Geçtiğimiz günlerde (2 Şubat) Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC-Intergovernmental Panel on Climate Change), altı yıllık bir çalışma sonucunda 2.500 bilim insanı tarafından hazırlanan 4. Değerlendirme Raporu’nu açıkladı. Rapor, ilk kez küresel ısınmadan yüzde doksan oranında insanların sorumlu olduğunun ifade edilmesi açısından büyük önem taşıyor.[[dipnot1]] İklimbilimciler IPCC raporunun şimdiye kadar bu alanda oluşturulmuş en açık, en çok gözden geçirilmiş metin olduğu kanısında. Raporda yer alan küresel ısınmanın sonuçlarına dair bazı bulgular

  • Dünyanın yüzey sıcaklığı son yüz yılda (1906-2005) ortalama 0,74 derece arttı.

  • Uzun süreli ve yoğun sıcak hava dalgaları daha sık yaşanacak.

  • Birçok bölgede kar örtüsü azaldı. 

  • Sahra’nın kuzeyi, Akdeniz, Güney Afrika ve Güney Asya, 20. yüzyıl boyunca daha kurak hale geldi.

  • Dünya, 1970’lerden bu yana Avrupa’nın yüzölçümünden daha büyük bir alanı kaplayan yağmur ormanlarını yitirdi.

  • İklim değişikliği yüzünden bazı bitki ve hayvan türleri şimdiden yok olmaya başladı bile. Soyları tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan bazı hayvan türleri ise yaşamlarını devam ettirebilmek için çareyi davranış değişikliklerinde buldu. 

  • Bangladeş'ten Hollanda'ya pek çok kıyı ülkesi sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya.

  • Son on iki yıl, modern kayıtların başladığı 1850’den bu yana görülmüş en sıcak 12 yıl oldu.

  • Önümüzdeki 20 yıl içinde, her on yılda hava sıcaklığı 0,2 derece artacak.

  • 2100 yılına kadar iklimde hava sıcaklığında 3 ile 6 derece arasında yükselme görülecek.

  • Tropik fırtınalar ve kasırgalar çok daha güçlü olacak, kıyılarda güçlü sel baskınları görülecek.

  • Antarktika'daki buz dağlarının erimesi sürecek. Yazları Antarktika tamamen buzsuz kalacak. 2100 yılı yazında artık Antartika olmayabilir.

  • Deniz seviyeleri, atmosferdeki karbon emisyonu dursa bile yükselmeye devam edecek. 2100'de deniz seviyesi 0.43 metre, 2300'de ise 0.8 metre yükseğe çıkacak. 


Bilim insanları hazırladıkları bu raporun hükümetlerin politikalarını belirlerken temel alabileceği bir belge haline gelmesini umuyor ve dünya çapında sera gazları salımını azaltma çağrısında bulunuyorlar. Sera gazları, ısıyı dünyanın atmosferine hapseden gazlara verilen isim. En zararlı sera gazı, karbondioksit. Petrol, benzin, kömür gibi yakıtlar karbon, metan gibi sera gazlarını ortaya çıkarıyor. Ayrıca karbondioksit alıp oksiyen veren ormanların yok edilmesi de bu gazları artırıyor. Doğa, artık insanların ortaya çıkardığı yüksek karbondioksit miktarıyla baş edebilme kapasitesini her geçen gün yitiriyor. Bu noktada, sera gazı salınımını azaltmayı öngören Kyoto Protokolü gündeme geliyor.


Uluslararası Kyoto İklim Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler’in 1997 yılında Japonya’da düzenlediği çevre toplantısında katılımcı hükümetler tarafından kabul edilen bir sözleşme. 2008’de yürürlüğe girecek olan sözleşme, Kuzey'in sanayi ülkelerinin sera etkisi yaratan gazların salınımını 2012 yılına kadar yüzde 5,2 düşürmelerini öngörüyor. Bu amaçla her ülkeye kota konuyor. İklimbilimciler dünya ölçeğinde yıkıcı iklim değişikliklerini önlemek için toplam küresel seragazı emisyonlarının 1990’daki seviyesinin yüzde 60 ila yüzde 90 altına çekilmesi gerektiği hatta zorunlu olduğu konusunda hemfikirler. Kyoto, yüzde 5,2 azalmayı öngörmesiyle yetersiz bir anlaşma olarak gözükse de sonuç alıcı sözleşmelere temel oluşturabilecek bir sözleşme olması bakımından önemli. Sözleşmeyi imzalamak, aynı zamanda “iklim inkârcıları”na[[dipnot3]]; karşı da, ülke olarak iklim değişikliğini, üzerindeki rolünüzü kabul ettiğinizin ve çözümü için de adım atacağınızın göstergesi anlamında da önemli. 


