyan doğrudan ödemeler, bir üyenin Mevcut Toplam AMS’sine[[dipnot3]] dahil edilmeyecektir.
Çerçeve Antlaşması’nın Mavi Kutu’yla ilgili 13. paragrafında şöyle deniyor: Üyeler, Mavi Kutu’nun tarım reformlarının teşvikindeki rolünü tanır. Madde 6.5, bunun ışığında yeniden ele alınacaktır; böylece üyeler aşağıdaki önlemlere başvurabileceklerdir:
Üretim sınırlandıran programlar kapsamında doğrudan ödeme, eğer; -bu ödemeler sabit ve değişmeyen alan ve ürünlere dayanıyorsa; ya da, -bu ödemeler sabit ve değişmeyen taban üretim seviyesinin yüzde 85’i ya da daha azına uygulanıyorsa; ya da, -çiftlik hayvanları için yapılan ödemeler sabit ve değişmeyen kafa sayısı üzerinden gerçekleşiyorsa,
ya da,
Üretim gerektirmeyen doğrudan ödeme, eğer; -bu ödemeler sabit ve değişmeyen alan ve ürünlere dayanıyorsa; ya da -çiftlik hayvanları için yapılan ödemeler sabit ve değişmeyen kafa sayısı üzerinden gerçekleşiyorsa, ve -bu ödemeler sabit ve değişmeyen taban üretim seviyesinin yüzde 85’i ya da daha azına uygulanıyorsa.
Böylece 6.5 no’lu maddedeki azaltma taahhüdü, daha karmaşık bir ifade ile korunmuş oluyor. Zoellick’in, Azınlık Meclisi liderine, yeni bir kesinti taahhüdünde bulunulmadığını kategorik bir şekilde söyleyebilmesinin nedeni de budur. Doğrudan ödemelere dayanan Mavi Kutu, ihracat desteklerinden daha tahrif edicidir; çünkü, tarım fiyatlarının zeminini ortadan kaldırıyor. Tarım işletmelerinin fiyatları düşürmesine olanak sağlıyor.
Bu, Kuzey’deki ve Güney’deki küçük çiftçileri yok ediyor. İkiye katlanmış gelir desteği ve doğrudan ödemeler, GATT’ın[[dipnot4]] Uruguay Turu sırasında yapılan bir Cargill[[dipnot5]] buluşuydu; mantığı çiftçilerden ucuz mal alıp olağanüstü kârlar elde etmekti. CAP reformu[[dipnot6]] da çiftçilere doğrudan ödeme yapmaya yönelmişti. Fiyatı saptırmış olması itibariyle Mavi Kutu, DTÖ’nün ticari sapmaya en çok neden olan parçasıdır. Mavi Kutu’nın kıstasları azaltılmadığı gibi, kapsamı da genişletilmiş oldu.
Bu nedenle, fiyattaki sapmalar daha da kötüye gidecektir. Kuzey’deki ve Güney’deki çiftçilerin doğru ve adil fiyatlara ihtiyacı vardır, Mavi Kutu’nun teşvik ettiği sahte fiyatlara değil. Endüstriyel tarım, sübvansiyonlar olmadan mümkün olmayacaktır; çünkü talep ettiği sermaye yoğunluklu girdiler -pahalı tohumlar, kimyasallar, makineler- tarım ürünlerinin satışından asla karşılanamaz.
Endüstriyel tarım küçük üreticiyi eliyor, fakat, hem çiftçilere pahalı girdiler satıp hem de onlardan ucuz ürün alarak, tarım işletmelerine kârlar sağlıyor. Bu negatif sistem sübvansiyonlar olmadan ayakta duramaz. Mavi Kutu sübvansiyonları, doğrudan ödemelerin esas kısmını büyük çiftçilerin almasını garantiliyor; çünkü bunlar sahip olunan toprak ve çiftlik hayvanına bağlı.
Suni ucuzluğa sahip ürünler, bu nedenle, bizim pazarlarımıza boşaltılıyor. Miktar sınırlamasının (QR)[[dipnot7]], DTÖ zoruyla kaldırılması, Hintli çiftçilerin katliamını onayladı; 25.000 Hintli çiftçi, tarımda ticari liberalleşme sonucu artan maliyetler ve düşen fiyatlar yüzünden hayatlarından oldu.
