Endişe ve parçalanmanın, düşürülmüşlük ve çaresizliğin hâkim olduğu bir dünyada, “Terra Madre”[[dipnot1]], gıda topluluklarının büyülü toplantısı, İtalya Turin’de, 20–22 Ekim 2004 tarihlerinde gerçekleşti. İyi, sağlıklı ve çeşitli besin üretme ve yeme kültürünü toplumsal, politik ve ekonomik dönüşümün kalbine oturtan Slow Food[[dipnot2]] hareketi, 130 ülkeden 1200 gıda topluluğunun 5000 üyesini aynı çatı altında bir araya getirdi. Tüm çeşitlilik ve farklılıklarına rağmen herkes birbirine bağlanmıştı; toprakla, anamız Terra Madre’yle; besinle, yaşamın en temel dokusuyla; bir köylüyü bir prense eş tutan ortak bir insanlıkla bağlanmıştı.
Ulus ötesi Şirketlerin Hâkimiyetindeki Küreselleşmeden Toprak Demokrasisine
Geçen birkaç on yılda gıda üretimi, işleme süreci ve dağıtımı kadınların, küçük çiftçilerin ve küçük üreticilerin ellerinden çıkarak Cargill, Monsanto, Phillip Morris, Nestle gibi küresel dev şirketlerce tekelleştirildi. Küçük üreticiler her yerde, güçlü bir şekilde desteklenen tarım sanayisiyle girilen haksız rekabet sonucu yerlerinden edilmekte ve köklerinden koparılmaktadırlar.
Küreselleşme karşıtı hareket, çiftçileri borca ve intihara sürükleyen küresel ticaret kurallarının haksızlığına dikkat çekti. Terra Madre’de küçük üreticiler sadece ulusötesi şirketlerin hakimiyetindeki küreselleşmenin karanlığını lanetlemek için değil, aynı zamanda insanların gıda ihtiyacını karşılarken toprağa eziyet etmeyen, küçük, adem-i merkeziyetçi, biyo-çeşitli üretimi canlı tutmak ya da bu üretimi filizlendirmek için bir araya geldiler.
Terra Madre’nin heyecan verici enerjisi, çeşitli tohumlarını korumaya ve paylaşmaya, çeşitli kültürlerini yaşamaya, çeşitli dillerini konuşmaya ve çeşitli gıda geleneklerini kullanmaya devam eden üreticilerin direncinden ve dayanıklılığından kaynaklanıyordu.
Katılanlar şunlardı: Ouagadougou’lu kurutulmuş mango üreticilerinden ve etnomofag[[dipnot3]] kadınlarından oluşan bir topluluk (yenebilir böcekleri harmanlayan, işleyen ve satan kadınların toplulukları), Atacora’dan Baobab topluluğu, Liguria’dan fesleğen üreticileri ve pesto genovese[[dipnot4]] imalâtçıları, Hindistan ve Kirgbity’den göçebe çobanlar, Orta Asya’dan koyun yetiştiricileri, Tayland’dan Yasmin pirinci üreticileri ve Hindistan’dan Basmati pirinci üreticileri (her ikisi de Yasmin pirincini Jasmati, Basmati pirincini Texmati olarak satan ABD’li Ricetec şirketinin gıda korsanlığının[[dipnot5]] mağduruydu).
Terra Madre’nin dünyası, insanların gerçek dünyasını yansıtıyordu; çeşitlilik öylesine heyecan vericiydi ki topluluklar tarım ve gıda gelenekleri hakkında gurur, neşe ve asaletle bilgi alışverişinde bulunurken gözlerimiz ve kulaklarımız bayram ediyordu.
Bu dünya, içinde sadece tarım sanayinin bulunduğu ve sadece 5 ürünün (soya, mısır, pirinç, buğday, kanola[[dipnot6]]) tarım ticaretinin aşağı yukarı tamamını oluşturduğu, DTÖ’nün dünyası değildi.
Bu dünya, sadece tek bir şirketin (Monsanto) dünyada ekilen bütün genetiği değiştirilmiş tohumların (GDO)[[dipnot7]] yüzde doksan dördünden kazanç sağladığı ve yetiştirilen çoğu ürünün insanlar tarafından değil fabrika arazilerindeki milyarlarca tutsak hayvan tarafından tüketildiği DTÖ’nün dünyası değildi.