Dünyadaki sera gazının yüzde 21’ini ABD’nin tek başına ürettiği söylenmesine rağmen Bush hükümeti inkâr politikasını sürdürüyor ve Kyoto’yu imzalamamakta direniyor. Protokolü imzalamayan diğer ülke olan Avustralya’nın Başbakanı John Howard “Gerçekçi olalım, modern bir Batı ekonomisinde, enerji santrallerini ya fosil yakıtlar ya da nükleer güçle çalıştırabilirsiniz.” diyerek rüzgâr ya da güneş enerjisi gibi alternatif seçenekleri kabullenmediğini bir kez daha gösteriyor. 



Bütün araştırmalar küresel ısınmadan en çok Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerinin zarar göreceğini söylüyor. Türkiye de ne yazık ki bu ülkeler arasında başta geliyor.


“Akşehir Gölü bitti… Tuz Gölü çöle dönüyor… Kuraklık giderek artıyor…. Sıra felaketin ilanında…. Yağmurlar beklenilen miktarda yağmıyor…. Tahıl ambarı Orta Anadolu kuraklıktan kırılacak….. Güneydoğu ölüyor… Kocaeli’de selden evsiz kalıyoruz…” manşetlerine her geçen gün bir yenisi eklenirken, Türkiye, “Ilıman iklim kuşağında bulunduğumuz için tropik bölgeler ve kutuplara yakın yerler gibi uç iklim bölgelerine göre iklim değişikliginden çok daha geç etkileniriz” yanılgısı içinde davranmaya daha ne kadar devam edecek? Diğer yandan, kendisinin endüstrileşmiş ülkeler gibi dikkate değer miktarda sera gazı üretmediğini, sorumluluğunun ABD ve diğer Batı ülkelerine kıyasla daha az olduğu yanılgısını da son 15 yılda gösterdiği pratikle yalanlamış oldu. 1990-2004 yıllları arasında CO2 emisyonlarını 0 arttırarak neredeyse rekor denebilecek bir hızda dünyada 20. sıraya yerleşmiş durumda. Kyoto Protokolü’nün tartışmalarına bile katılmayan Türkiye, her zaman petrol, doğalgaz ve kömüre dayalı ekonomik büyüme hakkını, yani küresel ısınmayı arttırma hakkını savunmayı tercih ediyor. Çevre Bakanı “Kyoto’yu imzalayamayız, daha zamanı var, önce kalkınalım” diyor. Dünyada 168 ülke Kyoto’yu imzalamış durumda. Sayın Bakan, “2015’te imzalarız” diyor, anlaşmanın yürürlülük süresi ise 2012’de bitiyor.



Türkiye’nin küresel ısınmaya karşı alması gereken önlemler konusunda öncelikle sorunu kabul etmeli, sorumluluğunu bilerek enerji politikalarında değişikliğe gitmeli. Yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına yönelinmesi konusunda konuyla ilgili kişiler, araştırmacılar çözüm önerilerinde de bulunuyorlar: “Türkiye’nin küresel iklim değişikliği için ulusal bir adaptasyon, eylem planı hazırlaması, uluslararası ilişkilerde de iklim değişikliğini dikkate alması gerekiyor. Küresel iklim değişikliği için uyum programı, yol haritası oluşturmalı. Bireyler de az tüketmeli, yeniden kullanmalı, geri döndürmeli.” diyen İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ve Afet Yönetim Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun görüşüne, Türkiye Yeşilleri İklim Değişikliği ve Küresel Ekoloji Sözcüsü Dr. Ümit Şahin  şunları ekliyor: “Türkiye, küresel ısınmanın durdurulmasını sağlamak ve göreceği zararı azaltmak için ekolojik sıçrama yapmak, enerji yatırımlarında tamamen güneş ve rüzgâra yönelmek, ulaşımda motorlu taşıtları terk etmek, tarım politikalarında ekolojinin ilkelerini benimsemek zorundadır.”