Cenevre Çerçeve Antlaşması, hem süreç hem de içerik bakımından çatırdamış durumda. İçerik bakımından çatırdadı; çünkü, başlığı daha “Doha Çalışma Programı” iken, programın Doha Bakanlar Kurulu’nda kararlaştırılan özünü terk etti. Cancun’daki esas mesele tarım ise, Doha’daki de TRIPS’ti.[[dipnot8]] Doha Bakanlar Kurulu’nun, ülkelerin maliyeti karşılanabilecek ilaçlara ulaşımını sağlamak için Kamu Sağlığı üzerine bir deklarasyon yayımlaması gerekiyordu..
Doha Çalışma Programı, TRIPS’in yeniden gözden geçirilmesini kapsıyordu. TRIPS’in yeniden gözden geçirilmesi, Doha Bakanlar Kurulu Yönetimi’nin en öncelikli gündemiydi. Doha Bakanlar Kurulu’nun 19. paragrafında şöyle yazıyor:
“TRIPS Konseyi'ne çalışma programını takip etmesi için yetki veriyoruz. Bu program, 27.3 (b) no’lu antlaşmanın gözden geçirilmesini; madde 71.1 altındaki TRIPS Antlaşması'nın uygulamaya konmasının ve bu deklarasyonun 12. paragrafını takiben öngörülen işin gözden geçirilmesini; TRIPS Antlaşması ile Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi arasındaki ilişkinin, geleneksel bilgi ve folklorün korunumunun ve üyeler tarafından gündeme getirilen, madde 71.1’e uygun diğer yeni gelişmelerin incelenmesini kapsamaktadır.
TRIPS Konseyi bu işi üzerine alırken, TRIPS Antlaşması'nın 7. ve 8. maddelerinde belirtilen prensipler ve hedeflerin rehberliğinde hareket edecek ve gelişim boyutunu da tam anlamıyla hesaba katacaktır.” TRIPS’in gözden geçirilmesi, Cenevre Çerçeve Antlaşması'nda yer almıyor.
Bu, Kasım 2005’te Hong Kong’da yapılması planlanan bir sonraki bakanlar kurulunun parametrelerini de şekillendirdiğinden, Hindistan’ın bir çerçeve antlaşmasını, TRIPS’in gözden geçirilmiş hali yürürlüğe girmemişken kabul etmesi, tohum tekelleri yüzünden daha fazla çiftçinin intihar etmesi ve ilaçlara ulaşamadıkları için daha fazla insanın önlenebilir hastalıklar yüzünden ölmesi ve daha çok endüstrinin kapanması anlamına geliyor.
Hindistan, çiftçilere erişimleri dahilinde olmayan tohumları sağlama hakkından, hastalıktan mustarip olanlara ve zayıf bünyeli insanlara erişimleri dahilinde olmayan ilaçları sağlama hakkından ve imalat birimleri kapanırken tavana vuracak işsizliği garantiye alma hakkından vazgeçmiş durumdadır.
Genel Konsey'in gündemindeki meseleler, Doha Yönetimi'nin gündemindekilerdi. NAMA[[dipnot9]] bu yönetimin bir parçası değildi. Yeni Singapur meseleleri sadece “oybirliği” ile (Mr. Maran’ın katkısı) ele alınacaktı. Gelişmekte olan ülkeler, Cancun’da, Singapur meselelerini açıkça reddettiler. Bakan, bu müzakerelerin “yapılması gerektiğini” iddia ederek kabineyi yanıltıyor.
NAMA, kesinlikle karara bağlanmamalıydı; çünkü, Doha Yönetimi'nin parçası değildi. Bakan, NAMA çerçevesinin ithalatlarımızı arttıracağını belirterek, kabineyi yanlış yönlendiriyor.
Walden Bello ve Aileen Kiwa’nın ifade ettiği gibi NAMA, Hindistan gibi endüstrileşemeyen ülkeler için bir reçetedir. ABD, NAMA ile ciddi bir kazanç sağlamış durumdadır; çünkü müzakere metni, ulusötesi şirketlerin uzun zamandır istediği radikal liberalleşme için detaylandırılmış bir gündem niteliğindedir.
ABD Ulusal İmalat Derneği’nin bakış açısından “bu büyük bir başarı ve DTÖ, ABD ve dünya ekonomisi için büyük bir kazançtır.” Endüstriyel müzakereler için gerçekten büyük bir başarı olan şey, tüm ülkelerin yüksek gümrük vergilerini indirmeyi ve sektörel vergi elemesini kabul etmiş olmalarıdır.