Terra Madre’nin dünyasında, küçük çiftlikler daha az kaynak kullanarak endüstriyel çiftliklerden daha çok üretiyor; biyo-çeşitlilik toprak sağlığını koruyor; üretim ve işleme kriterlerini büyük tarım işletmelerinde olduğu gibi toksik madde miktarı ve büyük kâr oranları değil, insan sağlığı, lezzet ve besleyicilik oluşturuyor
Küreselleşmenin türlerin ve kültürlerin çeşitliliğini, küçük üreticileri, yerel ekonomileri, yerel bilgiyi silip attığı bir dünyada Terra Madre, yok olmayı reddeden küçük üreticilerin bir toplantısıydı. Küçük çiftçiler ve yerel gıda toplulukları sadece yok olmayı reddetmekle kalmıyorlar, küreselleşme dışında bir gelecek şekillendirmeye de kararlılar. İtalya Tarım ve Orman Bakanı Granny Almanac’ın “Terra Madre” açılış konuşmasında belirttiği gibi:
“Terra Madre’de özgün ve gerçekten devrimci olan şey, endüstriyel süreçten en az etkilenen, böylelikle ürünlerinin kalitesi ve orjinalliğiyle ayırt edilen Gıda Toplulukları’nı seçerek, küçük ölçekli gıda üreticilerini sahneye çıkarma çabasıdır.”
Çeşitlilik, gıda sistemlerimizin yaşayabilmesinin zeminidir; mahsullerin çeşitliliği, gıdaların çeşitliliği, kültürlerin çeşitliliği. Çeşitlilik hem monokültüre karşı bir direniştir hem de yaratıcı alternatiftir. Eşsizliğimize ve çeşitliliğimize dayanmak gücümüzdür, bu güç ancak biz ondan vazgeçersek tükenir.
Başka Bir Gıda Paradigması
Terra Madre başka bir gıda paradigmasını telaffuz etmek için bir fırsat ve zemin sağladı. Açılış töreni sırasında Slow Food’un kurucusu Carlo Petrini herkese dünyanın her yerindeki küçük üreticilerin haklarını, bilgilerini ve yaratıcılıklarını savunmak için bir çağrı yaptı. “Haydi biz de üretime destek olalım” dedi. Tüketmek yok etmek demektir. “Tüketim” eskiden tüberküloza verilen isimdir.
Yemek eylemiyle zaten üretimde yer almış durumdayız. Organik besinleri yiyerek toksiklere “hayır” dedik ve organik çiftçiyi destekledik. GDO’ları reddederek, küçük çiftçilerden ve insanların bilgi ve sağlık haklarından yana tavır gösteriyoruz. Yerel gıdalarla beslenerek, güç ve kârı küresel tarım işletmelerinden aldık ve kendi yerel gıda topluluğumuzu güçlendirdik.
Yiyenler bu yüzden aynı zamanda üreticilerdir; küçük üreticilerle ilişkileri sürdürülebilir, hem bu, adil, sağlıklı gıda sistemi yaratma aşamasında kritik bir bağ oluşturduğundan, hem de ne yersek o olduğumuzdan. Gıda seçimi yaparken kim olduğumuza dair de seçimler yaparız.
Gıda sistemlerimizin endüstrileşmesi ve küreselleşmesi bizi Kuzey-Güney, üretici-tüketici, zengin-fakir diye bölüyor. Ayrılığımızın ve bölünmemizin en önemli kaynağı, endüstriyel gıda sistemlerinin daha fazla gıda ürettiği ve bu yüzden açlığı ortadan kaldırmak için gerekli olduğu yönündeki mitlerdir. “Ucuz” gıda mitiyle birlikte. Fakat küçük biyo-çeşitli, organik çiftlikler büyük endüstriyel monokültürlerden daha fazla çıktıya sahiplerdir.
Prens Charles’ın kapanış törenindeki yorumlarında toplantıya anımsattığı gibi:
“Tarım sanayicileri” tarafından kullanılan argümanlardan biri, sadece yoğunlaştırılmış üretimle çoğalan dünya nüfusunu besleyebileceğimiz şeklindedir. Ama önemli yatırımlar olmadan bile ve genelde resmi olarak onay görmemesine rağmen, geliştirilmiş organik pratikler mahsul ve üretimi etkileyici bir şekilde arttırmıştır.