İklim değişikliğinden en çok yoksullar etkilenecek


Küresel iklim değişikliği korkunç bir adaletsizliği de beraberinde getiriyor. Sebep olmamalarına rağmen küresel ısınmanın sonuçlarından ilk etkilenenler yoksul ülkeler, zengin ülkelerin yoksul kesimleri olacak. Örneğin, Bangladeş’te ciddi bir endüstri yok ama küresel ısınmadan en çok etkilenen ülkelerden biriyken, dev bir endüstrisi olan Hollanda kendini kurtarabilecek teknoloji ve paraya sahip. 


Dr. Ümit Şahin’in bir konuşmasında; “Bundan tam 35 yıl önce, 'Büyümenin Sınırları' isimli rapor, endüstriyel kalkınma çağının karaya oturduğunu açıkladığında daha Vietnam Savaşı sürüyordu. Endüstriyel kalkınmanın, yarattığı diğer ekolojik krizler, yoksulluk ve savaşlar bir yana, sadece kaynakların tükenmek üzere olmasından dolayı bile sürdürülebilir olmadığı artık ortadaydı. Artık doğanın, emeğin ve yoksul ülkelerin sömürülmesi yoluyla kurulmuş bu sistem ya en ince noktasından koparak dağılacak, ya da kendini korumak için doğayı daha fazla sömürecek ve kıtlaşan kaynakları kendi elinde tutmayı garanti altına almak için yeni savaşlar yaratacaktı. Sistem elbette kendi rasyonelliği içinde davrandı ve ikinci yolu seçti.”söylediği gibi, küresel ısınma sorunu endüstri toplumunun, dolayısıyla gelişmiş ve zengin ülkelerin ürettiği ancak faturasını yoksul ülkelerin ödediği bir sorun. 


Küresel ısınmanın bir sonucu olarak, adasının sular altında kalacağı gerçeğini öğrenen Carteret-Piul adasının genç reisi Bernard Tubin ise meseleyi çok net dile getiriyor: “Ne arabalarımız var bizim, ne fabrikalarımız, ne de uçaklarımız.... Bu sera gazı salımlarının kurbanıyız biz ve tümüyle masumuz. Amerika Ay’a adam gönderiyor, savaşlar çıkarılıyor, savaş başlıklarına ve cephanelere milyonlar harcanıyor. Peki, neden Rusya, Amerika, Japonya, Avustralya bize yardım etmek için hiçbir şey yapamıyor, ha?”


Tom Athanasiou ve Paul Baer’in birlikte yazdığı Ölümcül Sıcak – Küresel Adalet ve Küresel Isınma adlı kitapta “ABD güdümündeki uluslararası siyasetin, zengin-yoksul ve Kuzey-Güney bölünmesinin egemen olduğu bir dünyada bu görevi yerine getirebilecek miyiz? Küresel iklim sorunu küresel adalet sorunundan ayrı düşünülebilir mi?” sorularına yanıt bulmaya çalışıyorlar.


“…Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şey, hem fosil yakıtların beslediği sanayileşme sayesinde zenginlemiş olan ülkeleri, hem de kendileri için bu yol artık tamamen kapalı olan ‘kalkınmakta olan ülkeler’i kapsayacak yepyeni bir küresel işbirliği dalgasıdır…. Asıl mesele tarihin şu bilmecesi: Sert ve patlamaya müsait ulusal ve sınıfsal bölünmelerle parçalanmış bir gezegende 'sürdürülebilirlik'e giden bir yol nasıl bulunabilir? … ‘Sürdürülebilirlik’ küresel olmalı, demokratik olmalı, zenginler ve konfor sahipleri için olduğu kadar yoksul ve muhtaçlar için de işe yaramalı; bunun alternatifi kabul edilemez ve artık pek zamanımız kalmadı. 