Ticaret Bakanı, hizmetler hakkında, mod 4 ile (örneğin, Doğal Kişilerin Hareketi) elde edilen kazançların çerçeveye dahil olduğunu belirtiyor. Oysa, Susan George geçtiğimiz günlerde Bolkestein Yönergesi’ne dikkat çekmişti. Bir AB yönergesi olan Bolkestein, yeni bir yasal düzenlemeyi gündeme sokacak ve firmaların iş yapacakları Avrupa ülkelerinde kendi ülkelerinin sosyal ve işçi kanunlarını uygulayabilmelerine izin verecekti.
Bolkestein Yönergesi (George’un tabiriyle, Bolke/Frankestein misali uygulamalar) mod 4’ü nötralize ediyor ve aynı anda Avrupa’daki sosyal devletleri parçalıyor.
Hizmet müzakerelerinde belirtildiği şekliyle, “üyeler herhangi bir sektörü ya da temin biçimini a priori olarak dışarda bırakmadan, devamlı olarak daha ileri liberalizasyon düzeylerini amaçlamalıdır.” “Sonuçta Hindistan, bizim su (çevresel hizmetler), sağlık, eğitim, finans hizmetleri gibi hayati sektörlerimizin liberalizasyonuna, küreselleşmesine, şirketleşmesine izin vermeyi kabul etmiş durumdadır.”
Cenevre Çerçevesi içerik olarak, hem Doha yönetimini hem de Hindistan’ın ve dünyanın temel vatandaşlık haklarını ihlal ediyor.
Çarpıtılmış içerik, çarpık bir süreç sonucu şekillenmiştir. Cenevre süreci kendine özgü bağımsız bir 5’li tarafından -İlgili Beş Üye (FIP)[[dipnot10]]- öne sürüldü: ABD, Avrupa Birliği, Avustralya, Brezilya ve Hindistan. Bu süreç İsviçre, Kanada, Japonya, Çin, Endonezya, Meksika, Kenya ve Filipinler tarafından eleştirildi.
Hepsi bu sıradışı sürecin, gelecekte kötü emsaller yaratacağını belirtti. Demokratik olmamasının ötesinde, FIP’in öncülüğündeki süreç, Hindistan ve Brezilya gibi G-20 liderlerini ABD/AB ittifakının baskın olduğu bir birlikteliğe sokarak, G-20 liderliğini de sarsıyor. Ve bu süreç Doha’nın sağladığı kazançları kaybettirdi. Bakanlar Kurulu’nun yerine Genel Konsey'in geçmesine izin verdi. Cenevre’de, DTÖ üyesi olup ticaret bakanları gelmeyen 100'den fazla ülke vardı, sadece 40 ülkenin ticaret bakanı oradaydı.
Cenevre Çerçevesi’nin, TRIPS reformları yapmak ve tarımda küresel ticaret lehine Doha taahhütlerini yıkmasına izin verilmemeliydi. İnsanlar ve parlamentolar DTÖ’ye ve onun hileli müzakerelerine karşı hareketleri güçlendirmeliler.
Ticaret Bakanı Kamal Nath Parlamento'da şöyle demişti: “Müzakerelere yaklaşımımızı, ulusal çıkarlarımız ve özellikle de, yaşamlarını tarıma borçlu olan milyonlarca çiftçi için duyduğumuz kaygılar belirleyecektir.”
Uluslararası ticaret üzerine yapılan müzakereleri ulusal çıkarların yönlendirmesi için, tarım ve entelektüel mülkiyet gibi hayati alanlar üzerindeki egemenliğimizi geri talep etmemiz şarttır. Bunun için de Miktar Sınırlaması’nın (QR), “özel ürünlerimizi” korumanın bir aracı olarak, yeniden gündeme sokulması gerek. Patent Antlaşması'nın 3. Düzenlemesi, Doha Çalışma Programı'nın TRIPS bölümü gözden geçirilip tamamlanıncaya kadar durdurulmalıdır.
15 Ağustos’ta, Bağımsızlık Günü’nde, Hindistan’ın farklı bölgelerinden çiftçiler, yeni köleliğin sembolleri olan MNC tohumlarını, gerçek özgürlüğü korumaya yönelik taahhütlerinin göstergesi olarak yaktılar.
Çiftçiliğin geleceği böyle bağımsız çiftçilerin mücadeleleri tarafından belirlenecektir, Cenevre’deki müzakere metinlerinin dalavereleriyle değil.