Yakın tarihli bir UN-FAO (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü) araştırması, Bolivya’da patates üretiminin hektar başına dört tondan on beş tona çıktığını ortaya koydu. Küba’da organik kent bahçelerinin sebze miktarı neredeyse ikiye katlandı. Yirmi yıl önce korkunç kıtlığın acısını çeken Etiyopya’da tatlı patates miktarı hektar başına altı tondan otuz tona çıktı. Kenya’da mısır miktarı hektar başına iki çeyrek tondan dokuz tona artış gösterdi. Pakistan’da mango üretimi hektar başına yedi buçuk tondan yirmi iki tona yükseldi.
Açılış töreninde, küreselleşmiş endüstriyel gıdaların hiç de ucuz olmadığına, dünyaya, çiftçilere ve sağlığımıza pahalıya patladığına dikkat çekmiştim. Dünya artık tükenen yeraltı sularının, pestisit[[dipnot8]] kirliliğinin, yok olan türlerin ve iklim dengesizliğinin yükünü daha fazla taşıyamaz.
Çiftçiler artık endüstriyel çiftçiliklerdeki kaçınılmaz yüksek üretim giderlerinden kaynaklanan önlenemez borç yükünü daha fazla taşıyamaz. Hindistan’da altı yıl gibi kısa bir zaman aralığında gerçekleşen yirmi beş bin çiftçi intiharı, çiftçilik ve gıda üretiminde egemen modelin yaşadığı ciddi krizin göstergesidir. Bu sistem hem açlık çeken bir milyar insanın, hem de obeziteden mustarip bir milyar insanın gıda ve sağlık hakkını reddediyor. Güvenli, kültürel açıdan elverişli, lezzetli, nitelikli gıda üretme yetisine sahip değil. Herkese yetecek kadar gıda üretme yetisine de sahip değil, çünkü yeryüzünün suyunu ve enerjisini müsrifçe kullanıyor.
Ürettiğinden on kat daha fazla enerji, ekolojik tarımdan on kat daha fazla su harcıyor. Bu yüzden onda bir oranında verimli. Emek randımanı bile bir mit, çünkü araştırmacılar, böcek ilacı üreticileri, genetik mühendisleri, tır şoförleri, petrol savaşlarına sokulan askerler, hepsi endüstriyel gıda üretim sisteminin bir parçası.
Eğer bu sürdürülemez gıda üretimine katılan tüm insanlar, yok edici toksik maddeleri üretenler de hesaba katılsaydı, endüstriyel gıdanın “işgücü” verimliliği de ekolojik gıdanınkinden daha az olurdu. Tarım savaşa dönüştüğünde ve de “kitle imha silahları”- kökleri savaşlarda yatan kimyasal gübreler ve pestisitler- içerden sağlanan çiftlik girdilerinin yerini aldığında gıda, gıda olmaktan çıkar. Yanlış fiyatlara dayanan ticaret ve haksız değiş tokuş, ticaret değil sömürüdür. İşte bu yüzden Terra Madre’de, DTÖ Tarım Anlaşması’nın Besin Olmayanın Olmayan Ticareti Anlaşması (Agreement on non-trade in non-food) olarak yeniden adlandırılmasını önerdim.
Endüstriyel gıdanın ucuz olmasının nedeni ne kaynak ne de enerji verimliliğidir. “Ucuz” çünkü tüm maliyetleri dışsallaştırıyor: Savaşları, hastalıkları, çevresel yıkımı, kültürel çürümeyi, toplumsal bölünmeyi. Bir de sübvansiyonlarla destekleniyor. Cancun’daki DTÖ Bakanlar Toplantısını başarısızlığa sürükleyen zengin ülkelerde dört yüz milyar dolarlık sübvansiyonla, nakliye sübvansiyonuyla, çevresel sübvansiyonlarla ve olabilecek en büyük sübvansiyonla: insanların hayatlarıyla ödedikleri.
Bizim için Terra Madre, fiyatların yalan söylemediği, dünyayı ve dünyanın yükünü taşıyanları sömürmeyen dürüst bir tarımın kutlamasıydı. Terra Madre yer solucanı ve örümcekle, kök mantarı ve mantarla birlikte ürettiğimiz yaşayan ekonomi pratiğimizin kutlamasıydı. Hepimiz hayat dokusunda ve bu dokuyu işleyen besinde birleştik. Eski çağlardan Taitreya Upanishad’ın dediği gibi:
Tüm yaratıklar besinden türer...
Canlılar besinden doğarlar, doğduklarında besinle yaşarlar, öldüklerinde besine dönüşürler.