İklim koruma rejiminin sonuç alıcı olabilmesi için, hem adil olması hem de adil olarak görülmesi gerekir ve bunu, kişi başına emisyon çerçevesinden başka hiçbir şey başaramaz. (Kişi başına emisyon tahsisine dayalı bir küresel anlaşma!) Hepimizin ortak atmosfer üzerindeki nihai hakkı aynı olmalıdır.

İklim hakkaniyeti, bir “tercih” olmanın çok ötesinde, ekolojik sürdürülebilirlik için temel öneme sahiptir.”

Ölümcül Sıcak, küresel atmosferi paylaşmanın hakkaniyetli yollarını bulmadığımız müddetçe zengin ve yoksul dünya arasında kalıcı ve uygulanabilir bir uzlaşmanın tesis edilemeyeceğini ve nihayetinde iklim koruma mücadelesinin başarısızlığa uğrayacağını savunuyor.


Atmosferi ve ona bağımlı tüm insan ve canlıları koruma ihtiyacı, küresel sera gazı emisyonlarına yaptırım içeren sınırlar getirmemizi ve bu sınırlı uzayı paylaşmanın hakkaniyetli yollarını bulmamızı gerektirmektedir.

İnsanların yarattığı bu yıkımı yine insanların durdurabileceğini, bunun da ancak politik mücadeleyle olacağını fark etmemiz gerekiyor. Bugün, küresel ısınmayı geri döndürmek hatta durdurmak mümkün değil fakat alınacak önlemlerle hızını kesmek mümkün. Küresel ısınmanın geri dönülemez noktaya gelmemesi için fosil yakıt kullanımının 2030’a kadar yüzde 60, 2050’ye kadar yüzde 80-95 arası azaltılması gerektiği bilinmektedir. Ömer Madra’nın “ne kış kışa benziyor, ne yaz yaza benziyor, suyumuz gittikçe ısınıyor.” cümlesi bugün geldiğimiz noktayı gayet net bir şekilde açıklıyor.


Uzmanlar, küresel ısınmayı yavaşlatmak için 10 yıl kaldığı konusunda uyarıyor. Küresel ısınmayı ilk modelleyen James Hansen “Isının yükselmesine hemen engel olamazsak 10 yıl sonra 2 derecelik bir artış kontrol edilemez bir nokta demektir ki, bu da bilmediğimiz bir gezegene dönüştürür dünyayı... O zaman başka bir gezegenimiz olacak.” diyor.



Özetle söylemek gerekirse, iklim değişikliği konusunda yapılacaklar insanların yaşam biçimlerinde derinden ve kapsamlı değişiklikler gerektiriyor. Bireysel olarak tedbir almamız (evdeki ampulleri değiştirmek, yalıtımı güçlendirmek, arabaları az kullanmak, toplu taşıma araçlarını kullanmak, … kısaca “az tüket, yeniden kullan, geri döndür” mantığıyla hareket etmek….) elbetteki çok önemli. Ancak, bireysel tedbirlerin küresel ısınmanın etkilerini yavaşlatacak, azaltacak kadar etkisi olamayacağı artık bugün kesinleşmiş durumda. Adı üzerinde “küresel” bir “ısınma” dan bahsediyoruz. Bireysel tedbirlerin üzerine ülke düzeyinde muhakkak çok ciddi önlemler alınması gerekiyor. Enerji, ulaşım, tarım ve kent politikalarında yapılması gereken bu değişiklikler artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline geldi. Bireyler olarak da hepimizin küresel iklim değişikliği politikasının takipçisi ve uygulatıcısı olmamız gerekiyor. Asıl olarak da, tüm dünyayı kapsayacak, “hakkaniyetli” bir küresel eylem planı oluşturmak gerekiyor. 


Derhal çok radikal tedbirler almazsak, atmosfere karbon akışını bu sürede geri çeviremezsek, iklim kontrolden çıkacak.


Geri dönüşü olmayan noktaya hızla yaklaşıyoruz.